25 Ağustos 2020 Salı

BELKİ HAÇÇE NENEYE KAHVE ÇARPINTI YAPIYORDUR

 


Hadi biraz özeleştiri yapalım. İnkar edecek değilim insanlardan biraz güzel yorum alınca bu çok hoşuma gitti. En çok da kendi gönlümden kopanların bir tane bile olsa başka gönüllere de dokunmuş olması beni çok mutlu etti. 

Benim kalemim çok mevsimlidir. Bazen gördüğüm kadarıyla çoğunluğun duymak istediği görmek istediği gibi neşelidir. Çoğu zaman da sorgularla düşüncelerle derin izdihamlı serin kara kıştır. 

Yazmak benim hayatımın ana damarlarından biridir. Ruhumun özgürlüğünün mekanıdır. Kendimce merak ederim kendimi, hayatı, insanları… Zamanla değişirim gelişirim. Bazen düşerim. Bazen düşmekten korktuğum olur. Bazen çıktığıma sevinsem mi sevinmesem mi şaşırırım. En son da yolu kendimi rahat bırakmakta bulurum. Yeminle, dünyanın en kötü felaket senaryolarını çize çize kendime zalım cellat olduğum olmuştur. 

Bir şey söyleyeyim mi hocam çok fazla özeleştiri de vesveseye kaçıyor bir süre sonra. Bu defa hiçbir icraate geçemiyor insan. Dedim “fza nolacaksa olur. Yaşayarak öğren. Üzgünsen üzül. Mutluysan gül yani. Kime ne zararın var? Ne yaparsan kendine. Bir faydan bir gönüldaşlığın dokunacaksa da bir insana ne âlâ.” Böyle böyle hata yapma izni verdim kalemime. 

Valla yürümeyi öğrenirken adım atar ya bebekler. Arada bir de çişli bezinin üstüne bi düşüverir. Tıs tıs geri kalkmaya uğraşır. Yine düşer derken başlar sizin benim gibi yürümeye. Onun gibi yani. Şimdi yetişkinler yürümeyi biliyor da hiç mi kapıya duvara çarpıp merdivenden koltuktan (çift taraflı anlayın bu kelimeyi) düşüp yaralanmıyor? Hayır efendim, takılıyor da düşüyor da yaralanıyor da. Siz napıyonuz onları yaralanınca? “Bak bak şuna gözün kör müydü de düştün!?” diye azarlıyor musunuz? Yoksa ona sağlık ocağının hastanenin sınıkçının (kırık çıkıkçı demek) yolunu mu tarif ediyorsunuz? 

Ya şimdi her açıdan bakmak lazım olaya. Belki yaralanan kişinin hatalarından alacağı dersler var. Belki Allah onun bir şeylerin farkına varmasını istiyor. Belki bu konu sadece takıldığı malzemeyle falan değil de bambaşka bir şeyle alakalı. 

Neyse işte hasılı kelam, rahat yazmaya karar verdim arkadaş. Zaten defterlerim bilir en rahat olduğum yer kalemimle defterim klavyemle bilgisayarım. Şimdi böyle bazen yazılarımı insanlarla da paylaşmaya başladım ya biraz çekindim önce. “Edebiyatın iletişimin bilmem nelerin kuralları gerekleri vesairesi var malum. Şöyle acık usturuplu yaz” dedim kendime. Sonra baktım olmuyor 🙂 Alışık değilim öyle yazmaya. En son da dedim işte ” okumayacak olana okutup da ne yapacaksın? Rahat bırak şu insanları relax ol. Sen yaz. Burası senin arka bahçen. Çayını kahvesini alan gelsin oh hoşbeş muhabbet tamam. (Bu arada havam ancak yazıya. konuşmak yorucu yaa) Bütün mahalleyi nasıl razı edeceksin? Hayır yani belki Haççe Neneye kahve çarpıntı yapıyor. Belki çay Abuziddin Emminin uykusunu kaçırıyor. Belki Huriye Ablayı kaynanası göndermiyor yani nereden biliyorsun değil mi ama. İyisi mi sen koy ateşe içindekileri, at sandalyeyi arka bahçeye, gelene “hoş geldin” de gelmeyene hoşça kal rahat ettiğin yerde kal” de. Hoşgör kendini. Hoşgör insanları. Üç günlük dünya evlat” falan dedim. 

Heh heh 🙂 tabi bu da kaç gün giderse. Bi melankolik meltem esince hepsi tersine dönebiliyor. Bu defa olay ” kızım ölsene sen. Niye yaşıyorsun” lara falan dönüyor. Tabi takmıyorum ve yazıyorum. Yazmak güzel. Yazmak iyidir. Yazıp rahatlayınca her şey All is well 🙂 Üç idiotsu izlemiş miydiniz? Neyse ne alaka şimdi? Dağılıyor bizim mevzu. Fza kaçar. 

(Bu arada Allaha şükür, babamın telefonundan bağlandım internete ley ley ! Dün de arkadaşımdan bağlandım loy loy! Sonrasına da Allah Kerim ahey ahey!)

.
FATMA ZEHRA AKYIGIT
FeZA

24 Ağustos 2020 Pazartesi

PAKET BİTTİ TL'MİN SON KURUŞLARI

 

Bu ay en çok okunan yazım "internetimin son kırıntıları" oldu. Ondan daha çok okunanı "kitabımın önsözü". (Durun azıcık sevineyim :) sağolasınız güzel yurdumun güzel insanları! (Tamam tamam çok da şapmaya lüzum yok. Tek başıma olmadığımı bilmek çok hoşuma gitti sadece. Tek başınalık'la can ciğeriz zaten sıkıntı yok All is well ;) E o zaman, paket bitti tl'min son kuruşlarıyla yeni yazıma başlıyorum müsadenizle.

.

İçi engellerle dolu olan biri başka birilerinin içindeki engelleri aşmasına yardımcı olabilir mi? Belki. Belki de hayır. Aslında yaralı askerin daha yaralı olan silah arkadaşına yardım etmeye çalışması gibi manidar olurdu bu. 

(Şimdi alakasız gibi görünen ama birbiriyle çok alakalı bir konudan diğerine atlayarak devam edeceğim) 

Vatanseverlik insanseverlik kanımızda var bizim. Belki bundan, daha çok kırılıyoruz sevdiklerimizden yaralanmaktan. Emin olun özümüzde kendi yaramızdan daha okkalı üzüyor bizi sevdiklerimizin acı çekiyor olması. Bizimki canımızsa onlar canımızın içinde can gibi oluyor. En kaygısız olanımızın bile acısı oluveriyor bir şehidimiz, bir yoksulumuz, bir şiddet madurumuz, bir istismar madurumuz, bir cinayet kurbanımız, bir yetim öksüzümüz, bir susuz hayvanımız, bir yanan ormanımız... 

Mahallemizdeki "deli" yi bile can biliriz biz. İstediği kadar ağzı bozuk sigara bağımlısı olsun. "Cennete biletsiz gidecek bu. Benim ömrümse cehennem ateşime odun dolu" der de can cana severiz meczubumuzu. 

Hatta sokaktaki psikopat serserimizi bile " Allah hidayet versin" dualarımızla severiz. Onlar da bu vatanın bir kanı deli parçası. Onların da bir ananın doğurduğu olduğunu biliriz. Biz de hayırsız da olsa evladımız biliriz ve tövbe edip doğru yolu bulurlar bir gün ümidiyle severiz onları. 

Hele ki milletçe severiz biz çalışan insanı. Vatanı için dini için insanı için iyi bir şeyler yapabilmeye gayret eden her kardeşimize aşığız. 

Özümüze kulak verebilsek, bir bakışımızla eritiriz biz önümüzdeki her engeli. Önümüzdekiler hadi eyvallah da ya içimizdekiler..? 

Aynaları severim ben. Siz de bakın. Görün gözlerinizi. Okumayı sevmiyorsanız bile dinleyin en azından. Sol alt köşedeki göz pınarınızın kıyısına oturmuş çocuğu görün. Çekmiş dizlerini kendine. Gömmüş başını kollarının arasına. Geri dönmek istercesine ana rahmine kıvrandıkça kıvrılmış kendi iç sancısına. Alnının teriyle ıslanmış saçları. Ağıt sesleri yanık nefesinin kesilişlerine karışmış. Sarsılışını izleyin içli içli. 

Sen kıymetli okurum, 

Yaklaş şimdi biraz daha. Ağır adımlarla yapışacak kadar yaklaş aynaya. Daya alnını cama yumruğunu duvara. (Yaa hiç yeri değil ama demeden edemicem, öncesinde bi aynayı kolonyayla sil istersen. Başımıza mikrop kapıp korona falan olma) dayadın mı? Kapat gözlerini şimdi. Göz kapaklarının ardından gör çocukluğunu. Önce okşa başını. Sarıl sonra sımsıkı. Sevilmek istiyorsan sev kendini. Korunmak istiyorsan koru kendini. Terk etme ne aklını ne kalbini sahip çık kendine. Saygı duy değer ver artık şu çocuğa! Kimseye ihtiyacı yok Allahtan başka. Neye ihtiyacın varsa o çocuğun ağzından dinle. Dinle kendini. Anlaşılmak istiyorsan anla kendini. 

En derin korkun ne bilmiyorum. Ama korkuların var biliyorum. Sadece yanında ol kendinin. (Ara da bi de saçma sapan bi espiri çak sırıt  kendine. Bi elini yüzünü yıka bi burnundan akan sümüğü sil. Hijyen önemli hijyen. Millet virüsten kırılıyor. sonra geri ciddileş de melankolik ortam hem dağılmasın hem de fazla kasmasın :) devamkee. Ve sev sevdiklerini. Kırgın olduğundan öfkeli olduğuna kadar hepsini. Onların korkularını duy. Ve uzak mesafeden de olsa hayır dualarınla yanında ol onların. En kötüsü, Allah ıslah etsin ıslah olacağı yoksa da hakettiğini bulsun de yani ne diyim. Ne kafanı meşgul ediyorsun kinle nefretle. Bırak şunu artık. Rahat bırak kendini. İçinde tutma duygularını düşüncelerini. Bilirim anlatamazsın en derindekileri. Sen de Allaha anlat daha olmuyorsa Allahım Sen biliyorsun de sus. Suskun kalmış gönlüne tercüman gerekmez bilir seni Allah. Neye ihtiyacın var bilir ve asla terk etmez. Hiç gitmeden yanında kalır kalbinde kalır aklında kalır. Dene bak, daha da seversin Allahı. Sonra Allah senin karşına Kendi sevdiği kulları çıkarır. 

Ya hacı, terapi yapak dedik vaaza başladık iyi mi :) var ya bu bazı kişisel gelişimci psikolojiciler terapi yapıyoruz ayağına ticaret yapıyor ha benden söylemesi. Yok enerjiymiş yok ışıkmış yok bilmem ne. Bildiğin bizim has İslamın içindeki aslanlar gibi tasavvufumuzu alıyorlar. Bir kaç "bilimsel araştırma" terimine çevirip kullanıyorlar. Biz de zavallı biz, gidip para veriyoruz terapi olalım iyileşelim her şey içimizde artık kurt kuş böcek kelebek olsun diye. Ya burası dünya hacı sen kime anlatıyorsun bunları. Insanız nihayetinde. Ne kadar kungfu pandadaki "inner piece" modunda kalabiliriz ki? 

Ya amaan neyse ben dağıtıyorum yine yavaştan. Bir de bu üslup tarzı nasıl oldu? Ara sıra bu tarzda da yazayım mı? Bazen kurallı yazmak sıkıcı olabiliyor. Edebiyatçılar yazsın kurallı. napim ben kendimi yazıyorum. Kafama göre yazim bence. Hadi selametle. Bitti caanım internet bitti tl bitti hadi şimdilik gideyim ben. Allaha emanet ;)

.

FATMA ZEHRA AKYİĞİT 

FeZA



22 Ağustos 2020 Cumartesi

INTERNETIMIN SON KIRINTILARI


Siz hiç iki cigabayt internet paketinizin bittiğini yüzünüze yüzünüze bildiren bimsel mesajını okuduktan sonra megabayt başı bilmem kaç kuruşunuzu kaybetmek pahasına hunharca interneti kullanmaya devam ettiniz mi? İşte şu an o internetle yazıyorum bu yazıyı. Önümüzdeki on beş yirmi gün defterlerimin başını ağrıtacağım görünüşe göre. Bugün gevezeliğim üstümde. Hmm, mutluyum ama nasıl anlatılır bilemiyorum. Sebepli sebepsiz her hüzne dair her kelime kankamdır dilim döner de bu sebepsiz mutluluk hangi kelimelerle anlatılır? Aklıma gelen ilk kelimeyi söylemekle yetineyim madem GÜN IŞIĞI…

Şimdi hüzünlü olsaydım gölgelerin istikametinde suskunca yürüyüp günbatımıyla işbirliği yapar katlederdim yıldızı ayı sonra geceyle kamufle ederdim olayı. Ne umudun polisi arardı yakalamak için faili, o da sırf üşendiğinden, ne de güzel bir geleceğin hakimi çağırırdı ceza vermek için sanık kürsüsüne. Hayal cellatlarını bizzat çağırırdım yanıma ve onlara da ikram ederdim gözyaşımdan. Falan vesaire işte. Ama şu an bütün bunlar, yazarken bile “ne alâka şimdi” dedirtip göz devirtiyor bana 🙂 Güzel şeylerden bahsetmek lazım da ne diyeyim ki? Siz mutluyken bunu nasıl ifade ediyorsunuz? Bana biraz kelime öğretseniz sevinirdim. Kendi hissettiklerimin anlamını hangi kelimelerde bulacağım acaba? İyi şeylerden de bahsetmek istiyor insan neşesi yerinde olunca. (Şimdi uçuk bir espiri yapacağım duymak istemiyorsanız kaçın ) karşınızda İngilizce konuşan insanlar var. Onların ne dediğini anlıyor gibisiniz. Aynı zamanda onlara cevap vermek için de içiniz içinize sığmıyor. İngilizce soran muhabire “Havargi” diyen dayı vardı ya bilirsiniz, işte mutluluktan bahsedesim gelince onun gibi şeyler söylüyormuşum gibi hissediyorum 🙂 İlk defa gittiğiniz turistik bir şehirde şapşal şapşal hayran hayran bakarsınız ya etrafa hazine bulmuş gibi, azıcık işler yolunda gitse “hayat yaşamaya değermiş la” moduna girsem tüm insanların bahar bahçe yanına oturup hep beraberce gülesim geliyor. Heyecanlanıyorum… Yine de kendimi bilirim. yaprak döken yanım “şşt evlat! İlham bu tarafta, sen hayırdır, rahat hoşuna gitti galiba” diyip hevesimi kursağımdan geçirip ta içimde durdurur. Dururum, susarım, okur dinler yazarım ben de. Baharıyla rüzgârıyla yaprağım savrulur düşer toprağa şairin şiiri de yerini bulur. Ne bilim işte, güzel şeyler nasıl anlatılır ki?” Evlat, iyi hoş hepsini anladık da baştaki görsel ne alakaya maydonoz?” diye düşünüyor olabirsiniz tabi haklı olarak. Napim hoşuma gitti komik buldum. “Koala” lakaplı bir arkadaşımın nadiren uyandığı ilk dakikaları hatırladım. Beni gülümsetti belki sizi de gülümsetir dedim. Sol profilden bakınca güzel duruyor bence 🙂 


FATMA ZEHRA AKYİĞİT 
FeZA

21 Ağustos 2020 Cuma

ACI SESSİZLİK



Bomboştu aynanın bana bakan yüzü.

Depderindi acı sessizlik.

Dopdoluydu huzur ve neşeyle hayaller.

Gerçekti ölmek kadar yaşamak.

Ağlamak kadar gülmek de…

Susmak ve dinlemek yeterdi duymaya özü.

Anlamak başka.

Uzundu upuzun destanları sözlerin.

Yorgundu yazar bıkkındı okur sitemkârdı yazı.

Gitmek istediği her yer uzaktı gözlerin.

Oysa yanı başındaydı kalem.

İki dudağı arasındaydı son kelam.

İfadesizdi hissiz defter.

Yetmiyordu sayfalar. 

Bomboştu gökler de denizler gibi dopdoluydu içimle.

Erimle geçimle başlamıştım ve bitecektim işte.

Hepsi geçip gidecekti ben dönüp gelecektim kendime. 

FATMA ZEHRA AKYİĞİT 

FeZA


18 Ağustos 2020 Salı

DEĞİŞİR İNSAN ZAMAN VE MEKAN



Aman Allahım! İnternetiniz bitmeyegörsün her işiniz yarım kalıyor. Kendi adıma söylüyorum şu an. İnternetim bitince hiç bir işime bakamadım. Pat! Bir anda internet gitti sosyal medya bitti. Nasreddin Hocanın kulakları çınlasın. 

Hmm bende uğraşlar bitmez tabi. B planımı ortaya çıkardım hemen. Kitap okuyup incelemelerime günlük yazı çalışmalarıma önceden hazırladığım araştırma metinlerimi özetlemeye ve röportaj çalışmalarıma başladım. Şu birkaç haftalık süreçte, mecburi internetsizlik içindeyken 🙂 bazı konularda hayata bakış açım değişti diyebilirim. Meraklanmayın ya da neyse meraklanın, hepsini birer birer yazıyorum kitabıma. 

Şimdi yayladayım. Bizim memleket Akdeniz, yaylasız zor. Rüzgar püfür püfür, hava açık, kuşlar cıvıl cıvıl, mezla ağaçları dağ kekikleri kır çiçekleri derken koku mis, içine çektiğin nefes temiz. Ortam tam kitap okuyup yazmalık. Mutluluk huzur neşe sebebi her şey. 

Neyi fark ettim biliyor musunuz, insanın iç huzuru yerindeyse hayat güzel, çirkin olan şeyler bile güzelleşiyor gibi. İç huzurunu sağdan soldan dürtüp duran bir şeyler varsa da tam tersi en mutlu olunası zamanlar mekanlar bile neşesinden şüpheye düşüyor. Ne yapmalı? Bilemiyorum. Böyle böyle yaşayıp göreceğiz hayatı galiba. 

Düşünüyorum bazen, bir yanımda yaralı bir yanımda sapasağlam insanlar var. Diğer yanımda ise bir yanı yaprak döken bir yanı bahar bahçe insanlar… De yazmalı? Kim okumalı? Kim ne anlamalı? 
Bütün bunlar için biraz daha çalışmak icap ediyor. Şimdi diyorum ki ne okumalıyım, ne anlamalıyım? 

Şu sıralar kendime sorduğum en önemli sorumu da söyleyeyim size “BEN NE İSTIYORUM?”. Bu soruyu hiç kendinize sordunuz mu? Bir denemenizi tavsiye ederim. Kısıtlamayın lütfen kendinizi her konuda olabilir. Benim cevaplarım art arda zihnimde sıralanıp duruyor. Sonra bazılarını sırf istediğim için eliyorum. Bazılarını da sırf göze aldığım için seçiyorum. Bazıları beni endişelendiriyor ama bazılarına sırf Allah için engel tanımamaya karar veriyorum. Tabi hayata geçirme kısmı biraz zaman alıyor malum. Fakat düşmeyi de kalkmayı da kabullendikten sonra insana engel mi kalıyor? Size tavsiyem, bir kenarda mutlaka B planınız olsun. Ya da hızlı düşünen biriyseniz pratikte hemen bir alternatifiniz olsun. Kendinizi tanımaya çalışın. Düştüğünüz yerde yıllarca kalmak durumunda kalsanız bile yine ayağa kalkacağınıza inanın. Ve bunun için, düştüğünüz yerde kalmak istemezsiniz elbet, acil durum çantası hazırlayın kendinize. İşe yarıyor. Ben denedim deniyorum. 

Bugün, şu anda, bunları yazmak istedim size. Önceden planlayarak yazmak uğraştırıyor ben de elime alıp klavyeyi yazıveriyorum bir şeyler. Yine görüşürüz inşAllah. İnternetim bol olduğunda daha sık yazarım artık. Şimdilik bu kadar.

.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT 

FZA

14 Ağustos 2020 Cuma

DEĞİŞİR İNSAN ZAMAN VE MEKAN

                                       

En güvendiklerinin hayır en güvenmek istediklerinin yalanına şahit olmak. Bir doğrusuna inanmak isteyip affettiklerinin yalanlarında kahrolmak. Güveniyorsun birine sonra başka bir güvendiğinden o kişinin güvenilmez olduğuna dair bir uyarı alıyorsun. Tam o kişiye karşı mesafeli olman gerektiğine karar vermek üzereyken başka bir güvendiğin, sözüne itimat etmek üzere olduğun kişi hakkında aynı uyarıyı yapıyor. Burada dikkatinizi başkasının sözüyle hareket etmekten ziyade, güven meselesine çekmek istiyorum. Bütün yakınlarının uzaklığını gördüğünde astigmat miyop gözlüğünle kime güveneceğini şaşırıp tüm dünyaya olan güvenini kaybetmek üzereyken birileri gelip seni güvene inandırmaya çalışır ya… İşte o birileriyle hiç karşılaşmadı bazılarımız. Bazılarımız hayallerinde tanıştı o insanlarla. Güvenin mümkünlüğüne inanmak istedi ve bizi de çağırdı bu hayale. Bazılarımız acıdık onun bu haline. “Hayatın sillesini yememiş henüz” dedik. Evet bazılarımız ciddi ciddi inanmak istedik, yalan yok. Hatta bazılarımız ” ne kadar da güzel söylüyor. Belki de biz hiç güvenilir insanla karşılaşmadığımızdan dolayı inanamıyoruz. Belki o gerçekten güvenilir insan görmüştür ” bile dedik. Hep merak etmişimdir her birimiz şikayetçiyiz güvensizlikten her birimiz bir başkasından, ya biz? Ben… güvenmemeyi öğrenirken güvenilmezlerden temkinli olacağım diye güvenilmezleştim mi? Güvenilir miydim? İnsanlardan kendimce sebeplerle var gücümle kaçarken haklı mıydım? Kendimden var gücümle kaçmak isterken haklı mıydım? Hissetmiş miydim? Korkmuş muydum? Kaçabilmiş miydim peki? İçimi kemirip duran insana dair kendime dair sorulardan merakımdan gerçeğe kaçınılmaz meylimden kaçabilmiş miydim? İyi mi oldu? Başımı kaldırmaya ve dünyaya bakmaya karar verdiğimde insanları görmeye başladım. Ben bir zamanlar kendimden nefret ederken güvenli esarethanemde, bazı insanlar, benim kötü bildiklerimi iyi diye yaşamaya başlamış. Beni de kötünün iyi olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar. Kaç yıl oldu? Kaç yıldır içerideydim? Şimdi neredeyim? Hayır olmaz yapamam. İstemiyorum. Tek başıma kalsam bile kendim olacağım. Güvenilmezliğinizle kabul ediyorum sizi. Her birinizi. Pekâlâ. Gözümdeki değerinizi canıma kastınıza kadar affedeceğim. Fakat canıma göz dikecek olursanız bu zevki size tattırmayacağımdan emin olabilirsiniz. O zevk Azrailime ait. O da Allah’ımın emrinde. Peki duyurmaya çalıştığım sesim ne anlatmak istiyor? Kime duyurmak istiyorum içimi? Neden anlatıyorum kendimden bir şeyleri? Neden ve kime hitap ediyorum Anlatıyorsam yalana tahammülüm olmadığındandır. Kendi yalanıma dahi… anlatıyorsam affetmek istediğimdendir. Suçluluğa tahammülüm olmadığındandır. İnsan hayatının en gizli parçası olduğunu bilsem dahi… anlatıyorsam pişmanlığımdandır. Gaflete tahammülüm kalmadığındandır. Anlatıyorsam sebebim vardır. Sebepsiz hüzünlere tahammülüm kalmadığındandır. Anlatıyorsam size güvendiğimden ya da güvenmediğimden değil artık. Zerre ümidim korkum kalmadı gerçek yüzlerinizi görmeye başladığımdan beri. Çünkü gerçek sizi tanımak mümkün mü bilmiyorum. Gördüğümü sandıklarım ya çölde serap ya gülde dikendir nereden bileyim? Kendim olmak istiyorum hepsi bu. Kendim olarak ölmek istiyorum. Biliyorum bazılarınız beni olduğum gibi kabul edip benimle birlikte kendiniz olarak yaşayacaksınız. Yaşamamızı istiyorum. Bazılarınız da gözünü bile kırpmadan bizi yargısız infaz etmekten zevk alacak. Ölmek istemeyeceğim o vakit inatla. Ben yaşayacağım kendim olarak. Ve kendim olarak Allah’ımın son noktasıyla biteceğim sayfa sonsuzumda. Hükmüm kime ait? Hükmüm bana bile ait değilken sizden hanginizin yargısı umrumda sanıyorsunuz? Yanımda olmanızı da beklemiyorum doğru anlaşılsın. Beklemiyorum. Yine de davetsiz gelirseniz Allahtan der buyur ederim sizi. Yok yok içime değil. O kadar da değil. İçimi bir Allah bilir bir de ben Allah’ın bana kendimi bildirdiği buldurduğu kadar bilirim. Size anlattıklarımla beni anlayabilir misiniz? Ne kadar? Allah beni size nasıl bildirdi? Hakkınız var. Ve ben kemdim olarak yaşamak ve kendim olarak ölmek istiyorum. İşte sebebim buydu kendimi yazarken. Siz beni okurken, özellikle de bir şekilde benim hayatımda bir selamlık zaman kadar da olsa rol almış olan kıymetlilerim…Neden korkuyorum bu kadar beni kendinizce yargısız infaz etmenizden? Birazcık bile İyi olamamaktan neden korkuyorum? Siz hepiniz iyi miydiniz ben sizi her şeye rağmen severken ve sizin için her şeye rağmen hayırlı dualar ederken, sizi her şeye rağmen kabul ederken? İyi misiniz? Ben iyi olduğumdan asla emin olmadım. Sahi, bazı insanlar teker teker gözümden düşerken neden ben gözümden düşmüşlerin gözünden düşmekten bu denli korkuyorum? Gülüp geçmem gerekir oysa. Gülüp geçmem gerekir tüm bu sebepsiz saçmalıklara. Garip bir durum… Ailemi ve geçmişimizi daha yakından tanımaya karar verdim yakınlarda. Ailemle daha da yakından iletişim kurmaya başladım. Ne korkum kaldı ne hüznüm şu sıralar. Çevremizde bazı olumsuz durumlar oldu. Tek üzüntüm babamın kırgınlığı. Diğerleri… kime haklı diyebilirim bilmiyorum ki. “İşine gelince” herkes. Ben işime gelince savunmak ya da işime gelince savaşmak istemiyorum. Bu midemi bulandırıyor. Kendim olmak. Herkesimle hiçkimsemle beraber kendim olmak. Şimdi. Bugün. Kendimi tüm sıfatlarımla, kimliğimi kişiliğimi oluşturan her ânımla ve her anımla kendimi kabul ediyorum. Ne özlemişim kendimi be! Meğer kaçmaya çalıştığım her yerin adı gurbetmiş. Sılam içimdeymiş. Sizi kendim olarak sessiz dualarımla sevmeyi özledim. Tabi siz içimdeki dayak arsızı sevgimden habersizsiniz. Bazılarınız habersizce sağdan yaklaşıp soldan yaklaşıp vurdukça vurdunuz iyi dileklerime. Neden? Kendi içimdeydim ve seviyordum sizi ben. Neden yaptınız bunu çocukluğuma? İyi yaptınız. Mutlusunuzdur umarım. Yine de seviyorum sizi işte çocukça diyorum “acımadı kii!” Ama yok. Korkum kalmadı artık. Havada asılı kalacak yumruklarınız zira bakışlarımla durduracağım bileğinizi. kırılıp düşecek kötülüklerinizin üzerimdeki parmakları. Umrumda mısınız? Sanmıyorum. Biraz bencil yaptınız beni. Bencilce kendimi suçladım her şey için. Bencilce korumak istedim kendimi. Bencilce yalnızca kendimi bulmak istedim. Sonra bencilce kendimi affetmek ve sizi suçlamak istedim. Bencilce korumak istedim sadece içi benimle aynı olanları. Bencilce içi benim gibi olanları bulmak istedim. Bencilce onları affetmek istedim. Bencilce suçu geçmişime atmak istedim. Bencilce sevmek dinlemek affetmek sarılmak korumak istedim geçmişimi. Bencilce içimdeki tüm sebepsiz acıları geçmişimdeki kötülere bıraktım. Ve kendi gerçek acılarımı özledim. Sonra n’oldu biliyor musunuz? Devam etti bu böyle. Bencilce acı çekmekten korktum ve bencilce iyi olmak istedim. Göze aldım her şeyi ve kendim olmak istedim. Dibine kadar bencilce kendim olarak ölmek istedim. Siz beni bencil yaptınız! Kimi suçluyorum? Belki de hepsi benim suçumdu. Eğer öyleyse kendimi huzurlarınızda affediyorum. Ve bir hiç olduğumu itiraf ederek nefsime haddini bildiriyorum. İste, size cömertçe sunuyorum her şeyi. Günahlarım üzerinize borç, sevaplarım miras size. işte! ödeyin çocukluğumun borcunu alın gençliğimin mirasını. Ama vermem size kendimi. Kefenimin içinde kendimle beraber götüreceğim kendimi. Sessiz sevin beni. Sessizce dualarınızda… Bir şiir yazmak istiyorum hayatıma. Vardır. Yoktur. Biliyor musunuz, şiir yazmadım ben hiç. Şiir dediler. Şairler kafiyeyi bozan her kelimeme fazlalık dedi. Şiir yazmadım ben hiç. Her kelimem gördüğümü sandıklarımdır. Fazla yaşadım belki gereksizdi yaşadıklarım. Size göre. Kime göre? Bana göreyse gerekliydi her kelimem. Hayatımdı yazdıklarım hayatıma dahil olan herkesti içimde gömülüydüler onlar kalemim mezarlığımdı ahirete doğuş sancılarımdı her harfim. şiir değil nesir değil roman değil denemelik değildi sahiciydi hepsi. Yalandı belli ki bazı şeyler. Yanlış anlattınız bana hayatı. Görmek istemedim ve yanlış anladım belki. Yanlıştı tüm seçenekler doğruyu seçmeye zorladınız beni. Kendim yazıyorum işte şimdi F şeçeneğini “KENDIM OLARAK YAŞAMAK VE KENDİM OLARAK ÖLMEK” Sınav heyecanı malum mazur görün işaretlemeye çekinmemi. Hadi, yazdım işte seçeneği öğrenciler! Dünyanın bütün öğrencileri! İşaretleyin hadi ne duruyorsunuz? Bu sınavın heyecanı meyecanı yok 😉 seçiminizi yapın da oyun başlasın. Kim kazanmış hayat sınavını görsün şu elalem. Kendiniz olarak girin hayata kendiniz olarak çıkın mezardan. Bakın en içten dualarımla yanınızdayım. Size gökyüzünün rengini falan betimlemek isterdim ben de. Daha kendi gözbebeğinin içindeki renkten bihabersiniz. Söylesenize, sizin gözyaşınız hangi renk? Bulutun karasını ne yapacaksınız batımını günün, ne yapacaksınız? size bir şeyler anlatmak istiyorum. Tanışmak ister misiniz bir insanla daha? Tahammülünüz var mı bir kaç insanın daha gerçek yüzünü görmeye? Yoksa ısrarla yalanına razı mı olacaksınız güvenmek istediklerinizin? Bırakın Allah aşkına! İçinde nefsi var diye kimi cehenneme atabilirsiniz içinde kalbi var diye kimi cennete koyabilirsiniz? Sizden söz ediyorum. Bizden söz ediyorum. İnsandan söz ediyorum. Görmeye tahammülümüz olmadığından günahsızmış gibiyiz bazılarımız ısrarla. Görmeye tahammülümüz kalmadığından tövbe ediyoruz bazılarımız. Kime ediyorum hitap? Kimi yazıyor bu kitap? Kimler dinlesin kimler okusun kimler sevsin bunları? kimler uzak olsun bu kitaptan? Keşke bir dost kabul edebilseydim içime. Keşke bir dost olabilseydim içinize. Dost olacak birini bulamadım. Tek kusuru vardı herkesin. İnsandı herkes. İnsandım ben de. İnsandan dost olabileceğine inanmak aklıma dahi gelmedi Allah’ı sevmeye talip olduğumdan beri. Evet, kendim olabileceğime inanmadan önce cevabını almak istediğim birkaç sorum var. Bana darılmazsınız değil mi? Neden böyleyim? Ben kendim olduğumda beni terk edecek misiniz? Kendim olduğumda itiraf edeceğim çünkü tüm suçlarını içimizin hepimizin. Aynen. Bazılarımızın, birer suç gibi her ânımız içimizde. Cezamızı çekmemizi istiyorum bu dünya sınırları içinde. Bazı insanlardan korkuyorsak onların zihninde yanmak hakkıdır suçlarımızın. Sebepsiz hüzünlerimiz kopkoyu birer ağıt içimizde. Katıksız birer acı. Depderin sessizlik. Anlamanızı nasıl bekleyebilirim ki? Sizi dinliyorum. Hep bir uğultu. Kendimi dinliyorum. Hep bir sessizlik. Uğultuyu kesmeden ders anlatmaz öğretmenler. Sesini kesip dinlemeden dert anlatmaz öğrenci. Ne öğrencinin uğultusu ne öğretmenin sesi kesilir. Böyledir bu. Öğrenciyiz hepimiz. Öğretmenliğe soyunmuşuz susmak bilmiyoruz dinlemek hiç bilmiyoruz varsa yoksa neşe gürültü acı sessizlik. Şşşt! Bazı insanların içimde kalsın deyip anlatmak isteyip de anlatamadıkları… Araştırdım biraz. Sizin ilginizi çekebilecek bir kitap olması için sonunu merak ederek okuyabilmeliymişsiniz. Size şimdiden söylemek istiyorum hayat sınavımdaki soruların cevap seçeneklerine F şıkkını nasıl yazdım, onu anlatacağım. Diğer şıkları her birimiz adımız gibi biliyoruz. Onları yazmaya lüzum görmüyorum şu an. Peki bu F şıkkını seçmek çok mu lazım? Buna kendiniz karar verin. Söz dinleyecek ve merakınızı taze tutacağım. Bu yüzden her şeyi benimle birlikte yavaş yavaş öğrenmenize izin vereceğim. Başlamadan önce sizden bir konuda müsade istiyorum. Müsadeniz olursa ben kendim olarak yaşamak ve kendim olarak ölmek istiyorum. Müsadeniz yoksa lütfen bu kitabı şu anda bırakın ve kendi yolunuza gidin. Çünkü bunu yazmaya karar verdiğimde silgiyi yuttum. Okumaya karar verdiyseniz yakın ateşlerinizi ve yakalım beraber. Kendimiz olmamıza engel olan tüm korkularımızı. Sulayalım kendi özümüzü ve filizlenelim.
.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT 
FeZA
.
14 AĞUSTOS 2020 CUMA

YENİ YAZIMI OKUMAK İSTİYORSUN

DEĞİSİR İNSAN ZAMAN VE MEKÂN (32)

İnsanın kelimesi kalmaması nasıldır bilir misin? Bilirsin elbet. Birçok kereler yaşadın böyle zamanları. Ve inanırım, senin imtihanın da sen...