19 Nisan 2021 Pazartesi

HATIRLAMAK VE UNUTMAK ÜZERİNE

Yaşadığımız her zaman diliminde, bu kimimiz için bir hafta kimimize bir ay bir yıl bir ömür vs olmak üzere değişir, hatırlamak ve unutmak üzere kendimizin hallerine şahit oluruz. Bazılarımız “eskiden şöyle şöyle hatalarım vardı, elhamdülillah şimdi öyle değilim, iyi olmaya gayret ediyorum” diyerek hatırlarız.

Bazılarımız “ben eskiden böyle değildim, meğer ne büyük nimetmiş hatalarımdan rahatsız olup pişmanlık duyabilmenin hüznü, şimdi sıksam yaş çıkmıyor gözümden, yüzümdeki tebessümlerin ruhu yok, buza kesmişim” diyerek hatırlarız.

Bazılarımız… Eminim senin de başka başka hatırladıkların ve unuttukların vardır. Hiçbir zaman tekdüze değildir insan. Tepe taklaktır çoğu zaman. Unuttuğun iyi hâllerini hatırlarsın, şimdiki gafletin seçilip çıkar gözlerinin önüne. Unuttuğun kötü hallerini hatırlarsın, şimdiki iyi olma gayretinde olduğun haline, şükürsüzlüğün nankörlüğün seçilir çıkar…

Genelliyorum sürekli, farkındayım ama yine yapacağım; hepsi iç içedir aslında hep, vefa da nisyan da “insan” paketine dahil.

Vefa dedim hatırlamaya; fikrimizce iyi ya da kötü, bize verilmiş bir yaşantı geçirdik bu zamana kadar. Kimisi cevizin yeşil kabuğu, kimisi sert kabuğu, kimisi zarı, kimisi içi mesabesindeydi… Acı ve leke bırakan, zorlayan ve emek isteyen, kuruyana kadar kekremsi kuruyunca kendine has bir tada dönüşen, çocukken bembeyaz büyüdükçe kremsi beje ya da su sarısına çalan yaş aldıkça kırışan, hani bakabilsek, aynamıza yansıyan…

(Göz altlarımız kırıştıkça saçlarımızın devralması çocukluğumuzun masum beyazını, bu da ayrı bir pencere, sonra konuşuruz)

Nisyan dedim… Unuttuklarımız var. Unutmuş olduğumuzun farkında olmadıklarımız… Kabul ediyorum bazen bu bir nimet, unutmasak nasıl yaşanır! Bazen de gaflete kaçmıyor mu kıymetli okurum, ne dersin?

(Yazımı bitirdim kontrol ederken bir parantez daha açasım geldi şu an 🙂 Hani ceviz kurudukça dışındaki yeşil kabuğun suyu çekilmeye başlar, kabuk gevşer, elinizle rahatça çıkarıp atarsınız onu. Bazı yaşantılarımızı doğru anlamlandırabilmemizin de bilemediğimiz bir zamanı vardır, diyebilir miyim buna? Kurudukça sert kabuğu hafifler, naif bir halet-i ruhiyeye bürünür ve kırılganlaşır. Bunu neye benzetmeliyim? Ve kırarsınız… Paramparça olur dağılır etrafa. İçinden alnı ve göz kenarları çizgi dolu, latif bir zar çıkar. Latif dediysem, yaş iken yiyecekseniz çıkarırsınız çünkü kekremsi olur, çıkarmadan da yerseniz şifalı olur, çıkarmayıp kuruduktan sonra yerseniz hem lezzetli hem de hafızaya faydalı olur. O zarın içinde saklıdır cevizin özü. Öyle mi sahi? Ya cevizi ceviz yapan sırf özü değilse? Benimki de laf işte, içi olmayan cevize cevizin kendisi bile itibar etmez, atar kendini ilk fırtınada dalından aşağı ya da kırıp atar bir köşeye onu insanoğlu… Ya kırılsan da meyve verebilmek ya da kırılınca aslında kendine küsmüşlüğünle yüzleşmek…)

Yazmak isterdim daha fazla ama kesildi kelimelerim şu saniye, bir şeyler hatırlıyorum, unuttuklarımı, bu iyi bir şey mi kötü mü kestiremiyorum, belki de sıfatsız düşünüp ibret alabilmesi için zamana ihtiyacı vardır akl-ı kalbimin…

Allah’a emanet olasın okurum, selametle unuta selametle hatırlayasın…

17 Nisan 2021 Cumartesi

“KÖR”ENE

– Yakalayamazsın kii!

-Siz öyle sanın… Ya..kaladım yakaladım. Hah hah haaa. Hani yakalayamazdım? Sen ebesin, yürü. Şimdi beni nasıl yakalayacakmışsın görelim ba…

-Yakaladım bileee!

-Haayır! Cıllıdın bana ne. Hile yaptın. Örtünün altından görüyordun değil mi bana ne, haksızlık!

-Ben de fark ettim görüyordu.

-Görmüyordu. Ben bağladım örtüyü, sımsıkı bağladım.

-Bu eli saymayalım o zaman. Yeniden bağlayalım gözünü…

-Oohoo! İyi o zaman her cıllıyana bir hak daha verelim! Oynamıyorum ben.

-E şimdi de sen cıllıyorsun. Şimdi gidersen biz de bir daha seninle oynamayız.

-Bırakın iki dakika sonra geri gelir.

-Gelmem.

-Biz arkadaşız olur böyle şeyler hadi barışalım oyuna yeniden başlayalım.

-O bir daha cıllırsa oynamam ama.

-Yaw tamam tamam he, hadi başlayalım. Sen bağla örtüyü herkesin gözüne, oldu mu?

-Tamam ben bağlayacağım.

-Tamam.

(Örtü çocuklardan birinin annesinin iğne oyalı yazmasıdır genellikle 🙂

Siz de oynar mıydınız “Körebe” kıymetli okurum? Torunlarınızla, çocuklarınızla, kardeşlerinizle, öğrencilerinizle, komşunun çocuklarıyla… Bu oyun sadece çocuklarla mı oynanır canım, yaşıtlarınızla da oynar mısınız eski günleri yad etmek adına? “Etme eyleme deli derler bu saatten sonra” mı diyorsunuz acaba?

Peki, sizin için Körebe oyununun son sürümünü keşfettim. “KÖR”ENE . Nasıl bağlantılar kurdunuz bu ikisi arasında? Aslında ak’armaya çalışan karışık bir zihinle çapraşık bir bağ kurdum ben ama sizler için lafı çok dolandırmayacağım. (Sadece azıcık dolanabilir 🙂

Ene, ben. Kör, kendini bilmez…

Ene, benlik. Kör, sadece kendini gördüğünden bir kendisi var sanır, acizliğini bilmez, ego mu nefs mi diyelim…

Kör, gaflette. Ene, insan.

“KÖR”ENE…

Hakikat görenedir görene

Hakikatten köre ne?

(Sanırım böyleydi, bir dizide duymuştum. Kimin sözü hatırlamıyorum.)

Nereden esti bunlar kaleme biliyor musun okurum; hani Ramazan Ayı’nda şeytanlar bağlanır insan nefsiyle baş başa kalır derler ya, ben de “Şu ramazan gelse şeytanlar bağlansa da kulluğuma insanlığıma vesvassız bir akl-ı kalb ile çeki düzen versem” diyenlerdendim şu ana kadar.

Şu an…

Akl-ı kalp dediğimle ne anlatmaya çalışıyorsa dimağım; onunla irade edip yaptığım seçimler, cüzi seçimler… İnsan olarak yaratılmış olmamızın kul boyutu var ya hani, ondan bahsediyorum, imanımın izlerini yansıtıyorsa eğer ben… Ramazan öncesinde nasıl gafilsem şimdi de öyle gafletteyim. Bu beni korkuttu. Sağ kulağıma bir kar suyu kaçırdı bu hâlim. Rahatsız ediyor “kör”lüğümün farkında olmak. Neden vazgeçmiyor “ene”sinden nefsim? Huzursuzluk… Ramazan Ayı’na yakışmayan hisler içinde bırakıyor beni tövbe ile gözyaşı dökemiyor olmak. Neden gözlerimden gelsinler ki, kalbimden zift zift dökülen simsiyah damlalar da günah dolu ağıt değil mi? Aynamda görünmeseler de ağlıyor olamaz mıyım, yaş yerine kan değil, kara döküyor olamaz mıyım sineme? Öyle…

Farkında olmak yeter mi? Yetmiyor. Eğer bir an önce harekete geçmezsek okurum, farkında olmaklık umursamazlık gibi bir intihara dönüşecekmiş gibi… Allah korusun. Allah imanımızı korusun. Kulluk bilincini akl-ı kalbimize yazsın. Okumayı öğretsin bize…

12 Nisan 2021 Pazartesi

HEPSİ B"EN"DİM

 


Yargılar. İnfaz kararı suçlamalar. Söz dolandırmaya lüzum yok. Unuttum çocukken. Hatırlamadım yıllarca. Sonra bir şimşek çaktı ve yağdı göğüme ceviz kadar dolular. Doldular vura vura sineme. Açıldı perdeler. Işık boğdu gözlerimi. Acıdı. Acıydı gözlerimin önüne gelenler. Kaçacak yerin yokken karabasanlarla karşı karşıya durmak… Kesildi nefesim. Şişti gözlerim. Faillerin profillerini çizdi verdi elime hatırladıklarım. Öfkelendim. Kırgınlık çöktü büyüyememiş çocukluğumun yumruk kadar yüreğine. Sustum. Sordum kendime. Sordum aynamın göz çukurunda katillerine saf niyetlerinin çocukluğumun. Suçladım. Kırgındım ve öfkeliydim işte. Geçmiş dediğin silüet dokunamadıkça tutup kollarından dur! diyemedikçe zulmüne kara dumanların, kaybettim inceliğini kalbimin. Alabildiğine kalınlaştı boynuma dolanan halat. Kurtarmaya çalışan, halatın ucunu çektikçe canım yandı, nefes alamadıkça anlatamadım. İçimde yıllandı. Tutmak istemediğimde… İşte o zaman, suçlandım iyi yaşayanlar tarafından (!) karamsarlıkla…

Hayır, öyle değil!

Dili tutulmuş bir çocuğun konuştuğu ilk cümleler bu karanlıklar. Çocuk bu, yapmayın, elbet zifirin ötesinde yıldızlar var. Unutmuştum çocukken. Büyüdüğümde hatırladım. Suçlamıştım anlamsızca kendimi yıllarca. Çocuktum. Hatırladım. Suçlu ben değildim. Kızdım. Çok üzgündüm. İnsanların neşeye ihtiyacı vardı. Güzel şeyler duymak okumak istediler. Gülmemi beklediler. İyiliğim içindi, gülmemi istediler. İyi olabilmek için ağladım. Sustum. Duygusuzlukla suçlandım. Yazdım. Yazdığım ne varsa siyah, simsiyah kasvet, iyisine kötüsüne herkese fırlattım kurşun kelimelerimi. Masumdular sahi. Kızdılar hamlığıma. Yanamadığımdan, kırılır mı düşünmeden böyle cahilce nefret kusuyorum önüme gelene, sandılar… Zanlar sel gibi aktı üzerime, sürüklendim. Bir o taşa bir bu taşa çarptım duramadım hiçbir yerde. Gitmek istedim. Bilmediğim şehirlerde kaybolmak istedim. Gittim. Sokak çocuklarını gördüm. Yakın hissettim gözlerindeki kıpır kıpır buğudaki neşeyi. Büyüktü bu şehirler. Şehrin insanları küçüldü gözümde küçümsendiğimde. Aldırmadım. Gülümsedim. Büyüklermiş gibi gülümsedim. Hoşlarına gitti. Sahteydi kimisi. Kimisi yol gösterdi. Minnet duydum. Büyüktüler, büyüttüler beni. Tramvay nedir, tramvay durağında sarı çizginin ötesine neden geçilmez, tramvayın iki kapı arasındaki daire neden dönüyor, kapı kapanırken neden içeri geçmeye çalışılmaz, pason yoksa neden parayla binilmez, ramak kala öğretmeyi lütfederek büyüttüler. Bilmek… Kibir vermişti kimisine kimisine alışkanlık yapmıştı kimisine fırsat vermişti iyilik için yolunu kaybetmiş bir çocuk ruhuna yardım etsin diye…

Zaman geçtikçe duruldum. Kırgınlığımı sevgiye dönüştürmeyi öğrenmiştim…

Fakat terk edemezdim. Bırakmamı beklediler, ben… Bırakamazdım çocukluğumu yüz üstü. Bir ben miydim? Hayır, en azından içinde kalmamalıydı bunca siyah. Reva mıydı karanlık?! Yıldız doğmalıydı artık. Dedim ya duruldum, dağıldı karanlığım sabaha döndüm, neşeme döndüm, Rabbime, özüme döndüm, huzura… Çocukluğumun elinden tutuyorum, melankolik mısralarıma ses etmeyin n’olur. Yaktığı onca defterinden kalan müsveddelerini buldukça yazıyorum. Okuyanların neden zoruna gidiyor suçlanmak? Ve karamsarlıkla duygusallıkla hatta duygusuzlukla suçluyorlar şiirlerimi, yazılarımı… Yanılıyorlar. Ben değilim, bir çocuk ruhu. Çocukluğumun…

Neşeyle huzura erince terk etmek şart mı hüznü? Olmaz. Yapamam. En azından kalemim, anlatmalı karanlığı kağıda ki gönülde yıldız açsın gece…

İnsanca yaklaşmak insana…

Bahsettiğim insanların hepsi bendim belki. Suçlanan da suçlayan da bendim. Kendimi nasıl görüyor idiysem insanlar da beni öyle görüyor zannettim. Basit bir değersizlik suçluluk psikolojisiyle açıklanabilir miydi? Nefsine zulmedenlerden olmanın bir penceresi de bu muydu bilmiyorum, bildiğim, ne o kadar gökte ne o kadar yerde… Vasat şu insan. “Ben” dedi mi kurbanlığın da kahramanlığın da, suçluluğun da… Sanırsın bir “en” yarışına girmiş nefsi. “Sen en günahkar bile değilsin. Senden daha günahkarları var” diyen zat ne kadar isabetli söylemiş. Ne bu kibir? Mazlum olmuşsun zahirde belki, Allah hidayet versin zalimlere, ya bu göze gelmez nefsin emmaresine ne demeli? Bu ne cüret! Bana nasıl zulmedilebilir? Ey nefsim! Peygamberlerin uğradıkları zulüm nedendi, açıklayabilir misin düz pazarlıkçı mantıkla? Ki çocuktun… Masumdun mazlumdun. Bunca kıyameti koparan şimdi hangi masum yanın, iyi düşün, nereden vuruyor nefsin seni, vesvası hangi yandan yaklaşıyor?… Affetmek lazım. Kızmak da yerince…

Razı olmak en hayırlısı be okurum, her halimize…

7 Nisan 2021 Çarşamba

ILK CEHENNEMLIK SON CENNETLİĞİM



Korkusuzum şu an her şeyi göze alabilirim

Deli gibi ölü gibi bir başına korkağım

Sorgusuzum şu an her cevap kabulüm

Geride kalan gibi rezil gibi suçlu gibi umursamazım

Cansızım akılsızım duygusuzum hissizim

Bilmiyorum işte keyfimce nolmuş?

Anlamıyorum bildiklerinizi, hiç, öylesine!

Gocunmuyorum yaramın kabuklarından 

Kaşıyın kanatın fark etmez kanatlanır savrulurum.

Rüzgarsızım heyhat meltemsizim

Susma orucumun öncesinde musira

Ateş patlaması iftarında kasırgayım

Sükûnet çöküntüsünde yıkık hâlde durulurum

Alâkasızım

Açım bütün açlar gibi 

Ağrıyorum ağrıyanlar gibi 

Susuzluktan ölüyorum hayvanlar gibi

Kuruyor soluyorum ağaçlar gibi de yine açıyorum çiçekler ve güneş gibi

Ağlıyor ve gülüyorum göktekiler ve yerin en dibindeki kemikler gibi

Umutluyum ve karamsarım imkansızın evlatları gibi yetimim öksüzüm ve orduyum obayım ama sokaksızım 

Ansızın yokum ve varım dünyalarınız gibi

Ben zamansızım yersizim olaysızım

Giriş gelişme sonuçsuzum

Serilmişim düğümlüyüm çözümsüzüm

Sadece kafalarınızın içindeyim yahut değilim

Sonlusunuz sonluyum

Kim miyim?

İlk cehennemlik son cennetliğim.

.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT
FeZA


5 Nisan 2021 Pazartesi

ÖZEL YAZIM (7)



Ne zaman içimde tutsam, çekilmez biri oluyorum. Ne zaman da içimden geldiği gibi olsam, çekiniyorum. Ne zaman doğru olan neyse ona göre yaşamaya çalışsam, hep, bir taraftan noksan kalıyorum. 
İnsanlar... Allah cc sevmek getirse önüme, dualar düşüyor dilime. Sevmek bahane sevilmek hikâye, ben, gönlümü Rabbime açarken duyduğum huzura aşığım. Sessiz sesimi O'nun cc öyle latif duyuşuna hayranım. Değişir insan zaman mekan, çekilir nefsi de kalbi de aradan, kalıyorsa Yaradan, tamamdır benim için. Sevmek dilediğim insandan kıymetli bir iz düşmüştür yüreğime. Vuslat varsa da yoksa da fark etmez, kazınmıştır defterimde adı bilmem kaç defa. Defterimde adı olan ebede kadar dualarımdadır, iyi olsun isterim. Zaman zaman dertleşirim hayalen, bir aziz dost olur içime. Melankolim de huzurdur benim, suskunluğum da bir niyaz...

DİKENİ DİKEN, GÜLÜ GÜL MÜ?


Değişmişim. Fazla etkilemiyor. Yedi defter değil belki yüz yetmiş sayfada, hayati tehlike geçiyor :) Demir değil belki bir taş parçası... 

Bu iyi bir şey mi bilmiyorum. Dengesi nedir? Dikeni diken gülü gül mü? Böyle bilip böyle hissettiğimizde mi gerçek adaleti kurarız zihnimizde? 

Yoksa dikeni güle dahil görüp 

İncitmeden sarılıp belinden

Dokunmadan dikenine 

Yüreğimizi kanatsa bile 

Dağıtmadan taç yapraklarını

Çeksek içimize nefeslerce 

Yine de var olsa gül dikeniyle 

Dalında kalsa 

Rüzgar sallasa yeşillerini hafiften

Sarmaşıklara imrenirce

Tutsak elinden bir diğer gülü

Kovalasak peşinden yevmüd-dini

Neyin kavgası bu kalemim? Kim demiş yağmur sırf hüzün, değil, güneş hüzne dahil. Gökkuşağı kimdir duymadın mı? Kim demiş siyah mutsuz kömür kasvet, değil, bir lahza tutulmuşsa ışık beyaz dolunay, inkar edebilir misin huzuru? Gecesiz gün, güneşsiz gölge var mı? 

Gri... Dün gibi dumanlar arası

Beyaz... yarın gibi umutlar kefenler sarası

Ya şimdi?

Gün gibi kara, noktaları kalbin

Ve dahi renk cümbüşü niyazlarım!

Neyin kavgası bu kalemim?

Nefs ile kalb-i aklın iman sorgusu belli ki.




4 Nisan 2021 Pazar

ÖZEL YAZIM (6)

 


Şiir yazardım eskiden
Kalabalıktı sözcüklerim içim gibi
Az yazacaksın öz yazacaksın
Okunaklı olacak yazdıkların
Dediler. Umrumda değil.
Biliyor musun kalemim, gelmiş geçmiş tüm yazdıklarını, yakıp kül ettiklerin dahil, hepsini, birer zehirli ok misal kirpikleriyle kazıya kazıya bulacak, ve dahi okuyacak, belki atfen yazacak, ama dinleyecek, sessizliğinden hissedebilecek kadar deli bir ademoğlu yok bu cihanda. 
Derin bir nefes alıp verdim şimdi. Bir hüzün çöküyor içime, gözlerim buğulanıyor, tutuyorum.
Sebep? Bilmem. Dolanıp duruyor bir şeyler dilimin ucunda, ne diyeceğimi bilemiyorum. Ne duymam gerekiyor da ben ne duyuyorum anlamıyorum. Şu rüzgâr diyorum, tozlu esiyor, açamıyorum gözlerimi, pınarların ardında kalıyor. Efkar uğulduyor ağaç dallarının arasında. Uykum kaçıyor gözlerimden. Soğuk esiyor. 
...Biraz meşguliyetim vardı. Dersler, Bişnev vs. Her zaman söylerim, meşguliyet iyidir. En iyi susuturucu. Öldürse de yorgunluktan, ses verip rahatsız etmiyor etrafını. Bir sen biliyorsun gözden gönülden akan alı. 
Bir yıldız görürdüm yayladaki evimizin gecesinde, demli lacivertlerin en ötesinde parlardı. İşte, hep merak etmişimdir, o yıldızın altındaki bir evde kim yaşıyordu? Gitmek istemedim hiç ne bileyim, aklıma gelmedi. Bekledim ama. Belki bundan bunca uzaklaştı serap gibi ışıklar gecemden. Neden bekler insan? Neden gelsin der hep? Neden gider de hep uzak yöne... 
Ne bileyim işte ya. Yorgunum incitmekten ve incinmekten korkmaktan. Cesaret etsem neye? Sadece durup dinlemeye... Anlatan ne anlatır, dinleyen ne anlar ne bileyim? Ya öyle sanıyorsam anladığımı ne olacak? Dolanıp duruyor işte! Bildiğim bir ateş, Hak. Pervane olmak hangi yiğidin harcıymış? Şem'a yanan pervanelerin muradına bakar imrenirim. Ateşler de başka başka; kimi aşka nispet kimi ...
Ben gibi... Ya değilsem? Ya öyleysem? 
Yazarken düşünmek kadar belâ bir şey yok yeminle. Kalu'yu hatırlatması olmasa bir belası kalıyor. Neden dua eder insan? Allah için... Susuyor sesler, susuyorlar inat eder gibi, ne için? Sus! kalemim, Yağmurlar yağarak var... 
Durgunum biraz aslında, bilmiyorum, ifadesini kaybediyor suretim...

FATMA ZEHRA AKYİĞİT
FeZA

3 Nisan 2021 Cumartesi

"SES"SİZLİK


Biliyor musun sesler; kokusuzdur, tadına bakmadım hiç, ama dokunulmazdır. Sadece görmüştüm birkaç defa aynada gözlerime bakarken. Ben konuşur dururum içimden, gözlerimse nadiren cevap verir. Hatta bazen bir şeyler söylesinler diye yalvarırım, onlar, inadına susar da susar. Sağır oldum sanıyorum öyle zamanlarda ne hissettiğimi duymuyorum gibi… “İfadesiz” koydum bu “ses”sizliğin adını. Bazen, dedim ya nadiren, konuşuyorlar, dinliyorum. Öyle zamanlarda kalemim, ben… Kifayetsiz kalıyorum anlatmaya lâl dilim. Ne diyeyim ki? Dört bir taraftan diyorlar ki “ne diyorsa içindeki ses, ayağa kalk ve yaşa!” Susturabilene aşk olsun ben zaten…

Dinliyor musun? Hangi lügatteki kelimeler var dimağında? Benim kelimelerim altı yedi yaşlarındaki bir çocuğunkiler kadar. Yetişmiş anlamlarda arama. Benim kelimelerim, bir ayağı misket (gulle deriz biz ona, kimi çocuklar bilye der kimisi de gülle, bizim aşağı mahalledeki çocuklar da gulye derlerdi… ) misket çukuruna düşmüş ihtiyarın hatırlayabildikleri kadar bölük pörçük mazi…

Zor değil.

Kolay, hiç değil.

Okumayı sökmek işten bile değil, yazmak da değil mesele, aslında mesele dinleyebilmekte. Emin ol kalemim, yaşantılarca zaman alıyor, bir nefeste de bitiriyor insanı. Sonra yine de bir şirinlik yapıp ayağa da kaldırıyor, yürütüyor çocuk şarkıları fısıldayarak kulağıma.

Yine de unutuyor insan görmezden gelerek. Birer birer çekiliyor sesler, insanın içine öylesine bir “ses”sizlik çöküyor ki gönüllere ziyan…

BİLMEM SENİ SEVMEYİ BEN. KALBİM DEĞİLİM.


Bilmem büyük laflar etmeyi ben. Dimağım küçük. Damağıma dayalı et parçası sayıklar; gün batarken yaram kansız, doğarken sancısız, ayaktayken gözlerim gökte, otururken sözlerim sahte, sol yanım uykudayken, gaflet içimde… Sayıklar, dünya da dünya! Bilmem senin gözüne gönlüne hitap etmeyi ben. Gözüm ama dilim lal. Ne güneşin kamaştırır bakışımı ne terennüm ettiğin şarkı kaşır dilimi; ne ayım ne ışığım var ne denizim ne yakamozum parlak… Bilmem senin bildiklerini ben. Ümmiyim, okumak yazmak Hak getire! İşitmem ne sövüşünü ne sevişini şiirinin. Görmem ne hattını ne ağlayışını nesrinin. Bilmem senin aradığın sıfatları ben. İsim değilim. Bilmem senin varacağın yerleri ben. İzin değilim. Bilmem senin saracağın yaramı ben. Bende değilim. Bilmem seni sevmeyi ben. Kalbim değilim. Bilmem senin varlığını yokluğunu ben. Ben de olmadım. Olmak nedir bilmem ben. Ham da değilim. Yanmak nedir bilmem ben. Sönmüş de değilim. Çıra olmak nedir bilir misin sen? Tutuşturmak koca dünyayı! Külünden Anka uçurmak kanatsız… Bilmem senin içinde kaç dünya gizli? Yanmak dilersen gel. Çıra olmayı iyi bilirim. Sen değilim. Pişmek işten bile değil göreceksin, ben değilim…
.

FATMA ZEHRA AKYİĞİT

FeZA














2 Nisan 2021 Cuma

DEĞİŞİR İNSAN ZAMAN VE MEKÂN


Yaşa! diyordu ısrarla herkes, ölüm kesiyordu yolunu her köşe başında, o, sadece dinliyordu. Zaman ise yollara revan insanın değişmesini beklemeden geçip gidiyordu. Kırışıyordu yüz, ağarıyordu saç, eğiliyordu baş… Gözler, inatla göğe bakıyordu fersiz. Nehir dün berrak, bugün bulanık… Yarın belki kuruyacaktı. Değişiyordu aslında insan, zaman ve mekân fakat aynı kalıyordu… (sizce ne?)

Sizce ne, diye sordum. Bu girişe şöyle filozofvari bir cevap verip edebiyatane bir gelişmeyle şiirsel bir sonuç, afilli olurdu aslında. Fakat uzun zaman oldu gelişine göre yazmayalı, özlemişim 🙂

Benim aklıma gelen ilk şey, yaratılmış olduğumuz gerçeği hep aynı kalıyor, oldu. Daha birkaç dakika geçmişti ki bir okurumuzdan, hisler, cevabı geldi. Tam da tahmin ettiğimiz üzere birilerinin aklından, değişimin kendisi, diye bir ezber geçti. Cevap bu kadar basit olamaz, deyip hummalı bir arayış başlattı birileri içinden. Ölüm, dedi biri, değişmeyen tek şey.

Şu anda melankolik rüzgarlarım esiyor olsaydı muhtemelen, insanoğlunun acizliği, derdim cevap olarak. Şu an neşeli olmak arzusunda bir ifadesizim. Cevap olarak neden yaratılmış olduğumuz dedim ki? Emmareye meyyal bu nefs hiç akıllanmaz mı? Hiç olmazsa, hakikat, deseydim ya… Hakikat hiç değişir mi birkaç bilimsel araştırmayla birkaç akıl yordamasıyla birkaç gönül yormasıyla…? Tam olarak neşeli bir ruh halinde olsaydım cevabım ne olurdu acaba? Kabz’ında arafında böyleyse…

Şu an neler yazdım neler okudunuz hiçbir fikrim yok. İçimden ne geldiyse o. Uykum geliyor gibi. Sabah ben de okurum artık, ne yazmış kalemim, kulluk gayretinde ne kadar değişmişim? Sahi ben niye geldim?..

Fatma Zehra Akyiğit 

FeZA

3 NİSAN 2021






 

 İnsana, şu ya da bu olduğu için değil de sırf “insan” olduğu için değer vermeyi öğrenebilseydik belki de insanlar kendilerini insan yerine konulmuş hissedebilmek için, çarpık bir duygu düşünce yanılsamasıyla, bunca “insanlık dışı” şeyler yapmaya meyletmeyecekti.

Beyhude.

Hayatta hep olması gerekenler olur. Bunun böyle olmaması gerekti, diyen biz oluruz. Ve olması gerektiğini düşündüğümüz gibi bir şeyler olması için de, ne hikmetse, kılımızı bile kıpırdatmayız. Üzerinde düşünülesi…

FeZA

YENİ YAZIMI OKUMAK İSTİYORSUN

DEĞİSİR İNSAN ZAMAN VE MEKÂN (32)

İnsanın kelimesi kalmaması nasıldır bilir misin? Bilirsin elbet. Birçok kereler yaşadın böyle zamanları. Ve inanırım, senin imtihanın da sen...