7 Temmuz 2022 Perşembe

DEĞİSİR İNSAN ZAMAN VE MEKÂN (32)




İnsanın kelimesi kalmaması nasıldır bilir misin? Bilirsin elbet. Birçok kereler yaşadın böyle zamanları. Ve inanırım, senin imtihanın da senin kalbinden nefesine ince bir yanık çiziyor, ciğerlerinde uyuşuk bir acılık bırakıyor ve boğazında düğümlenip kalıyordu. Belki dilinde can bulan bir çimdik sesle anlatabiliyordun sen, bilmem.

Ah, güzel kalemim... Benim içimde kalıyor, üstelik dilimde sese dönüşemeyecek kadar derinden yükseliyor gözlerime ve suskunca âh ediyor. Aynamda şekilden şekle giriyor bakışlarım, başım soluma düsüyor, solumda şifam, gizliden... Aczimin, cehaletimin, gafletimin nişanesi değil de ne şu halimden bihaberliğim? Bakma böyle dediğime, vardır bir hikmeti. Saatlerce attığım voltalarda varamadığım bir nihayette bir görünüp bir kayboluyor duygular, düşünceler ve aksine dipdiri önümde ayan beyan kelimesizliğim...

Oysa şükredecek ne çok nimet emanet edilmiş bize. Sen sana Allah'ın emanetisin mesela, ben de bana Allah'ın emanetiyim. Ve şu kendi muhtaç hâlimizle, Allah'a emanetiz. İnsan O'nun cc, zaman O'nun cc, mekân O'nun cc... Değişiriz, değişir her halimiz, O cc kalır ve Sahibimizdir, Sığınağımızdır, yegâne iştiyakımız Ona'dır cc. Tüm izlerimiz O'ndan, O'nun için, O'nadır cc... 


5 Temmuz 2022 Salı

AYNI SONA DOĞRU



İhtimal ki bilseydi birkes içimi samimiyetle

Vakit şu ân ki bilmese de bilmiş gibi zan ile

Yine de aynı olurdu nihayeti zira bak ki

Yalnızca dünyanın bahanesi değişti;

Bakışlarıyla diyen aynı bağdan vurdu tellere

Dinlemeyi bilmeyen yine aynı dağdan gitti...

Nakışlarıyla işleyen hayatı ilmek ilmek, yine aynı işledi ânı cânı son nefese

İnlemeyi bilmeyen ney yine aynı hamlıkla yandı sessiz bir tebessümle yerde

Usulca sızladı serden geçemeyen bir yolcunun mey niyeti, gönül mahzenindeki aynı mürekkeple aynı divitte

İhtimal ki bilseydi herkes içimi samimiyetle

Vakit şu ân ki, vallahi bilmedi hiç bir kimse

Vaktâ ki bilebilseydim kendimi ben bile

Aynı imtihan şu ömür dediğin aynı terane

Aynı fani şu insan dediğin aynı kabirde

FATMA ZEHRA AKYİĞİT FeZA 

NEYLESİN KARA TREN

 




(eskiden yazmışım) 

İnatla düşer içime anlamsız gelen bir şeyler.

Sesten yoksun tınılar, gece ışıkları kadar silik pırıltılar, kısık bakışlarımda dağılır.

Kaldırayım isterim tutup kirpiklerindeki aynadan, kıyısıyla kesilir bir düğüm ve çakılır daha derine sis kırıkları.

Dikkatle bakarım dinlerim de duyulmaz, görünmez dağların uğultusu çınlar, suskunca konuşur ben anlamam.

Küskün değil nazlı durur kelimeler.

Zamanını bekler gibi çocukluk, büyümek için.

Bir gözü göğe diğeri şimdiye hasret, haşrolduğu maziden dirilip gelecek olur, gelmem der, gelmem git…

(az önce içimden gelenler)

Bir karlı dağa boyun eğer ve kalkar içimden mânâ yüklü bir kara tren.

Ah eder tıngır mıngır yüreği, raylarda süzülürken gözleri, uzaklara dalıp kalır izlerce duasıyla amini.

İndireyim isterim çekip bakışlarımı kırağından şu kapkara bir gece misali suskun duran trenin, takılır bir yıldız gibi öylece duran ak’ına ferinin.

Perde iner dizlerine yürüyemez olur güneş, karlar erir dağlarda solar kış çiçekleri, ayrı uçar kanatları kuşların- taşıyamadığı mektuplarda vurulur aşıkların içinde kalanları.

Nazından usanmış durur bekleyenler gelmeyenlerin, yine de gözler yollarını kara trenin mısralarca hasret dizerek inci tesbih gibi yanaklarına sinenin.

Zamanını bekler gibi büyümek! yaşamak için çocukluğunu, gençliğini…

Tükenir kelimeleri nefeslerin yanarak, bir heceteyn dökülür dudaklarına gökten yağarak, kabri olur kara trenin bir yol sapağı ve haşrolur bir meçhul gelecekte şu ân, âh ile inleyerek.

Ve gel der bir cılız ümitle, gitmedim gel…

Bilmeden Mevlâ ne diler, bilerek ne varsa olan ve olmayan O cc diler ve O cc neylerse güzel eyler...

FATMA ZEHRA AKYİĞİT FeZA

3 Temmuz 2022 Pazar

ADI KALIYOR YÂR'İN



Tükeniyor kelimelerim

Adı kalıyor Yâr'in cc.

Soracak olsam 

Dileyecek olsam

İnciniyor kalbim.

Bekleyecek olsam

Geçip gidiyor önümden

gafletimle ömrüm.

Çırpınıp dursam dahi

İnliyor son nefesimde

imanlı ölmek ümidim.


Tükeniyor kelimelerim

Adı kalıyor Yâr'in cc.

Acziyle kıvranıyorum

Hissimle irademin.

Bir hikmeti var elbet

yaşattığı ve öldürdüğü 

her saniyemin.


Daha demin geliyor gibiydi

kaderim levhi mahfuzdan beri

Ân bu ândır, takdirine hamdim

Devâm imiş derdi, O cc bilir

Nimeti imiş hüznü neşesi

Huzur imiş rızası, ezası nefsin 

amma

Haşarı çocuğa şefkat sillesi



24 Haziran 2022 Cuma

MEYYİT



Gassal elinde meyyit ol sen,

Bırak belin bükülsün, 

Dökülsün nefsin tüm pisliği ortaya

Ayıbından iğrenmekle vakit kaybetme

Dilin damağa varıyorken hâlâ,

Allah cc demeyi öğret kalbine sen,

İrin testi'si kırılsın şeytanların

Son nefeste iman dolsun kadehine


Gassal elinde meyyit ol sen

Teslim ol;

sorma, isteme, korkma, sevinme...

Güven ve tebessüm et, inan ve itaat et...

Can emaneti üzerinde duruyorken hâlâ 

Canan'a cc aşık olanlara bende ol sen,

Günah gurbetine sabret, ateşle mest ol

Bırak, buza kesmiş tenindeki ölü kokuyu

Cennet hasretini koy, Cemal'iyle cc hoş ol


Ey! Şu dünyada yaşıyorken bedeniyle,

Aşksızlıktan sekerata düşmüş meyyit!

Bırak geçmişteki ve gelecekteki nefesleri

Cesedine ruh üflesin Yâr cc hasreti,

Doğ ve ağla, 

her an kalbinde O'nun cc adıyla şimdi

TOPRAK VE SU


Gözler ihtiyacı kadar sus(a)madan 

düşer mi dudaklara söz damlası? 

Düşlerden, düşüşlerden sıyrılıp da 

Â(â)na var(a)madan, sarılır mı mazi yarası?

Özler kandıysa gönlüyle sessiz yağmura,

bir daha susatmamacasına, sımsıkı,

dökülür kevser ırmağına his yaşları. 


Bir şimşek çakar ardından bilmezsin, 

Yâr (ks) nazarından himmet deryaları...

Senden mi sanırsın, vallahi değil, 

O'ndan (cc) ve Habibi'nden (sav) gelir;

şakıyıp durduğun muhabbet çağlayışları.

Siretinden suretine şavkıyan nurların

Senden değil, benden değil; Oku'dukların 

ve halis duaların amin yakarışları...


Derununda ömür saklı iris parlayışları

hani, o, ilmek ilmek dokudukların,

Umudu olur mütemadiyen 

bekleyip duran bacakların da 

koşturur bir tren arkasından 

göz kenarında çizgi çizgi yaşları.


Toprak suyu özler, su toprağı;

tohum kıştan çıkar yola,

yolda sayıklar aşkla baharı yolcu,

son bir baharı, yazı, muştuyu...


Toprak yanarak çatlamadan

Karlı dağlar arasından 

yol bulur da akar mı su?

Duymasın ağyâr iç çekişlerini, sus!

Çekilirken tebessümle gözlerin 

yerinden fırlayacak yüreğinde 

buruk bir neşe-yle karışır nefeslerin


Dur!

Vaktini bekler her şey, acele etme!

Ve acele et! 

vakit ân gibi geçer kirpiklerde

Hisset!

Vakit geçmek bilmez, 

beklerken maşuk, bakışlar yerde-yken

âşık nerede?


Aşk mı bilmem bu hüsn-ü-zann-ettiğim

Belki bir imtihanıdır Ya Baki'nin (cc)

Ente'l Baki dedirtmek içindir kalbe, 

"ben" bilmez, Allah bilir-

Nasipten öteye yol gitmez...


İçiyorum şehrin ışıklarını, sırrı hoş ediyor

İçiyorum kalp nazarından bakışlarını aşkın

Ayılıyorum ve görüyorum ki; Allah için

Yaşamak debeleniyor içimde fakat başım

Akşamdan değil koşmaktan kalma, halsiz...

Yine de huzur sarıyor beni, treni ve o yeri

Anlıyorum ki, ben dinlenirken 

yüzümde yaşam izlerimle hayatın göğsünde

İnsan, zaman ve mekân, tam da merkezinde

Her şeyin Sahibi (cc) de; 

hepsinden münezzeh, kalbimde...


Koşsam ve nihayet yetiştiğimde 

velev ki bulsam, 

yaşamaya 

mecal kalmış olur mu dizlerimde?

Bunca harareti telaşların 

ve her vardım sandığında bulamayışların,

aslında kalbin Allah'a olan iştiyakı

zira dünyaya dair ne varsa da hep 

hüzün, gam ve keder dahil,

bir aldanma, oyun ve eğlence metaı.

Niyet eyle sen, ey!

İlâhi aşka mecnun olamamış yüreğimin 

Mevlamı hatırlatan Leyla'sı,

yaşamaya

Allah için.


Bilmem, 

çöl müdür yoksa serap mı 

baş gözünün gördüm sandığı

Bilmem, 

mahzeninde ne saklar kader sandığı

Bilmem çölde gül, serap ile sulansa açar mı,

Çöl dikeni can yakarsa göle zemzem dolar mı

Bilmem toprak ve su yorgun ve naçar mı

Bir gülüp bir ağlayan bir de kuruyan, solgun

gözler de doğar, yetişir ve yaşar mı

yolu

aşkı

hayatı

sonu?


“ben” bilmez, Allah bilir

mey nedir- 

şu gönül denen meyhanede-

çay bitmiş midir,

kahvenin kaç zamanlık hatrı, yitmiş midir?


Ey Aziz dostu bir kimsenin!

Öyle afili sözcüklerim yok benim senin gibi

Bir şişe, yıllandı mı gönül mahzeninde hiç?

Yoksa erken midir vakit, geç midir

varmak korku/ümit belirsizliğiyle 

bilmeden gül müdür diken midir çiçek-

mi kelebek mi ufukta görünen son nefes-

te Hak vaadine vuslat için, 

tüm yalınlığınla sohbetleşmeye bir'likte,

Nasiptir/değildir bilmem, tanışmak için

sen gelir misin?

FATMA ZEHRA AKYİĞİT FeZA 


19 HAZİRAN 2022 PAZAR 

SAAT 01.30-04.35


20 HAZİRAN 2022 PAZARTESİ

SAAT 08.15-09.00



DİVİT, MÜREKKEP, MAHZENLER YAHUT TRENLER

Tavsiye Yazı: https://numankarabudak1.blogspot.com/2021/10/surete-taklan-gozun-ruhuma-yasattg.html

Sanma ki boş bir defter sayfası

Divit sende mürekkep sende emanettir

Sanma ki basit bir manav poşeti

Alın teri sende emanettir

Sanma ki akıl sadece baştadır

Kalpten göze vuran yaşın aklı, sende emanettir

Sanma ki yol başkadır, değil,

Kur'an ve sünnete hadim olmak nimeti

Sende emanettir

Sanma ki ömürde bir saniye yalandır

"Yaşamak" sende emanettir, 

Son nefeste Allah adıyla göçebilmek asıl yurda

Sanma ki garantidir, değil,

Bu dünya gurbeti, sende emanettir.



DİVİT, MÜREKKEP, MAHZENLER
YAHUT TRENLER 

Kıymetli yolcu, 
şimdi bu başlığın altına
yazılacak hikâye sende emanettir, 
yaz; 
iyi, doğru ve güzelce
aklına, kalbine, zevkine 
Allah adıyla başlayarak ki selim olsun.
Ver bir kara trene,
Bırak, her kelimen de
Yolun Sahibi'ne cc 
emanettir.
FeZA


20 Nisan 2022 Çarşamba

18 Mart 2022 Cuma

KALMAYI SEÇİYORUM

Bu defa kalmayı seçiyorum. 
Bedeli birkaç yaş daha almak ya da hayatın bir penceresine geç kalmak olabilir. Bundan dolayı pişman da olabilirim. Farkındayım.
Fakat bundan öncesinde hep kaçmış olmaktan dolayı duyduğum pişmanlıklarımı, geç kalmışlıklarımı da görmezden gelemem.
BİR DERDİ OLMALI İNSANIN.
Bir derdim vardı benim de. Unutmuştum nicedir. Rabbim güzel kulları vesilesiyle hatırlattı çok şükür. Ve önüme seçenekler sundu. Adeta "niyetini derdini iyi belirle ve hangi yoldan gidersen git yanındayım kulum" dedi. 
Bu defa kalmayı seçiyorum. Bir güruhun sözleri ve tavırları beni üzebilir, zaman zaman keşke dedirtebilir, biliyorum. Fakat şunu da gayet iyi biliyorum ki ALLAH BENİ BU DÜNYAYA BOŞUNA GÖNDERMEDİ. Allah'a sığınarak, yolda olmayı seçiyorum. Ne kadar sürerse sürsün. Bu defa kalmayı seçiyorum. Bedellerini ödemeye de razıyım. Çünkü, Rabbim şah damarımdan yakınımda hep benimle olduğunu öyle güzel hissettirdi ki, artık ne sıkıntı ne rahatlık haylamaz modundayım. Allah cc Kendisinden gafil bırakmasın, muhabbetiyle nurlandırsın. Yüce dinine hizmet eden şerefli kullarından eylesin. Bir başıma kalsam bile yalnız olmadığımı biliyorum. Allah, Habibullah, Hak dostları, Gönül dostları... 
MEVLÂM GÖRELİM NEYLER
NEYLERSE GÜZEL EYLER
Başka söze ne hacet...
Allah muvaffak edecek, tüm kalbimle inanıyorum.

DEĞİŞİR İNSAN ZAMAN VE MEKAN 31

 

12 Mart 2022 Cumartesi

AH!

 

İçimde yangın,
Soğuk; güneş ve kar.
Nefesime ah dedirten
Titrek sancı,
Gözlerimde yabancı bir nâr,
Nûra muhalif olmayan bir nazar.
Sesimde kıvılcım,
Harflerimde şiir tınısı,
Buz dağı ağaçların dallarında kar
Ardında sokak lambası
Yanan, soluğumda yaralı buhar,
Mahzun bakışlarımda donan buğu...
Ah! Konuşabilsem...
Gerek mi var?
Sükût sıcak, kelâm hangi mevsim?
Bilmem, kalemin diline düşen nedir,
Daha doğmadan boğazından asılan
O his nedir? 
Bilmem, akıl ne der bu hâle 
Ne der insaflı bir bilge şu melâle?
İçimde bir yumru hâlâ yanıyor.
Güneş kızıllaştıkça daha da üşüyor.
Kar; ağaç dallarında grileştikçe
Ayaklarımın izinde çukurlaşıyor,
Gölgeli bir turunculukla doluyor içi.
Kirpiklerimde ne biçim bir acı!
Ellerim karıncalanıyor.
Zihnimde hareketsiz kelimeler,
Bam tellerimde ehlileşiyor sesler.
Sükûn buluyor fark ettirmeden
Kalbimin beşer yanında cûşa gelen
Tüm sevmeler
Buruk bir ayrılık acısı gibi hissettiriyor.
Fakat hiç kavuşulmamış bir hayâlden gidiş...
Hakikate iştiyak duyan ilâhi bir seviş
Dolmak ve taşmak istiyor.
Ve tek şartı beni benden isteyiş...
Hak etmeyişini bilmesi mahcubiyetimin
"Ben" dediği ne varsa!
Vazgeçiş...
Kim için?
Ah! Susabilsem!
Öyle latif, öyle zarif, öyle narin...
Ey Soğuk güneş!
Ey kar!
Ey!
Ey Aziz dostu bir kimsenin!
Ah! Gidebilsem!


9 Mart 2022 Çarşamba

İNSAN


İnsan...
İnsan olmak yolundaydı işte, 
gelip geçen insanlar, zamanlar, mekânlar
eşlik ediyordu onun kendi başınalığına; bitkiler, hayvanlar, cümle eşya... 
Değişiyordu her şey, 
insan mütemadiyen dönüşüyordu 
yüreğinde taşıdığı niyete doğru. 
Insan...
Özlüyordu nihayetini bir şeylerin
hiç bitmesin isterken muhabbetleri
kimselerin.
Kırılıp giden elmasları seyrediyordu uzaklaşırlarken, 
içten içe yanarak sarmayı 
göze alıyordu yaraları 
lâkin güç yetiremiyordu 
zira ateş yakıyor, o, 
bir ihtiyarın saçı sakalı gibi grileşiyordu.


2 Mart 2022 Çarşamba

KALEMİM DOST (5)



Her zaman yaptığı iş değildir aslında, şu an başım felaket ağrıyor. 

Dinlemek...

Aynalar...

Karar...

Önümüzdeki birkaç ay bu üç kavram üzerinde kafa yoracakmışım gibi geliyor. Geçtiğimiz aylarda mevzu niyet, gayret ve (aslında daha çok) tevekküldü.

Dinlemek... Bunu sonra konuşalım. Biraz daha demlensin hele. 

Aynalar... Allah'ın, biz onlara baktığımızda kendimizi, ahvalimizi görelim diye karşımıza çıkarıp bizi uzaktan yahut yakından muhatap kıldığı aynalar... 

Onlar ne güzeller ne güzel hikmetler.

İnsanın; aynaya baktığında gördüğü kişiye hangi nazarla bakıp onu hangi açıdan ne netlikte yahut sahilikte gördüğünden başlayıp cümle aynadan sıyırarak gözlerini, akıl-gönülkalp-ruh gözüne Allah'ın muradı doğrultusunda itimat edip etmeyişine kadar her pencerenin; yine bir vesile ile mütemadiyen tefekkürle yıkanması, berraklaştırılması; imanın kuvvetlenmesiyle, muhabbet ile cilâlanması parlatılması...

Şu an başımın ağrıması geçti ama bu defa da uykum geldi :) Yahut kalemim, bu gecenin hakkı bu kadarmış ki yazmaz oldun vesselam...

8 Şubat 2022 Salı

KALEMİM DOST (4)




 Yazmaya nereden başlayacağımı bilemediğimden direkt söylüyorum işte, aynama dokunan yüzümde neyin eksik olduğunu buldum; içimdeki huzuru ve neşeyi gözlerime yeterince yansıtamadığımı fark ettim. Baktığımda gördüğüm; biraz yorgunluk biraz 'her şeyin geçici olduğu' biraz sükunet biraz da tatlı dualı hüzün... Düşündüm ki aslında iç dünyamda binlerce renk ve ses var, coşkulu bir sevgi var; ben bunları o kadar kendime saklamışım ki (!) gözlerime baktığımda ben bile göremiyorum :) Meraklanma kalemim bazen ben de diyorum "Nasıl bir dünyan var senin?" Aman be kalemim, hep şikayetlenip duruyorum da "hiç kimse beni gerçekten tanıyacak kadar yanımda kalmıyor ailemden başka" diye... Ya ben, kendimin yanında kalmayı ve kendimi gerçekten tanımayı başarabiliyor muyum? İnsanlara kızamıyorum biliyor musun, nihayetinde insan kendiyle arasına bile dağlarca mesafe koyabiliyor bazen. Misal, "Fatma Zehra" ile "FeZA" nicedir uzaktı birbirinden. Belki vakit kavuşma vaktidir kendimize, beraberinde yakınlığa... Allah'a? Kullara? Hayata? Ölmeden önce ölmeye?..

31 Ocak 2022 Pazartesi

KALEMİM DOST (3)

 



İçimde tutmamaya ahdim vardı hatırlarsın kalemim. Yeterince kök saldıktan sonra hüzün eski defterlerime, artık, bir şekilde ifade edebilmeye gayret edecektim. Yazdım, çizdim, sonu ne olursa olsun hayra yorarak. Fakat çizgilerin de yetemediği sessizlikler var içimde. İfadeye gelmiyor bir türlü dile gelmiyor. Belki de, ki sanırım öyle, ahvalimi anlaştıracak kalitede kelimelerim yok dimağımda. Eskisi gibi okumak istiyorum. Dostluğumu tazelemek kitaplarımla... Bir de ses var. Bu kez de sesi kullanmak istiyorum, müziği. Gitar öğrenmek istiyorum. Kendi bestemi kendi müziğimle kendi içimle oluşturmak...
Kalemim, içimde kalanlar var yine bir yığın! 
Yine sonunu hayra yorarak, hata yapmak korkusu pahasına, ifade etmeyi denemeli miyim? Bunu yapabilir miyim? 
Sanki en kötü senaryo...
En fazla ne olabilir? 
Neden en iyi ihtimalleri düşlemek o kadar hızlı ve kolay fakat düşünmek bu kadar zor? Neden düşler hep bitecek gibi hüzünlü düşünceler hiç bitmeyecek gibi izli, hisli..? Oysa bazen de gerçek olur düşler, cevap olur sorgularımıza düşünceler. İyiye yormak lazım değil mi kalemim? Kötüye razı olmak lazım. İfadeye gelmeyen şu içimizde kalanlarımız... Biz ne yapacağız bu sessizlikte bunca sesle içimizi, bilmiyorum. Ah be defterim, demleniyoruz işte böyle böyle. Suyumuz da kaynıyor bir taraftan, gassallar cesedimizi yıkasınlar diye. Çay... Ömür gibi, ölüm gibi, bizim gibi, bildiğin insan işte. Çayı severiz biz değil mi kalemim? Ancak çay paklıyor şu ruhumuzda dalgalanan renklerini efkârın, ahvâlin. Anlatmak gerek tabi. Anlatmak her şeyi hayra yorarak...



30 Ocak 2022 Pazar

ÇOCUK - İHTİYAR (1)



Büyümüyor çocuk yanım inatla

Takılıp düşmekten yeşil-mor dizlerim

Silinmiyor yaşları gözlerimden izlerin

Yürümüyor ihtiyar yanım inatlaşıp

Kapılıp gitmekten Azrail'in ardına

Almıyor bir nefes, ömrüm hatrına

Yaşamak diyorum, hatasıyla sefasıyla

Sen sev diyorum, affedilmemek pahasına

Zeze geliyor aklıma, 

Defterim, şeker portakalım.

Portugam, Mangaratibam, 

Mahalle sakinleri...

Büyüyorum.

Biliyorum, 

Çoktan dalgalanıp duruldu yaşıtlarım

Benimse hâlâ çalkalanmakta denizlerim

Yelkenlerim fora!

Fakat hâla bilmediğim yerlerde meltemim

Deniz tutuyor ihtiyar yanımı, 

Liman uzaklaştıkça gözlerimden.

Yağmurda sırılsıklam neşeli, çocuk yanım

Yarası kabuk -tuttukça- ellerimden.

(bişnevdergi-başlıksız şiirlerim 5)

24 Ocak 2022 Pazartesi

DEĞİŞİR İNSAN (1) HOŞ GÖNÜLLÜ OLMAK

 


Hani şu üslûp meselesini konuşurken, değişmesi gereken bir durumdan 

(FeZA mesela. Kaybetmek istemediği insanlarla yakın olmaktan uzak durur. (Bu durumun değişmesi gerektiğinin farkındayım, değişir insan...) Çünkü samimiyetine inandığı ve güvendiği insanların, her şey yolunda giderken eften püften bir konuda "yanlış üslûp" gerekçesiyle onun samimiyetini ve tüm iyiliklerini güzel hatıralarını bir kalemde silip atmaları, ona ağır gelir.

bahsetmiştim ya; bugün Nazım Hikmet'in şu sözünü  okuyunca 


  bunları tekrar düşündüm. 

"Kaybetmek", 

"samimiyetimiz, iyi'liklerimiz, güzel hatıralarımız...", 

"bir kalemde silip atmak", 

"yakın olmaktan uzak durmak".

Kaybetmek... Yakın olmaktan uzak durmak... Belki de birbirini tetikleyen şeyler bunlar. Biz kendimizi kapattıkça "tanıtmadıkça" muhatabımız bizi nasıl tanıyabilir ki? Biz, "yakınlık kurmadıkça" muhatabımız da samimiyetini iyiliklerini güzelliklerini bize nasıl tanıtabilir ki? Hâl böyleyken; "insan" ile nasıl "tanış olunur" insan nasıl "hoş görülür" insan nasıl "kazanılır" insan nasıl "ait, hür, güvende, huzurlu, samimi, sevgili, saygılı, dürüst, sadık, vefakâr, iyi... kalabilir" yanımızda yahut nasıl "sadece kendisi olarak var olabilir, kendisini dönüştürebilir, geliştirebilir" yanımızda? Acaba kendini tanıtmayan ve muhatabını tanıyamayan FeZA mı bu örnekte? 

Samimiyetimiz, iyi'liklerimiz, güzel hatıralarımız... Bütün bu hoş'luklar gönülden gelen ve zahirde can bulan şeyler değil midir? İnsan gönlünden gelerek "olduğu ve yaptıkları" için, bir karşılık bekler mi? Karşılığında istediği şey "hatır, gönül, vefa, belki de kusur ve hatalardan affediliş" olsa, bu, dost olanın haklı bir "beklentisi" midir? Beklentileri karşılanmadığında "kırılıp gönül koyan" bir dost olabilir mi? Beklentilerin karşılanmamasının zahirdeki tezahürü "hatırın, gönülün bir kalemde silinip atılması" olsa bile, dost olanın, kırgınlıklarını yeniden sevgiye dönüştürüp "gidecek olana ya da gelmeyene" onun iyi olması iyilerle karşılaşması için hayır dualar etmesi icap etmez mi? "Dost" olmak bunu gerektirirdi herhalde. Ben dost diyeyim de siz isterseniz yârinize eşinize arkadaşınıza ailenize... yakın muhatabınız olan kim varsa ona uyarlayın. Kim olursa olsun, kimse bize maddi manevi bir karşılık vermekle borçlu değil, gönülden gelmeli; gelmiyorsa hoş görmek lazım. Kendi gönlümüzden gelerek bizim yine kendimizi, samimiyetimizi... ızhar etmemiz hiç olmazsa meramımızı dürüstlükle ifade etmemiz yeterlidir. Gayrı gelen hoş gelsin bize giden hoş gitsin bizden, Nazım Hikmet'in dediği gibi bu önemli olmamalı bazen.

Yeniden başlamak gerek bazen. Değişir insan. Hoş gönüllü olmak, hoş gönüller kazanmak için yeniden "hoş"görülü olmak lazım gidene de gelmeyene de.

GÜZEL İNSANA BAKTIKÇA BAKASI GELİYOR İNSANIN


Öyle güzel insanlar da var ki bu yeryüzünde; hâlleriyle kâlleriyle sergiledikleri ve dahi sırf yüzlerinden yansıyan duruşları, insana muhabbet akıtıyor. Hem bu öyle bir muhabbet ki; Allah'a kul olmayı, Allah Rasulü'ne ümmet olmayı, Kur-an'a hadim olmayı, Salih/saliha kullara dost olmayı, ümmet-i muhammede kardeş olmayı hizmetkâr olmayı... Güzel insan olmayı "hatırlatıyor". Unutuyoruz sahi, nefsimizin derdine düşünce. Kendi çamurlarımıza gömdüğümüzden başımızı, hakikati görmek niyetimiz bilmem kaç asırlık mazide kaldı. Kalmasın. Allah öyle güzel insanlarla karşılaştırsın ki bizi, onların güzel insanlık hâlleri bize de sirayet etsin ve biz de güzel insan olmaya gayret edelim. Yalnız değiliz. Biz mü'minler, kardeşiz. Hatırlayalım da birbirimizle kardeş kardeş iyi geçinelim birbirimize doğru örnekler olalım olur mu güzel insanlar ;)

 

23 Ocak 2022 Pazar

ÜSLÛP'TAN KAYBEDIŞLERİMİZİ SAMİMİ NİYETİMİZ AFFETTİRMİYOR

 


Üslûptan kaybettiklerimizi, o kelâmı söyleyişimizdeki asıl samimi niyetimiz, affettiremiyor. 

FeZA mesela. Kaybetmek istemediği insanlarla yakın olmaktan uzak durur. (Bu durumun değişmesi gerektiğinin farkındayım, değişir insan...) Çünkü samimiyetine inandığı ve güvendiği insanların, her şey yolunda giderken eften püften bir konuda "yanlış üslûp" gerekçesiyle onun samimiyetini ve tüm iyiliklerini güzel hatıralarını bir kalemde silip atmaları, ona ağır gelir. "Sen beni tanımıyor musun?" diyesi geliyor insanın. Böylece bu insanların gözünde; muhatabını tanımak, sevmek, onu olduğu gibi kabullenip yanında kalarak onun ilerleyişine gelişimine değişimine şahitlik etmek... vb. bunların bir anda hiçbir öneminin kalmayıverişi, insanı yakın mesafelerden uzaklaştırıyor. 
Hayır, yanlış üslûba savunma yazmıyorum. Diyorum ki, samimiyet kurduğumuz yakın gördüğümüz insanları, ne kadar tanıyoruz?
Onları

ceviz kabuğunu doldurmayacak bir meselede 

sizin baktığınız pencereye göre 

yanlış üslûp kullandığı için

aslında belki de kendisinin yaşadığı çevrede normal ve içten sayılan bir şekilde ifade etmeye çalıştığı için meramını, hadi çevresi ya da niyeti bahane değil diyelim insanları bize uyduğu ölçüde doğru kabul edelim (!) ;

bir yanlış üslûbu, görünenin aksine iyi niyetle düşünülmüş fakat yanlış bir şekilde ifade edişi

affedebilecek kadar yakından tanıyor musunuz? 

Yoksa daha onu anlamaya bile çalışmadan "Ben, bana bu üslûpla konuşulmasını asla affedemem, ben bu şartlar altında devam edemem, benim için sen bu kadarsın, mümkünse bir daha yan yana gelmeyelim, iletişimimizi keselim, arkadaşlığımız buraya kadarmış..." kabilinden "doğru üslûplu sözlerle", bir kalemde silecek kadar "gurur ve prensip sahibi, kibar..." biri olarak, onu hiç mi tanımıyordunuz? 

Yanlış üslûba savunma yazmıyorum fakat yanlış olan ne ki birbirimizi tanımak gayretine bile girmeden, kendimizi açmak tanıtmak gayretine bile girmeden, öyle yakın gibi ama meğer uzak bir mesafeden, kendimiz çok kusursuzmuşuz gibi insanlardan mükemmellik ve tam tamına bizim doğrumuza uyum bekleyerek, kolayca, zihnimizde ona bir etiket yapıştırıveriyoruz?

2021-2022'DEN BİRKAÇ BİR ŞEY (1)


"Herkes de aynılaşıyor gözümde-gittikçe- geldikçe- değişse de insan zaman ve mekân- aynı- kalıyoruz işte var ve yok"

 .

"Yalnızlık soğur canı çekik bedenimde

Yanar alevlerce ağır başımda gözlerim

Yorgun hissediyorum bugün kendimi

Mevsim beyaz

Ellerim buzdan kemik gibi

Batıyor parmak uçlarım kalemime

Kanı ılık akıyor damarlarımın

Kaynamıyor genç bir aşığınki kadar

Donmuyor da

İhtiyarlamış hissediyorum göğsümdeki 

Nef-e-si

Sekerat hâli bir susamışlık çöküyor

Şerbetim şehadet, kabrim tek kişilik

Toplu gömülüyor yaşayanların hepsi"

.

 "Bir hisli görüş... Bakışlarıma çarpıp düşen kar tanesi gibi süzülerek inse ve yumuşakça erise dudaklarımda, aksa usulca yüreğimin en derinlerine tertemiz bir damla su gibi aziz- bir dost gibi ama değil. Zira benim kelimelerim afilli değildir gönül gözlüğü olmayana, sisli görünür..."

.

"Gökten yağar nazlı aklar, 

Gözbebeklerin nerede?

Yağsın bakışlarından yüreğime şu fani aşk dedikleri

Kirpiğinden, karla karışık yağmur gibi

Islanır bir çiçek yol kenarında sırılsıklam

Nerede sağanakları beşerce hislerinin?

Yağ gözünü seveyim, 

Yaş alsın ömrüm ömrüne ilişik,

Açayım solayım seninle çiçekler gibi

Sesinle nağmeler gibi can bulayım

Aşık falan değilim, sevdalı değilim...

Meçhul bir yâr nasıl sevilir? 

Deli derler insana, kul aklım nerelerde?

Gitmedim diyorum kendimden de nicedir

Kaldım mı bilmiyorum bite bite-

Azaldıkça azalıyorum

Olmayan yâre yazılır mı şiir? 

Yazmak istiyorum"

 .

 "Çek içine bir tomar nefes gibi 

yazmak istediğin ne varsa

Demlensin çay gibi içinde kalanlar,

meraklanma

Gözlerinde buharlanıyor taşanlar, 

sesinde çatallanıyor

Çek içine duman gibi 

anlatmak istemediklerini

Küllensin yıllar gibi, 

ölüne toprak olsun

Yanaklarından sarkıyor 

taşıyamadıkların,

alnında çizgileniyor

Saçlarında ağarıyor zaman, 

gün de ağarıyor şafaktan

Sinende kararıyor bulutlar, 

yağmur nazlanıyor yanağında

Ayaklarında toz bırakıyor kaçışlar"

.

"Yaşamak bir suç gibi yapışmak zorunda mı yakamıza?

Kur-an'ın affedişiyle bir nur gibi yakışmaz mı ahvalimize?

Yaşamak bir alacaklı gibi dayanmak zorunda mı kapımıza? 

Allah'ın nasibiyle bir lütuf gibi yakışmaz mı sol yanımıza?

Yaşamak bir kafes gibi hapsetmek zorunda mı bizi? 

Kuşlar gibi hür, uçurmaz mı bir ömür gözbebeklerimizi?

Yaşamak sende nefes gibi huzur doldurur içime yâr

Kavuşmak yazılmış mıdır deftere Hak bilir

Bir sıcak çay gibi ısıtır yüreğimi hayalin,

İçinde adın geçen dualarım dahi "

 


KURALSIZ YAZMAYI ÖZLEDİM, GELDİM



Ah canım okurlarım, çoook uzun zaman oldu bu blogta yazmayalı. Nicedir kendi defterimde kendime yazıp duruyorum bir şeyleri. Bazen de bizim Bişnev Dergi'de gel-gitlerimi (kurallıca :) , 24Okurda Tramvay Durağını (yine biraz kurallı) vb. yazıyorum. Ama hiçbir dergide yazdıklarım bana burada öyle taktiksiz kuralsız bam bam yazarken rahatladığım kadar sıcak samimi hissettirmiyor. Canım defterim iyi ki var. Bir de bu blog, iyi ki var; kendime ve hayata yönelmek için gitmek istediğimde gidebildiğim, dönmek istediğimde yine aynı sadakatle bana kucak açan bu blog. Sadece FeZA'nın kalemini merak edip paylaştığım kadarıyla tümm yazılarımı google'ın her bir tarafından araştırıp bulup okumak isteyen çılgın okurlarımın olduğu bu blog (sahi öyle bir ademoğlu bu yeryüzünde yaşamıyor olmalı :) Yeniden başlamak ve kuralsızca, kim ne düşünür umursamadan yazmaya devam etmek istiyorum. Çok şey değişti. Konuşuruz. Hadi Allah'a emanet ;)

16 Haziran 2021 Çarşamba

.

 Bir defterin daha sonuna geldik FeZA. Su yeterince kaynadıysa ve kavrulmuş çay yaprakları nilüferler gibi sükûnetle yüzüyorsa, vakit demlenme vaktidir. 

İşte doğru olduğuna inandığın bir kararın eşiğindesin. Ocağın ateşini kıs ve kalemine demlenmesi için zaman tanı.

Kimine göre beş dakikayı geçmemeli, kimine göre on dakika, kimine göre on beş dakika sonra çay acır... 

Kimine göre ise insan, demini... Ne zaman alır? 

Kelimeler ne zaman içilecek deme gelir? 

Gökyüzü Toprak Koktuğunda mı?

Hadi, izin ver...

Fatma Zehra Akyiğit

11 Haziran 2021 Cuma

.

Kırmızı çizgiler... İnsan, kırmızı çizgilerine başka renkler karıştırmaya başladığı zaman ağır kayıplar veriyor. Belki bazen küçük bir şeyler kazanıyor fakat bunların kârı çoğu zaman ettiği zararı karşılamıyor. 

Sarı çizgiyi aşarsanız, tramvay size çarpabilir. Kırmızı çizgiyi aşarsanız da kendi ayaklarınızla intihar etmiş olursunuz. 

Ölmek değil sorun, sorun; kaybettiklerinizin kazandıklarınıza değmemesi. 'Boşuna' gibi duran hayallerinizin verdiği huzursuzluk... Ayan beyan ortada olan gerçekler... Hareketlerinizin savrulup gidişi nefse doğru... Ve uykusuzluk.

Fatma Zehra Akyiğit 

FeZA

8 Haziran 2021 Salı

.

 Değişir İnsan Zaman ve Mekân...

Biliyor musun defterim, gözlerim ağrıyor. Görmek istemediğim sahnelerinden çekip gözlerimi seyrettiğim perdeler var. Gözlerimdeki kılcal damarlar kan nehirlerine dönüştü. Yorgun olmama rağmen uyanığım. Kirpiklerim gözlerime batıyor. Zaman hançer...

.

 -Çocuk! Bana büyüdüğünü söyle. Çok yemek yediğini, güzelce uyuduğunu ve artık büyüdüğünü söyle. 

-Evet. Her öğün yemek yedim. Gecelerce uyudum uyandım uyudum fakat bir gün... Uyanamadım. Sonra daha fazla büyüyemedim hiçbir rüyamda, üzgünüm.

-Bu bir kâbus olmalı.

-Hayır. Çocuk olabildiğim tek yer, ancak bir rüya olabilir.

-O hâlde şimdi, yani gözlerin açıkken, büyük müsün? 

-Sanırım. Ya sen? Nasılsın?

-Uykusuz ve rüyasız...

-Çocukluk...

-Büyüklük...

-Nedir?

-Neyiz?

-Bilmiyorum.

-Ben de...

Fatma Zehra Akyiğit 

FeZA

7 Haziran 2021 Pazartesi

.

Yükseklere tırmanır, tırmanırsınız. Tam güneşin neşesi yüzünüze dokunmaya başladığı sırada hevesiniz kaçıverir, bacaklarınızı zayıf hissetmeye başlarsınız... Aşağıya dönmek, sessiz ve huzurluca sakin adımlarla yürümek istersiniz yolları. Kahkalar yabancılaşır, gülüşler sıradanlaşır, alkışlar zombileşir... Tebessümleri özlersiniz bulutları seyrederek. Uzakları seyredişleri... Merdiveni başka yolculara bırakıp toprağa ayak basmayı arzularsınız yeniden. Yağmur yağsa şıpır şıpır, açsanız kollarınızı, gökyüzünün o eşsiz kokusunu içinize çekseniz masmavi. Gözü nemli gün doğuşlarının o kahverengi kokusu yok mu!... Geri çekilirsiniz sessizce. Kimsenin ruhu duymaz. Sorarlar belki üç beş... Sonra yine kendinizle baş başa... 

Fatma Zehra Akyiğit

FeZA

25 Mayıs 2021 Salı

NİYAZIM ODUR Kİ

 Birer şarap yudumu dünyaya dair ne varsa dökmüşüm içime yüzümden düşen bin damla yaş gibi.

Deşer yaramı her bir anım yanıma kar kalmış anılarım olmuş hançerim zaman gibi.

Yumdum işte gözlerimi kirpiklerimden astım geceye yıldız gibi kapkarayım.

Sokak lambasına var gücüyle vurup duran sinek kadar karartmışım gözlerimin önünü.

Sarhoş eder dönen başımı suni ışıklar göstermez yolumu.

Sancır göğsümde sıkışır sonum yalpalatır bedenimi kaldırımların sökük taşı.

Yeter!

İğnesi ipliği pişman oluşlarım kanatır diker acıtır kabuk tutturur bantsız yaramı.

Aymaz sabahlar ayıltmaz açık çayımı.

Güneşin burnunda bir hüzme umut ziynetim bakışlarıma hüznüm.

Affa ihtimal her ahı unuttuğum ağıtlarımın sükutları.

Efkar davetiyesi hatırladıklarım takvimlere gün ekler zihnimde devranlar döner.

Dolunayın bağrında saklanır başlangıçlarım ölüme şafak sayar.

Yorgunum biraz tenha yolumda mevsim ayaz gibi.

Savruluyorum takılıp düşe…cek gibi tekrar ve tekrar hep maziden kalmayım.

Ayılmak bilmez çift şeritli kaldırımlarda sızıp kalmış ruhuma şekersiz kahve olur dualarım.

Niyazım odur ki uyanayım zira ölmüşüm gibi yaşamak

Ben bu diyarda kabuslardayım

Neden

Mütemadiyen

Uykusuzca

Uyumaktayım?

20 Mayıs 2021 Perşembe

DUVARLAR DA PENCERELER GİBİ

Kapasam gözlerimi, sussa her şey, yankısı kalsa iz bırakan yansımaların, hissetsem…

Acelesiz, koşturmasız, sükûnetli bir tebessümle dinlesem…

Bir zamana bir mekâna insana yetişmek için telaşa girmeden, anlasam şimdimi, anlasam çocukken üzerinde oynadığım taşlı toprakları, anlasam “insan”ı …

Önünde oturup yemyeşil ağaçları seyrettiğim (içeride futbol oynarken camını kırdığımız 🙂 pencere gelse karşımda duran ruhsuz duvarın yerine ve görsem yine portakal çiçeklerini gagalayan serçenin titrek kanatlarını…

Duvarlar masum. Pencere sütten çıkmış ak kaşık değil. Manzaralar…

Duvarlar, hayal saklı hayat yüklü bakışlarımız karşısında; bir ayağı gökte bir ayağı çukurda piri faniler gibi tebessümü canlı, duruşu vakur, tavrı mütevazi… Duvarlar… Güzel dinler, susarak anlatır, bizler, anlarız da işte, biraz her şey anlamsızmışlığa vururuz. Aynaların en eski sürümü sanki 🙂 Bakıp şöyle uzunca efkâra daldın mı, kendini gördürür insana. Sesler duyurur içindeki kalabalıktan, ne melekler ne şeytanlar ne insanlar taşar oradan! Sormayın gitsin…

Penceremin önünde annemin çingene pembesi camgüzeli çiçeği… Annem hep “şu mübareğin rengi de insanın ciğerini yakıyor değil mi?” der, derince koklar. Ardından bütün Ümmet-i Muhammed’in evlatlarına sıra sıra dualar dökülür dilinden. O, radyosundan bir ilahi açıp mutfağa gidince ben, pencereye takılırım. Bakarım bahçemizin sarı çiçekli sarmaşık giyinmiş cümle kapısına, inatla yeşil yaprakları seçerim kadrajıma. Herkes “Sapsarı! Ne kadar güzel!” derken ben, o sapsarı çiçeklerin hayata tutunan kollarını görmek isterim. Zira mevsimi geçip de solduklarında dahi, yaprakları onları hiç terk etmiyor. Yeniden umuda kucak açabilsinler diye, onlarsız kalsa da yüreğinde onları koruyarak, toprağa veda etmiyorlar. Hani bazen yemek bile yiyesiniz gelmeyecek kadar gitmek istersiniz bu dünyadan… Yapraklar da hisseder o duyguyu işte. Ama yine de yerler yemeklerini. Yaşarlar. Çiçekleri için… Annelerimizin babalarımızın, evlatları için tüm dertleri sıkıntıları kocaman yürekleriyle göğüslerlerken, artık tatsız gelmesine rağmen sofradaki çorbayı içtikleri gibi… Ve yine de bize gülümsedikleri…

Pencereler diyordum, hangi manzaraya hangi gözle bakıyoruz? Sarı çiçekler güzeldir, yeşil dallar yapraklar güzeldir, onlara bakan ve Yaradan’ı tefekkür eden gönüller güzeldir…

Ya dalgın bakışlarımız? Hangi yaralarımıza “kabukdeşen hançeri” olur o sisli bakışlarımız?

Olsun. Öyle bile olsa iyidir pencereler. Her hâlükârda içini dinletir insana. Duvarlar gibi.

Biliyor musunuz, bazen “Nasıl bakıyorsan öyle görürsün” sözüne hak verir gibi oluyorum. Sonra…

16 Mayıs 2021 Pazar

GÖKYÜZÜ TOPRAK…

Gökyüzü soğuk. Toprak, yaş dolu bir çift göz gibi kokuyor, tuzlu, yakıyor içimi, yıkıyor kibrimi, deşiyor kabrini onun… Önümdeki uzun ve dar çukurda geziniyor bakışlarım. Solumda suratı donuk duran, üzerine kar giyinmiş sıcakkanlı ceset… Belki birazdan itiveririm aşağı. Ruhunun yükselişini izlerim hayalen, göklerin derinliklerinden yerin dibine çakılışını bizzat seyrederim korkusuzca.

Hayalen dedim, yaşıyor zira. Halen yaşarıyor buza kesmiş kirpikleri, bu bir ümit hani, pişman mıdır? Bir şey fark eder mi? Hani, keşke yapmasaydım, inşallah bir daha ben yapmayacağım diye sözler verse bana? İnanmalı mıyım sözlerine? Gözlerindeki buğuyu görüyorum, öncesinde, onu doğuran kül gri bulutları…

Gökyüzü! Karanlık kokuyorsun. Toprak… Kara toprak! Yıldızlar gibisin göz pınarlarımda damlalarca, mora çalan uyku hırsızlarına kucaksın. Soğuk kokuyorsun, nefesimi kesiyor esintilerin. Gök! Yüzüme bakıyorum aynamda, gördüğüm senin mavin, lacivertin, karan… Göremediğim senin güneşin, on dördün, yıldızın…

Gökyüzü! Hissediyorum seni, toprak kokuyorsun, ölüm gibi, benden içeride ben gibi sancıyorsun. Yâr yüzüne ben gibi iz bırakıyor doğumun.. da bir lekeyim sanki. Tanı bu izlerini akan gözyaşlarımın, Musa’nın kızıldenizi gibi yarılır yanağımda, geçişim olur sırattan. Gazabını geçtiğine Rahmeti’nin, umut duysam… Bilsem de ateşlere yanacağımı, onu da rahmet saysam… Nerede o iman kuvveti yüreğimde, bilemeyecek kadar O’na cc muhtacım, yalnızca O’na cc.

Şu mezar! Şu günahkâr ben’im! Şu tövbekâr hâlim! Gökyüzüm! Toprak kokarsın neden? Soluduğum nefes havada değil yükseklerinde! Toprak yerde, ben yerin altında, cesedimi itip gömdüm, görüyorum, kanım yerde değil! Şehit olmak diliyorum, Allah için yaşamak gök ise; Allah için ölmek kuşlar gibi uçarken, toprak! Hapsolmaz duygularım da düşüncelerim de inanışlarım da topa tüfeğe!

Ne alâkası mı var? Ben, uyanıyorum yeni bir bana, tövbem gök tövbem toprak! Affa ümidim cesaret affa ümidim cehaletine nefsimin, red! Gayretim; akl-ı kalbime renk olsun, geceme çoban yıldızı, günüme gök belinde kuşak olsun. Siyahım binlerce hüznüme neşe olsun. Varsın yeni sayfam beyaz değil de koyu kahve olsun, çayım da yolum gibi açık olsun. Gidiyorum gökyüzü! Yaklaştıkça toprak kokuyorsun… Biliyorum, her gün yeniden doğmak için yeniden kararıyorsun!

2 Mayıs 2021 Pazar

UYKUSUZ DOĞUM

Pencerenin cam kiri ne renktir?

Ya ardında kalan şehrinki, boz, siyah, gri?

Pencereye baksam yansıyan, aksim

Pencereden baksam, yanılsadığım...

Anımsadığım cendereden atlasaydım

Tertemiz gök, nefes, toprak, tertemizdim belki

Durdum durduğum yerde, isteksizim

Uykusuz, sancılı sebepsiz, bulanık içim

Biçimsiz suretler gezinir önümde, tiz sesli

Adı belirsizlik, makyajsız korku karakteri

Esas olanı kaçırılmış, dehlizlerde hapis

Habis duygulara esir sol yana kalanı, gölge, sis...

Arta kalanı, bir tutam öfke bir çintik kırgınlık

Yapışkan teselliler sinir bozar, bağlamaz

Bana kalan sade uzaklar, asosyal mesafe

Baktıkça ufuk incelir, gizlenir detaylar, kalan, gitmeler, 

Biraz ortaya karışık yalnızlık'la kalabalık, hepsi hikaye!

Tanıksızım, vurduğum yumruğun muhatabı uykusuz gözlerim

Kirli camlara yansırım, kırılır

Renk arama renksizim, ne minimalist kahve 

Ne kefenist yeşil ne de pessimist kasvetim

Değil, zannetme, değilim ne sû-i ne hüsn-i,

Delilsizim ne kat'i ne zanni

Hükmüm vacibe yakın caiz, ne ateş ne sevap

Ne anlatmak farz ne anlaşmak haram

Değil, konuşmak yasak, yazmak yanılsama

Pencerenin ardında kalan insanlar, eşyalar,

Zaman, yalansaması dünyanın, 

Benden inanması, geçmişimden isyanı,

Geleceğimde yok gibi ne bir kimse ne bir his ne... ne?


Sancıyorum yine uydurmaca hüzünlerde

Kıvranıp duruyor gözaltı morlarımda

Yaşantılar, akıl kaşıntısı sorgular, doğuşlar

Uykusuz geçen gecelerin sabahında

Güneş açarken düne güne gelene doğumlar

Yaşamak, belki umutlu belki mutsuz

Çoğunlukla huzurlu nadiren soluksuz

Ara sıra böyle, pencere önü efkâr manzarası

Yağmursuz, bazen sağanak, kimi ruhsuz

Öyle işte, gök, nefes, toprak, cam kenarı,

Gece sonuna yakın, ölürce doğum, uykusuz...

Hayır, uyanığım, gitmedim, buradayım

Duruyorum durduğum yüksekte, korkusuz...



19 Nisan 2021 Pazartesi

HATIRLAMAK VE UNUTMAK ÜZERİNE

Yaşadığımız her zaman diliminde, bu kimimiz için bir hafta kimimize bir ay bir yıl bir ömür vs olmak üzere değişir, hatırlamak ve unutmak üzere kendimizin hallerine şahit oluruz. Bazılarımız “eskiden şöyle şöyle hatalarım vardı, elhamdülillah şimdi öyle değilim, iyi olmaya gayret ediyorum” diyerek hatırlarız.

Bazılarımız “ben eskiden böyle değildim, meğer ne büyük nimetmiş hatalarımdan rahatsız olup pişmanlık duyabilmenin hüznü, şimdi sıksam yaş çıkmıyor gözümden, yüzümdeki tebessümlerin ruhu yok, buza kesmişim” diyerek hatırlarız.

Bazılarımız… Eminim senin de başka başka hatırladıkların ve unuttukların vardır. Hiçbir zaman tekdüze değildir insan. Tepe taklaktır çoğu zaman. Unuttuğun iyi hâllerini hatırlarsın, şimdiki gafletin seçilip çıkar gözlerinin önüne. Unuttuğun kötü hallerini hatırlarsın, şimdiki iyi olma gayretinde olduğun haline, şükürsüzlüğün nankörlüğün seçilir çıkar…

Genelliyorum sürekli, farkındayım ama yine yapacağım; hepsi iç içedir aslında hep, vefa da nisyan da “insan” paketine dahil.

Vefa dedim hatırlamaya; fikrimizce iyi ya da kötü, bize verilmiş bir yaşantı geçirdik bu zamana kadar. Kimisi cevizin yeşil kabuğu, kimisi sert kabuğu, kimisi zarı, kimisi içi mesabesindeydi… Acı ve leke bırakan, zorlayan ve emek isteyen, kuruyana kadar kekremsi kuruyunca kendine has bir tada dönüşen, çocukken bembeyaz büyüdükçe kremsi beje ya da su sarısına çalan yaş aldıkça kırışan, hani bakabilsek, aynamıza yansıyan…

(Göz altlarımız kırıştıkça saçlarımızın devralması çocukluğumuzun masum beyazını, bu da ayrı bir pencere, sonra konuşuruz)

Nisyan dedim… Unuttuklarımız var. Unutmuş olduğumuzun farkında olmadıklarımız… Kabul ediyorum bazen bu bir nimet, unutmasak nasıl yaşanır! Bazen de gaflete kaçmıyor mu kıymetli okurum, ne dersin?

(Yazımı bitirdim kontrol ederken bir parantez daha açasım geldi şu an 🙂 Hani ceviz kurudukça dışındaki yeşil kabuğun suyu çekilmeye başlar, kabuk gevşer, elinizle rahatça çıkarıp atarsınız onu. Bazı yaşantılarımızı doğru anlamlandırabilmemizin de bilemediğimiz bir zamanı vardır, diyebilir miyim buna? Kurudukça sert kabuğu hafifler, naif bir halet-i ruhiyeye bürünür ve kırılganlaşır. Bunu neye benzetmeliyim? Ve kırarsınız… Paramparça olur dağılır etrafa. İçinden alnı ve göz kenarları çizgi dolu, latif bir zar çıkar. Latif dediysem, yaş iken yiyecekseniz çıkarırsınız çünkü kekremsi olur, çıkarmadan da yerseniz şifalı olur, çıkarmayıp kuruduktan sonra yerseniz hem lezzetli hem de hafızaya faydalı olur. O zarın içinde saklıdır cevizin özü. Öyle mi sahi? Ya cevizi ceviz yapan sırf özü değilse? Benimki de laf işte, içi olmayan cevize cevizin kendisi bile itibar etmez, atar kendini ilk fırtınada dalından aşağı ya da kırıp atar bir köşeye onu insanoğlu… Ya kırılsan da meyve verebilmek ya da kırılınca aslında kendine küsmüşlüğünle yüzleşmek…)

Yazmak isterdim daha fazla ama kesildi kelimelerim şu saniye, bir şeyler hatırlıyorum, unuttuklarımı, bu iyi bir şey mi kötü mü kestiremiyorum, belki de sıfatsız düşünüp ibret alabilmesi için zamana ihtiyacı vardır akl-ı kalbimin…

Allah’a emanet olasın okurum, selametle unuta selametle hatırlayasın…

17 Nisan 2021 Cumartesi

“KÖR”ENE

– Yakalayamazsın kii!

-Siz öyle sanın… Ya..kaladım yakaladım. Hah hah haaa. Hani yakalayamazdım? Sen ebesin, yürü. Şimdi beni nasıl yakalayacakmışsın görelim ba…

-Yakaladım bileee!

-Haayır! Cıllıdın bana ne. Hile yaptın. Örtünün altından görüyordun değil mi bana ne, haksızlık!

-Ben de fark ettim görüyordu.

-Görmüyordu. Ben bağladım örtüyü, sımsıkı bağladım.

-Bu eli saymayalım o zaman. Yeniden bağlayalım gözünü…

-Oohoo! İyi o zaman her cıllıyana bir hak daha verelim! Oynamıyorum ben.

-E şimdi de sen cıllıyorsun. Şimdi gidersen biz de bir daha seninle oynamayız.

-Bırakın iki dakika sonra geri gelir.

-Gelmem.

-Biz arkadaşız olur böyle şeyler hadi barışalım oyuna yeniden başlayalım.

-O bir daha cıllırsa oynamam ama.

-Yaw tamam tamam he, hadi başlayalım. Sen bağla örtüyü herkesin gözüne, oldu mu?

-Tamam ben bağlayacağım.

-Tamam.

(Örtü çocuklardan birinin annesinin iğne oyalı yazmasıdır genellikle 🙂

Siz de oynar mıydınız “Körebe” kıymetli okurum? Torunlarınızla, çocuklarınızla, kardeşlerinizle, öğrencilerinizle, komşunun çocuklarıyla… Bu oyun sadece çocuklarla mı oynanır canım, yaşıtlarınızla da oynar mısınız eski günleri yad etmek adına? “Etme eyleme deli derler bu saatten sonra” mı diyorsunuz acaba?

Peki, sizin için Körebe oyununun son sürümünü keşfettim. “KÖR”ENE . Nasıl bağlantılar kurdunuz bu ikisi arasında? Aslında ak’armaya çalışan karışık bir zihinle çapraşık bir bağ kurdum ben ama sizler için lafı çok dolandırmayacağım. (Sadece azıcık dolanabilir 🙂

Ene, ben. Kör, kendini bilmez…

Ene, benlik. Kör, sadece kendini gördüğünden bir kendisi var sanır, acizliğini bilmez, ego mu nefs mi diyelim…

Kör, gaflette. Ene, insan.

“KÖR”ENE…

Hakikat görenedir görene

Hakikatten köre ne?

(Sanırım böyleydi, bir dizide duymuştum. Kimin sözü hatırlamıyorum.)

Nereden esti bunlar kaleme biliyor musun okurum; hani Ramazan Ayı’nda şeytanlar bağlanır insan nefsiyle baş başa kalır derler ya, ben de “Şu ramazan gelse şeytanlar bağlansa da kulluğuma insanlığıma vesvassız bir akl-ı kalb ile çeki düzen versem” diyenlerdendim şu ana kadar.

Şu an…

Akl-ı kalp dediğimle ne anlatmaya çalışıyorsa dimağım; onunla irade edip yaptığım seçimler, cüzi seçimler… İnsan olarak yaratılmış olmamızın kul boyutu var ya hani, ondan bahsediyorum, imanımın izlerini yansıtıyorsa eğer ben… Ramazan öncesinde nasıl gafilsem şimdi de öyle gafletteyim. Bu beni korkuttu. Sağ kulağıma bir kar suyu kaçırdı bu hâlim. Rahatsız ediyor “kör”lüğümün farkında olmak. Neden vazgeçmiyor “ene”sinden nefsim? Huzursuzluk… Ramazan Ayı’na yakışmayan hisler içinde bırakıyor beni tövbe ile gözyaşı dökemiyor olmak. Neden gözlerimden gelsinler ki, kalbimden zift zift dökülen simsiyah damlalar da günah dolu ağıt değil mi? Aynamda görünmeseler de ağlıyor olamaz mıyım, yaş yerine kan değil, kara döküyor olamaz mıyım sineme? Öyle…

Farkında olmak yeter mi? Yetmiyor. Eğer bir an önce harekete geçmezsek okurum, farkında olmaklık umursamazlık gibi bir intihara dönüşecekmiş gibi… Allah korusun. Allah imanımızı korusun. Kulluk bilincini akl-ı kalbimize yazsın. Okumayı öğretsin bize…

12 Nisan 2021 Pazartesi

HEPSİ B"EN"DİM

 


Yargılar. İnfaz kararı suçlamalar. Söz dolandırmaya lüzum yok. Unuttum çocukken. Hatırlamadım yıllarca. Sonra bir şimşek çaktı ve yağdı göğüme ceviz kadar dolular. Doldular vura vura sineme. Açıldı perdeler. Işık boğdu gözlerimi. Acıdı. Acıydı gözlerimin önüne gelenler. Kaçacak yerin yokken karabasanlarla karşı karşıya durmak… Kesildi nefesim. Şişti gözlerim. Faillerin profillerini çizdi verdi elime hatırladıklarım. Öfkelendim. Kırgınlık çöktü büyüyememiş çocukluğumun yumruk kadar yüreğine. Sustum. Sordum kendime. Sordum aynamın göz çukurunda katillerine saf niyetlerinin çocukluğumun. Suçladım. Kırgındım ve öfkeliydim işte. Geçmiş dediğin silüet dokunamadıkça tutup kollarından dur! diyemedikçe zulmüne kara dumanların, kaybettim inceliğini kalbimin. Alabildiğine kalınlaştı boynuma dolanan halat. Kurtarmaya çalışan, halatın ucunu çektikçe canım yandı, nefes alamadıkça anlatamadım. İçimde yıllandı. Tutmak istemediğimde… İşte o zaman, suçlandım iyi yaşayanlar tarafından (!) karamsarlıkla…

Hayır, öyle değil!

Dili tutulmuş bir çocuğun konuştuğu ilk cümleler bu karanlıklar. Çocuk bu, yapmayın, elbet zifirin ötesinde yıldızlar var. Unutmuştum çocukken. Büyüdüğümde hatırladım. Suçlamıştım anlamsızca kendimi yıllarca. Çocuktum. Hatırladım. Suçlu ben değildim. Kızdım. Çok üzgündüm. İnsanların neşeye ihtiyacı vardı. Güzel şeyler duymak okumak istediler. Gülmemi beklediler. İyiliğim içindi, gülmemi istediler. İyi olabilmek için ağladım. Sustum. Duygusuzlukla suçlandım. Yazdım. Yazdığım ne varsa siyah, simsiyah kasvet, iyisine kötüsüne herkese fırlattım kurşun kelimelerimi. Masumdular sahi. Kızdılar hamlığıma. Yanamadığımdan, kırılır mı düşünmeden böyle cahilce nefret kusuyorum önüme gelene, sandılar… Zanlar sel gibi aktı üzerime, sürüklendim. Bir o taşa bir bu taşa çarptım duramadım hiçbir yerde. Gitmek istedim. Bilmediğim şehirlerde kaybolmak istedim. Gittim. Sokak çocuklarını gördüm. Yakın hissettim gözlerindeki kıpır kıpır buğudaki neşeyi. Büyüktü bu şehirler. Şehrin insanları küçüldü gözümde küçümsendiğimde. Aldırmadım. Gülümsedim. Büyüklermiş gibi gülümsedim. Hoşlarına gitti. Sahteydi kimisi. Kimisi yol gösterdi. Minnet duydum. Büyüktüler, büyüttüler beni. Tramvay nedir, tramvay durağında sarı çizginin ötesine neden geçilmez, tramvayın iki kapı arasındaki daire neden dönüyor, kapı kapanırken neden içeri geçmeye çalışılmaz, pason yoksa neden parayla binilmez, ramak kala öğretmeyi lütfederek büyüttüler. Bilmek… Kibir vermişti kimisine kimisine alışkanlık yapmıştı kimisine fırsat vermişti iyilik için yolunu kaybetmiş bir çocuk ruhuna yardım etsin diye…

Zaman geçtikçe duruldum. Kırgınlığımı sevgiye dönüştürmeyi öğrenmiştim…

Fakat terk edemezdim. Bırakmamı beklediler, ben… Bırakamazdım çocukluğumu yüz üstü. Bir ben miydim? Hayır, en azından içinde kalmamalıydı bunca siyah. Reva mıydı karanlık?! Yıldız doğmalıydı artık. Dedim ya duruldum, dağıldı karanlığım sabaha döndüm, neşeme döndüm, Rabbime, özüme döndüm, huzura… Çocukluğumun elinden tutuyorum, melankolik mısralarıma ses etmeyin n’olur. Yaktığı onca defterinden kalan müsveddelerini buldukça yazıyorum. Okuyanların neden zoruna gidiyor suçlanmak? Ve karamsarlıkla duygusallıkla hatta duygusuzlukla suçluyorlar şiirlerimi, yazılarımı… Yanılıyorlar. Ben değilim, bir çocuk ruhu. Çocukluğumun…

Neşeyle huzura erince terk etmek şart mı hüznü? Olmaz. Yapamam. En azından kalemim, anlatmalı karanlığı kağıda ki gönülde yıldız açsın gece…

İnsanca yaklaşmak insana…

Bahsettiğim insanların hepsi bendim belki. Suçlanan da suçlayan da bendim. Kendimi nasıl görüyor idiysem insanlar da beni öyle görüyor zannettim. Basit bir değersizlik suçluluk psikolojisiyle açıklanabilir miydi? Nefsine zulmedenlerden olmanın bir penceresi de bu muydu bilmiyorum, bildiğim, ne o kadar gökte ne o kadar yerde… Vasat şu insan. “Ben” dedi mi kurbanlığın da kahramanlığın da, suçluluğun da… Sanırsın bir “en” yarışına girmiş nefsi. “Sen en günahkar bile değilsin. Senden daha günahkarları var” diyen zat ne kadar isabetli söylemiş. Ne bu kibir? Mazlum olmuşsun zahirde belki, Allah hidayet versin zalimlere, ya bu göze gelmez nefsin emmaresine ne demeli? Bu ne cüret! Bana nasıl zulmedilebilir? Ey nefsim! Peygamberlerin uğradıkları zulüm nedendi, açıklayabilir misin düz pazarlıkçı mantıkla? Ki çocuktun… Masumdun mazlumdun. Bunca kıyameti koparan şimdi hangi masum yanın, iyi düşün, nereden vuruyor nefsin seni, vesvası hangi yandan yaklaşıyor?… Affetmek lazım. Kızmak da yerince…

Razı olmak en hayırlısı be okurum, her halimize…

7 Nisan 2021 Çarşamba

ILK CEHENNEMLIK SON CENNETLİĞİM



Korkusuzum şu an her şeyi göze alabilirim

Deli gibi ölü gibi bir başına korkağım

Sorgusuzum şu an her cevap kabulüm

Geride kalan gibi rezil gibi suçlu gibi umursamazım

Cansızım akılsızım duygusuzum hissizim

Bilmiyorum işte keyfimce nolmuş?

Anlamıyorum bildiklerinizi, hiç, öylesine!

Gocunmuyorum yaramın kabuklarından 

Kaşıyın kanatın fark etmez kanatlanır savrulurum.

Rüzgarsızım heyhat meltemsizim

Susma orucumun öncesinde musira

Ateş patlaması iftarında kasırgayım

Sükûnet çöküntüsünde yıkık hâlde durulurum

Alâkasızım

Açım bütün açlar gibi 

Ağrıyorum ağrıyanlar gibi 

Susuzluktan ölüyorum hayvanlar gibi

Kuruyor soluyorum ağaçlar gibi de yine açıyorum çiçekler ve güneş gibi

Ağlıyor ve gülüyorum göktekiler ve yerin en dibindeki kemikler gibi

Umutluyum ve karamsarım imkansızın evlatları gibi yetimim öksüzüm ve orduyum obayım ama sokaksızım 

Ansızın yokum ve varım dünyalarınız gibi

Ben zamansızım yersizim olaysızım

Giriş gelişme sonuçsuzum

Serilmişim düğümlüyüm çözümsüzüm

Sadece kafalarınızın içindeyim yahut değilim

Sonlusunuz sonluyum

Kim miyim?

İlk cehennemlik son cennetliğim.

.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT
FeZA


YENİ YAZIMI OKUMAK İSTİYORSUN

DEĞİSİR İNSAN ZAMAN VE MEKÂN (32)

İnsanın kelimesi kalmaması nasıldır bilir misin? Bilirsin elbet. Birçok kereler yaşadın böyle zamanları. Ve inanırım, senin imtihanın da sen...