31 Ocak 2022 Pazartesi

KALEMİM DOST (3)

 



İçimde tutmamaya ahdim vardı hatırlarsın kalemim. Yeterince kök saldıktan sonra hüzün eski defterlerime, artık, bir şekilde ifade edebilmeye gayret edecektim. Yazdım, çizdim, sonu ne olursa olsun hayra yorarak. Fakat çizgilerin de yetemediği sessizlikler var içimde. İfadeye gelmiyor bir türlü dile gelmiyor. Belki de, ki sanırım öyle, ahvalimi anlaştıracak kalitede kelimelerim yok dimağımda. Eskisi gibi okumak istiyorum. Dostluğumu tazelemek kitaplarımla... Bir de ses var. Bu kez de sesi kullanmak istiyorum, müziği. Gitar öğrenmek istiyorum. Kendi bestemi kendi müziğimle kendi içimle oluşturmak...
Kalemim, içimde kalanlar var yine bir yığın! 
Yine sonunu hayra yorarak, hata yapmak korkusu pahasına, ifade etmeyi denemeli miyim? Bunu yapabilir miyim? 
Sanki en kötü senaryo...
En fazla ne olabilir? 
Neden en iyi ihtimalleri düşlemek o kadar hızlı ve kolay fakat düşünmek bu kadar zor? Neden düşler hep bitecek gibi hüzünlü düşünceler hiç bitmeyecek gibi izli, hisli..? Oysa bazen de gerçek olur düşler, cevap olur sorgularımıza düşünceler. İyiye yormak lazım değil mi kalemim? Kötüye razı olmak lazım. İfadeye gelmeyen şu içimizde kalanlarımız... Biz ne yapacağız bu sessizlikte bunca sesle içimizi, bilmiyorum. Ah be defterim, demleniyoruz işte böyle böyle. Suyumuz da kaynıyor bir taraftan, gassallar cesedimizi yıkasınlar diye. Çay... Ömür gibi, ölüm gibi, bizim gibi, bildiğin insan işte. Çayı severiz biz değil mi kalemim? Ancak çay paklıyor şu ruhumuzda dalgalanan renklerini efkârın, ahvâlin. Anlatmak gerek tabi. Anlatmak her şeyi hayra yorarak...



30 Ocak 2022 Pazar

ÇOCUK - İHTİYAR (1)



Büyümüyor çocuk yanım inatla

Takılıp düşmekten yeşil-mor dizlerim

Silinmiyor yaşları gözlerimden izlerin

Yürümüyor ihtiyar yanım inatlaşıp

Kapılıp gitmekten Azrail'in ardına

Almıyor bir nefes, ömrüm hatrına

Yaşamak diyorum, hatasıyla sefasıyla

Sen sev diyorum, affedilmemek pahasına

Zeze geliyor aklıma, 

Defterim, şeker portakalım.

Portugam, Mangaratibam, 

Mahalle sakinleri...

Büyüyorum.

Biliyorum, 

Çoktan dalgalanıp duruldu yaşıtlarım

Benimse hâlâ çalkalanmakta denizlerim

Yelkenlerim fora!

Fakat hâla bilmediğim yerlerde meltemim

Deniz tutuyor ihtiyar yanımı, 

Liman uzaklaştıkça gözlerimden.

Yağmurda sırılsıklam neşeli, çocuk yanım

Yarası kabuk -tuttukça- ellerimden.

(bişnevdergi-başlıksız şiirlerim 5)

24 Ocak 2022 Pazartesi

DEĞİŞİR İNSAN (1) HOŞ GÖNÜLLÜ OLMAK

 


Hani şu üslûp meselesini konuşurken, değişmesi gereken bir durumdan 

(FeZA mesela. Kaybetmek istemediği insanlarla yakın olmaktan uzak durur. (Bu durumun değişmesi gerektiğinin farkındayım, değişir insan...) Çünkü samimiyetine inandığı ve güvendiği insanların, her şey yolunda giderken eften püften bir konuda "yanlış üslûp" gerekçesiyle onun samimiyetini ve tüm iyiliklerini güzel hatıralarını bir kalemde silip atmaları, ona ağır gelir.

bahsetmiştim ya; bugün Nazım Hikmet'in şu sözünü  okuyunca 


  bunları tekrar düşündüm. 

"Kaybetmek", 

"samimiyetimiz, iyi'liklerimiz, güzel hatıralarımız...", 

"bir kalemde silip atmak", 

"yakın olmaktan uzak durmak".

Kaybetmek... Yakın olmaktan uzak durmak... Belki de birbirini tetikleyen şeyler bunlar. Biz kendimizi kapattıkça "tanıtmadıkça" muhatabımız bizi nasıl tanıyabilir ki? Biz, "yakınlık kurmadıkça" muhatabımız da samimiyetini iyiliklerini güzelliklerini bize nasıl tanıtabilir ki? Hâl böyleyken; "insan" ile nasıl "tanış olunur" insan nasıl "hoş görülür" insan nasıl "kazanılır" insan nasıl "ait, hür, güvende, huzurlu, samimi, sevgili, saygılı, dürüst, sadık, vefakâr, iyi... kalabilir" yanımızda yahut nasıl "sadece kendisi olarak var olabilir, kendisini dönüştürebilir, geliştirebilir" yanımızda? Acaba kendini tanıtmayan ve muhatabını tanıyamayan FeZA mı bu örnekte? 

Samimiyetimiz, iyi'liklerimiz, güzel hatıralarımız... Bütün bu hoş'luklar gönülden gelen ve zahirde can bulan şeyler değil midir? İnsan gönlünden gelerek "olduğu ve yaptıkları" için, bir karşılık bekler mi? Karşılığında istediği şey "hatır, gönül, vefa, belki de kusur ve hatalardan affediliş" olsa, bu, dost olanın haklı bir "beklentisi" midir? Beklentileri karşılanmadığında "kırılıp gönül koyan" bir dost olabilir mi? Beklentilerin karşılanmamasının zahirdeki tezahürü "hatırın, gönülün bir kalemde silinip atılması" olsa bile, dost olanın, kırgınlıklarını yeniden sevgiye dönüştürüp "gidecek olana ya da gelmeyene" onun iyi olması iyilerle karşılaşması için hayır dualar etmesi icap etmez mi? "Dost" olmak bunu gerektirirdi herhalde. Ben dost diyeyim de siz isterseniz yârinize eşinize arkadaşınıza ailenize... yakın muhatabınız olan kim varsa ona uyarlayın. Kim olursa olsun, kimse bize maddi manevi bir karşılık vermekle borçlu değil, gönülden gelmeli; gelmiyorsa hoş görmek lazım. Kendi gönlümüzden gelerek bizim yine kendimizi, samimiyetimizi... ızhar etmemiz hiç olmazsa meramımızı dürüstlükle ifade etmemiz yeterlidir. Gayrı gelen hoş gelsin bize giden hoş gitsin bizden, Nazım Hikmet'in dediği gibi bu önemli olmamalı bazen.

Yeniden başlamak gerek bazen. Değişir insan. Hoş gönüllü olmak, hoş gönüller kazanmak için yeniden "hoş"görülü olmak lazım gidene de gelmeyene de.

GÜZEL İNSANA BAKTIKÇA BAKASI GELİYOR İNSANIN


Öyle güzel insanlar da var ki bu yeryüzünde; hâlleriyle kâlleriyle sergiledikleri ve dahi sırf yüzlerinden yansıyan duruşları, insana muhabbet akıtıyor. Hem bu öyle bir muhabbet ki; Allah'a kul olmayı, Allah Rasulü'ne ümmet olmayı, Kur-an'a hadim olmayı, Salih/saliha kullara dost olmayı, ümmet-i muhammede kardeş olmayı hizmetkâr olmayı... Güzel insan olmayı "hatırlatıyor". Unutuyoruz sahi, nefsimizin derdine düşünce. Kendi çamurlarımıza gömdüğümüzden başımızı, hakikati görmek niyetimiz bilmem kaç asırlık mazide kaldı. Kalmasın. Allah öyle güzel insanlarla karşılaştırsın ki bizi, onların güzel insanlık hâlleri bize de sirayet etsin ve biz de güzel insan olmaya gayret edelim. Yalnız değiliz. Biz mü'minler, kardeşiz. Hatırlayalım da birbirimizle kardeş kardeş iyi geçinelim birbirimize doğru örnekler olalım olur mu güzel insanlar ;)

 

23 Ocak 2022 Pazar

ÜSLÛP'TAN KAYBEDIŞLERİMİZİ SAMİMİ NİYETİMİZ AFFETTİRMİYOR

 


Üslûptan kaybettiklerimizi, o kelâmı söyleyişimizdeki asıl samimi niyetimiz, affettiremiyor. 

FeZA mesela. Kaybetmek istemediği insanlarla yakın olmaktan uzak durur. (Bu durumun değişmesi gerektiğinin farkındayım, değişir insan...) Çünkü samimiyetine inandığı ve güvendiği insanların, her şey yolunda giderken eften püften bir konuda "yanlış üslûp" gerekçesiyle onun samimiyetini ve tüm iyiliklerini güzel hatıralarını bir kalemde silip atmaları, ona ağır gelir. "Sen beni tanımıyor musun?" diyesi geliyor insanın. Böylece bu insanların gözünde; muhatabını tanımak, sevmek, onu olduğu gibi kabullenip yanında kalarak onun ilerleyişine gelişimine değişimine şahitlik etmek... vb. bunların bir anda hiçbir öneminin kalmayıverişi, insanı yakın mesafelerden uzaklaştırıyor. 
Hayır, yanlış üslûba savunma yazmıyorum. Diyorum ki, samimiyet kurduğumuz yakın gördüğümüz insanları, ne kadar tanıyoruz?
Onları

ceviz kabuğunu doldurmayacak bir meselede 

sizin baktığınız pencereye göre 

yanlış üslûp kullandığı için

aslında belki de kendisinin yaşadığı çevrede normal ve içten sayılan bir şekilde ifade etmeye çalıştığı için meramını, hadi çevresi ya da niyeti bahane değil diyelim insanları bize uyduğu ölçüde doğru kabul edelim (!) ;

bir yanlış üslûbu, görünenin aksine iyi niyetle düşünülmüş fakat yanlış bir şekilde ifade edişi

affedebilecek kadar yakından tanıyor musunuz? 

Yoksa daha onu anlamaya bile çalışmadan "Ben, bana bu üslûpla konuşulmasını asla affedemem, ben bu şartlar altında devam edemem, benim için sen bu kadarsın, mümkünse bir daha yan yana gelmeyelim, iletişimimizi keselim, arkadaşlığımız buraya kadarmış..." kabilinden "doğru üslûplu sözlerle", bir kalemde silecek kadar "gurur ve prensip sahibi, kibar..." biri olarak, onu hiç mi tanımıyordunuz? 

Yanlış üslûba savunma yazmıyorum fakat yanlış olan ne ki birbirimizi tanımak gayretine bile girmeden, kendimizi açmak tanıtmak gayretine bile girmeden, öyle yakın gibi ama meğer uzak bir mesafeden, kendimiz çok kusursuzmuşuz gibi insanlardan mükemmellik ve tam tamına bizim doğrumuza uyum bekleyerek, kolayca, zihnimizde ona bir etiket yapıştırıveriyoruz?

2021-2022'DEN BİRKAÇ BİR ŞEY (1)


"Herkes de aynılaşıyor gözümde-gittikçe- geldikçe- değişse de insan zaman ve mekân- aynı- kalıyoruz işte var ve yok"

 .

"Yalnızlık soğur canı çekik bedenimde

Yanar alevlerce ağır başımda gözlerim

Yorgun hissediyorum bugün kendimi

Mevsim beyaz

Ellerim buzdan kemik gibi

Batıyor parmak uçlarım kalemime

Kanı ılık akıyor damarlarımın

Kaynamıyor genç bir aşığınki kadar

Donmuyor da

İhtiyarlamış hissediyorum göğsümdeki 

Nef-e-si

Sekerat hâli bir susamışlık çöküyor

Şerbetim şehadet, kabrim tek kişilik

Toplu gömülüyor yaşayanların hepsi"

.

 "Bir hisli görüş... Bakışlarıma çarpıp düşen kar tanesi gibi süzülerek inse ve yumuşakça erise dudaklarımda, aksa usulca yüreğimin en derinlerine tertemiz bir damla su gibi aziz- bir dost gibi ama değil. Zira benim kelimelerim afilli değildir gönül gözlüğü olmayana, sisli görünür..."

.

"Gökten yağar nazlı aklar, 

Gözbebeklerin nerede?

Yağsın bakışlarından yüreğime şu fani aşk dedikleri

Kirpiğinden, karla karışık yağmur gibi

Islanır bir çiçek yol kenarında sırılsıklam

Nerede sağanakları beşerce hislerinin?

Yağ gözünü seveyim, 

Yaş alsın ömrüm ömrüne ilişik,

Açayım solayım seninle çiçekler gibi

Sesinle nağmeler gibi can bulayım

Aşık falan değilim, sevdalı değilim...

Meçhul bir yâr nasıl sevilir? 

Deli derler insana, kul aklım nerelerde?

Gitmedim diyorum kendimden de nicedir

Kaldım mı bilmiyorum bite bite-

Azaldıkça azalıyorum

Olmayan yâre yazılır mı şiir? 

Yazmak istiyorum"

 .

 "Çek içine bir tomar nefes gibi 

yazmak istediğin ne varsa

Demlensin çay gibi içinde kalanlar,

meraklanma

Gözlerinde buharlanıyor taşanlar, 

sesinde çatallanıyor

Çek içine duman gibi 

anlatmak istemediklerini

Küllensin yıllar gibi, 

ölüne toprak olsun

Yanaklarından sarkıyor 

taşıyamadıkların,

alnında çizgileniyor

Saçlarında ağarıyor zaman, 

gün de ağarıyor şafaktan

Sinende kararıyor bulutlar, 

yağmur nazlanıyor yanağında

Ayaklarında toz bırakıyor kaçışlar"

.

"Yaşamak bir suç gibi yapışmak zorunda mı yakamıza?

Kur-an'ın affedişiyle bir nur gibi yakışmaz mı ahvalimize?

Yaşamak bir alacaklı gibi dayanmak zorunda mı kapımıza? 

Allah'ın nasibiyle bir lütuf gibi yakışmaz mı sol yanımıza?

Yaşamak bir kafes gibi hapsetmek zorunda mı bizi? 

Kuşlar gibi hür, uçurmaz mı bir ömür gözbebeklerimizi?

Yaşamak sende nefes gibi huzur doldurur içime yâr

Kavuşmak yazılmış mıdır deftere Hak bilir

Bir sıcak çay gibi ısıtır yüreğimi hayalin,

İçinde adın geçen dualarım dahi "

 


KURALSIZ YAZMAYI ÖZLEDİM, GELDİM



Ah canım okurlarım, çoook uzun zaman oldu bu blogta yazmayalı. Nicedir kendi defterimde kendime yazıp duruyorum bir şeyleri. Bazen de bizim Bişnev Dergi'de gel-gitlerimi (kurallıca :) , 24Okurda Tramvay Durağını (yine biraz kurallı) vb. yazıyorum. Ama hiçbir dergide yazdıklarım bana burada öyle taktiksiz kuralsız bam bam yazarken rahatladığım kadar sıcak samimi hissettirmiyor. Canım defterim iyi ki var. Bir de bu blog, iyi ki var; kendime ve hayata yönelmek için gitmek istediğimde gidebildiğim, dönmek istediğimde yine aynı sadakatle bana kucak açan bu blog. Sadece FeZA'nın kalemini merak edip paylaştığım kadarıyla tümm yazılarımı google'ın her bir tarafından araştırıp bulup okumak isteyen çılgın okurlarımın olduğu bu blog (sahi öyle bir ademoğlu bu yeryüzünde yaşamıyor olmalı :) Yeniden başlamak ve kuralsızca, kim ne düşünür umursamadan yazmaya devam etmek istiyorum. Çok şey değişti. Konuşuruz. Hadi Allah'a emanet ;)

YENİ YAZIMI OKUMAK İSTİYORSUN

DEĞİSİR İNSAN ZAMAN VE MEKÂN (32)

İnsanın kelimesi kalmaması nasıldır bilir misin? Bilirsin elbet. Birçok kereler yaşadın böyle zamanları. Ve inanırım, senin imtihanın da sen...