25 Mayıs 2021 Salı

NİYAZIM ODUR Kİ

 Birer şarap yudumu dünyaya dair ne varsa dökmüşüm içime yüzümden düşen bin damla yaş gibi.

Deşer yaramı her bir anım yanıma kar kalmış anılarım olmuş hançerim zaman gibi.

Yumdum işte gözlerimi kirpiklerimden astım geceye yıldız gibi kapkarayım.

Sokak lambasına var gücüyle vurup duran sinek kadar karartmışım gözlerimin önünü.

Sarhoş eder dönen başımı suni ışıklar göstermez yolumu.

Sancır göğsümde sıkışır sonum yalpalatır bedenimi kaldırımların sökük taşı.

Yeter!

İğnesi ipliği pişman oluşlarım kanatır diker acıtır kabuk tutturur bantsız yaramı.

Aymaz sabahlar ayıltmaz açık çayımı.

Güneşin burnunda bir hüzme umut ziynetim bakışlarıma hüznüm.

Affa ihtimal her ahı unuttuğum ağıtlarımın sükutları.

Efkar davetiyesi hatırladıklarım takvimlere gün ekler zihnimde devranlar döner.

Dolunayın bağrında saklanır başlangıçlarım ölüme şafak sayar.

Yorgunum biraz tenha yolumda mevsim ayaz gibi.

Savruluyorum takılıp düşe…cek gibi tekrar ve tekrar hep maziden kalmayım.

Ayılmak bilmez çift şeritli kaldırımlarda sızıp kalmış ruhuma şekersiz kahve olur dualarım.

Niyazım odur ki uyanayım zira ölmüşüm gibi yaşamak

Ben bu diyarda kabuslardayım

Neden

Mütemadiyen

Uykusuzca

Uyumaktayım?

20 Mayıs 2021 Perşembe

DUVARLAR DA PENCERELER GİBİ

Kapasam gözlerimi, sussa her şey, yankısı kalsa iz bırakan yansımaların, hissetsem…

Acelesiz, koşturmasız, sükûnetli bir tebessümle dinlesem…

Bir zamana bir mekâna insana yetişmek için telaşa girmeden, anlasam şimdimi, anlasam çocukken üzerinde oynadığım taşlı toprakları, anlasam “insan”ı …

Önünde oturup yemyeşil ağaçları seyrettiğim (içeride futbol oynarken camını kırdığımız 🙂 pencere gelse karşımda duran ruhsuz duvarın yerine ve görsem yine portakal çiçeklerini gagalayan serçenin titrek kanatlarını…

Duvarlar masum. Pencere sütten çıkmış ak kaşık değil. Manzaralar…

Duvarlar, hayal saklı hayat yüklü bakışlarımız karşısında; bir ayağı gökte bir ayağı çukurda piri faniler gibi tebessümü canlı, duruşu vakur, tavrı mütevazi… Duvarlar… Güzel dinler, susarak anlatır, bizler, anlarız da işte, biraz her şey anlamsızmışlığa vururuz. Aynaların en eski sürümü sanki 🙂 Bakıp şöyle uzunca efkâra daldın mı, kendini gördürür insana. Sesler duyurur içindeki kalabalıktan, ne melekler ne şeytanlar ne insanlar taşar oradan! Sormayın gitsin…

Penceremin önünde annemin çingene pembesi camgüzeli çiçeği… Annem hep “şu mübareğin rengi de insanın ciğerini yakıyor değil mi?” der, derince koklar. Ardından bütün Ümmet-i Muhammed’in evlatlarına sıra sıra dualar dökülür dilinden. O, radyosundan bir ilahi açıp mutfağa gidince ben, pencereye takılırım. Bakarım bahçemizin sarı çiçekli sarmaşık giyinmiş cümle kapısına, inatla yeşil yaprakları seçerim kadrajıma. Herkes “Sapsarı! Ne kadar güzel!” derken ben, o sapsarı çiçeklerin hayata tutunan kollarını görmek isterim. Zira mevsimi geçip de solduklarında dahi, yaprakları onları hiç terk etmiyor. Yeniden umuda kucak açabilsinler diye, onlarsız kalsa da yüreğinde onları koruyarak, toprağa veda etmiyorlar. Hani bazen yemek bile yiyesiniz gelmeyecek kadar gitmek istersiniz bu dünyadan… Yapraklar da hisseder o duyguyu işte. Ama yine de yerler yemeklerini. Yaşarlar. Çiçekleri için… Annelerimizin babalarımızın, evlatları için tüm dertleri sıkıntıları kocaman yürekleriyle göğüslerlerken, artık tatsız gelmesine rağmen sofradaki çorbayı içtikleri gibi… Ve yine de bize gülümsedikleri…

Pencereler diyordum, hangi manzaraya hangi gözle bakıyoruz? Sarı çiçekler güzeldir, yeşil dallar yapraklar güzeldir, onlara bakan ve Yaradan’ı tefekkür eden gönüller güzeldir…

Ya dalgın bakışlarımız? Hangi yaralarımıza “kabukdeşen hançeri” olur o sisli bakışlarımız?

Olsun. Öyle bile olsa iyidir pencereler. Her hâlükârda içini dinletir insana. Duvarlar gibi.

Biliyor musunuz, bazen “Nasıl bakıyorsan öyle görürsün” sözüne hak verir gibi oluyorum. Sonra…

16 Mayıs 2021 Pazar

GÖKYÜZÜ TOPRAK…

Gökyüzü soğuk. Toprak, yaş dolu bir çift göz gibi kokuyor, tuzlu, yakıyor içimi, yıkıyor kibrimi, deşiyor kabrini onun… Önümdeki uzun ve dar çukurda geziniyor bakışlarım. Solumda suratı donuk duran, üzerine kar giyinmiş sıcakkanlı ceset… Belki birazdan itiveririm aşağı. Ruhunun yükselişini izlerim hayalen, göklerin derinliklerinden yerin dibine çakılışını bizzat seyrederim korkusuzca.

Hayalen dedim, yaşıyor zira. Halen yaşarıyor buza kesmiş kirpikleri, bu bir ümit hani, pişman mıdır? Bir şey fark eder mi? Hani, keşke yapmasaydım, inşallah bir daha ben yapmayacağım diye sözler verse bana? İnanmalı mıyım sözlerine? Gözlerindeki buğuyu görüyorum, öncesinde, onu doğuran kül gri bulutları…

Gökyüzü! Karanlık kokuyorsun. Toprak… Kara toprak! Yıldızlar gibisin göz pınarlarımda damlalarca, mora çalan uyku hırsızlarına kucaksın. Soğuk kokuyorsun, nefesimi kesiyor esintilerin. Gök! Yüzüme bakıyorum aynamda, gördüğüm senin mavin, lacivertin, karan… Göremediğim senin güneşin, on dördün, yıldızın…

Gökyüzü! Hissediyorum seni, toprak kokuyorsun, ölüm gibi, benden içeride ben gibi sancıyorsun. Yâr yüzüne ben gibi iz bırakıyor doğumun.. da bir lekeyim sanki. Tanı bu izlerini akan gözyaşlarımın, Musa’nın kızıldenizi gibi yarılır yanağımda, geçişim olur sırattan. Gazabını geçtiğine Rahmeti’nin, umut duysam… Bilsem de ateşlere yanacağımı, onu da rahmet saysam… Nerede o iman kuvveti yüreğimde, bilemeyecek kadar O’na cc muhtacım, yalnızca O’na cc.

Şu mezar! Şu günahkâr ben’im! Şu tövbekâr hâlim! Gökyüzüm! Toprak kokarsın neden? Soluduğum nefes havada değil yükseklerinde! Toprak yerde, ben yerin altında, cesedimi itip gömdüm, görüyorum, kanım yerde değil! Şehit olmak diliyorum, Allah için yaşamak gök ise; Allah için ölmek kuşlar gibi uçarken, toprak! Hapsolmaz duygularım da düşüncelerim de inanışlarım da topa tüfeğe!

Ne alâkası mı var? Ben, uyanıyorum yeni bir bana, tövbem gök tövbem toprak! Affa ümidim cesaret affa ümidim cehaletine nefsimin, red! Gayretim; akl-ı kalbime renk olsun, geceme çoban yıldızı, günüme gök belinde kuşak olsun. Siyahım binlerce hüznüme neşe olsun. Varsın yeni sayfam beyaz değil de koyu kahve olsun, çayım da yolum gibi açık olsun. Gidiyorum gökyüzü! Yaklaştıkça toprak kokuyorsun… Biliyorum, her gün yeniden doğmak için yeniden kararıyorsun!

2 Mayıs 2021 Pazar

UYKUSUZ DOĞUM

Pencerenin cam kiri ne renktir?

Ya ardında kalan şehrinki, boz, siyah, gri?

Pencereye baksam yansıyan, aksim

Pencereden baksam, yanılsadığım...

Anımsadığım cendereden atlasaydım

Tertemiz gök, nefes, toprak, tertemizdim belki

Durdum durduğum yerde, isteksizim

Uykusuz, sancılı sebepsiz, bulanık içim

Biçimsiz suretler gezinir önümde, tiz sesli

Adı belirsizlik, makyajsız korku karakteri

Esas olanı kaçırılmış, dehlizlerde hapis

Habis duygulara esir sol yana kalanı, gölge, sis...

Arta kalanı, bir tutam öfke bir çintik kırgınlık

Yapışkan teselliler sinir bozar, bağlamaz

Bana kalan sade uzaklar, asosyal mesafe

Baktıkça ufuk incelir, gizlenir detaylar, kalan, gitmeler, 

Biraz ortaya karışık yalnızlık'la kalabalık, hepsi hikaye!

Tanıksızım, vurduğum yumruğun muhatabı uykusuz gözlerim

Kirli camlara yansırım, kırılır

Renk arama renksizim, ne minimalist kahve 

Ne kefenist yeşil ne de pessimist kasvetim

Değil, zannetme, değilim ne sû-i ne hüsn-i,

Delilsizim ne kat'i ne zanni

Hükmüm vacibe yakın caiz, ne ateş ne sevap

Ne anlatmak farz ne anlaşmak haram

Değil, konuşmak yasak, yazmak yanılsama

Pencerenin ardında kalan insanlar, eşyalar,

Zaman, yalansaması dünyanın, 

Benden inanması, geçmişimden isyanı,

Geleceğimde yok gibi ne bir kimse ne bir his ne... ne?


Sancıyorum yine uydurmaca hüzünlerde

Kıvranıp duruyor gözaltı morlarımda

Yaşantılar, akıl kaşıntısı sorgular, doğuşlar

Uykusuz geçen gecelerin sabahında

Güneş açarken düne güne gelene doğumlar

Yaşamak, belki umutlu belki mutsuz

Çoğunlukla huzurlu nadiren soluksuz

Ara sıra böyle, pencere önü efkâr manzarası

Yağmursuz, bazen sağanak, kimi ruhsuz

Öyle işte, gök, nefes, toprak, cam kenarı,

Gece sonuna yakın, ölürce doğum, uykusuz...

Hayır, uyanığım, gitmedim, buradayım

Duruyorum durduğum yüksekte, korkusuz...



YENİ YAZIMI OKUMAK İSTİYORSUN

DEĞİSİR İNSAN ZAMAN VE MEKÂN (32)

İnsanın kelimesi kalmaması nasıldır bilir misin? Bilirsin elbet. Birçok kereler yaşadın böyle zamanları. Ve inanırım, senin imtihanın da sen...