17 Temmuz 2020 Cuma

GECE KALDI YANIMA


Geçe kaldım yine

Erkene geldi sorunlar

Düşünmek vacip oldu

Uyumak haram

Size kaldım yine yollar

Seneye kaldı

Boyuma büyük gelen hayaller

Yürümek lazım oldu

Uykusuz gezmek uyurgezere

Kör olmak çok rüya gören çocuğa

Susmak sesi yanık türkülere

Yanıma kalan ben oldum yine

Uzakta kaldı geçmiş zamanlar

Üzülmek vacip oldu

Ölmek haram

Gülmeye kaldı yine dudaklarım

İşler mesaiye kaldı

Ağlamaya vakit mi var

Gece kaldı işte üşümeye

Başka mevsim mi ân mı var yaşamaya

.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT 
FeZA

DEĞİŞİR İNSAN ZAMAN VE MEKAN


Tarih on yedi temmuz iki bin yirmi cuma. Yarım saate on sekiz olur temmuz. Üç vakte kadar gerçek olur sahtemiz. Tertemiz bir özümüz var. Her ne kadar çer çöp doluysak da boşalır bardağından göğün, gözyaşımız. Yıkarız ne olacak?! Kafiyesini Şair yazsın şiirin. Ben şiirim. Hafiyesiyim her mısra sonumun. Şairimi beğenmeyen utansın. Evet, size söylüyorum! Özgün birer şiirsiniz hepiniz. Ve ben şiir severim. Şairiniz güzel. Hayranınız olmamak mümkün mü? Bazen midemi bulandırıyorsunuz bazen aklımı. Bazen kalbime bulanık duygular atıyorsunuz ve kaçıyorsunuz. Bazen gelip kendi ellerinizle temizliyorsunuz düşlerimdeki isi pası. Bazen gaza gelip ben yazmak istiyorum sizi. Bu cüretkâr tavrıma ders oluyor son mısranız. Çünkü bilmiyorum. Ne heyecanlı şiirlersiniz! Merakla okuyorum sizi. Kendimin sonuna yaklaştıkça anlamaya başlıyorum. Bazen sadece bir harfinizi bile anlayabilmek işkence gibi, ya kargacık burgacıksınız ya beyliksiniz. Nasıl da gizlendiniz bizzat benim satır aralarıma. Arıyorum, düşünüyorum, bulamıyor, bilmiyorum yani okuyorum okuyorum da, “Şair burada ne demek istemiş?” falan oluyorum 🙂 Siz var ya, ne güzel şiirsiniz. Sonu gelmiyor kiminizin bıktırıyorsunuz cidden. Gelmek bilmiyor kiminizin yeni mısrası. Erken bitiyorsunuz. Bir bakıyorum selâ cümleleri okunuyor kiminizin en heyecanlı yerinde. Oku oku doymuyorum kiminize. Ezberletiyorsunuz kendinizi. Unutmak istiyorum unutulmuyorsunuz. Hatırlamak için yapmadığım şey kalmıyor yine de anımsayamıyorum kiminizin nasıl başladığını. Neye uğradığımı şaşırtıyorsunuz bazen. Yırtıp parçalamak istediklerimsiniz kiminiz. Şairinizin hatrına diyorum “yine de güzelsiniz be”. Şiirsiniz işte. Şiir sevilmez mi? Seviyorum her birinizi.
.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT
FeZA
.
18 TEMMUZ 2020 CUMARTESİ

DEĞİŞİR İNSAN ZAMAN VE MEKAN



Ne kadar da farklıyız sizinle. Aslında ne kadar da aynıyız. 
Sorular Hayattır. Ne kadar da çok cevap yaşadık. Yanlış sorular sorduk kimi zaman hiç ummadığımız cevapsızlıklarla boğuştuk. Yok, hayır, edebiyat parçalamaya hiç niyetim yok. Gördüm ki yaşamayı seviyoruz hepimiz. Bir ayağımızın mezarda olduğunu da adımız gibi biliyoruz. Gülü gülistanı da, dikenin battığı yeri kanattığını da çok iyi biliyoruz. Sitemlerimiz nazımızdan, öyle yorgunluğumuza bakmayın, şikayetlerimiz hep şundan bundan. Razıyız hepimiz. Buna mecbur oluşumuzdan da değil, bizzat tutkuyla bağımlısıyız hayatın da ondan...
Ne alaka şimdi ne geveliyorsun söyle de kurtul diyorsunuz :) eyvallah.
Sorular diyorum. Çok cevap yaşadık sorusu kayıp. Çok sorular verdi hayat bize cevapları kayıp. Çok hazır cevaplar gördük tanıdık da, biz, emek verdik alın terimizle emek verdik be her ânımıza. Öyle demeyin, haksızlık etmeyin; hâlâ nefes alıyor olmak büyük zafer muhteşem bir huzur. Şükredilesi bir şey bu yaşamak, emin olun. Kim demiş mutlu olduğunu ispat etmek için gülmek farz! Kim demiş hüzün haram diye! Yalan. İsterseniz inanmayın ve ölmeyi dileyin, hadi, durmayın deneyin! Sadece bir dakikacık bekleyin. Dinleyin, size bir yol göstereceğim. Bir soru sorun hayata. Ve o cevabı almadan pes etmeyin. O cevabı alın, sonra ne yaparsanız yapın. 
Soru şu...
.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT
FeZA

16 Temmuz 2020 Perşembe

KARANLIĞIN CANINA KAST

Hasrettim ışığa. Bu yüzden kastettim karanlığın canına. Böldü anlamsız hecelerim cümlelerini içimden geçenlerin. Derken işler ters gitti. Canına okudum hem geceyle güneşin. Haşrettim sonra siyahımla sabahı aynı mahşerde. Bahsettim ölümün yanında yaşamaktan, yaşamın yanında ölmekten. Bezdim hüznümü güldürmekten, gülüşlerimin üzgün gözlerinden. Derken, söndürmeden güneşi yıldız edip doğdu gece. Seyrettim kendimi. Aydım. Güneşin özentisi, yıldızın özendiği… Şafak saydım parmaklıklar ardında. Ne için? Hasrettim ışığa. Bu yüzden kastetmiştim karanlığın canına oysa…

14 Temmuz 2020 Salı

DEĞİŞİR İNSAN ZAMAN VE MEKAN



Bazen merak ediyorum bu kadar mı masumuz suçlarken birbirimizi? Bazen gerçekten suçlu buluyorum kendimi bazen de sizden birini. Bazen affetmeye ve affedilmeye ihtiyaç duyuyorum. Nasıl ki bir günah işlediğimizde Allah’tan af diliyoruz ve bizi affetmesini ümit ediyoruz… Nasıl ki işlediğimiz günahtan dolayı kendimizi affetmedikçe o günahın kalbimizi meşgul etmesinden kurtulamıyoruz… Nasıl ki nefsimize hatakâr bir kul olduğunu ve hakkımızda verilecek hükmün yalnızca Allah’a ait olduğunu kabul ettiremedikçe kendimizi güya günahımızın çokluğuyla her çeşit cehenneme atıyoruz… Nasıl ki biz günahımızla bunca meşgulken Allah’ın affediciliğine olan imanımıza, nefsani bir suçluluk duygusuyla gölge düşürüyoruz… Nasıl ki acizliğimizin farkına varıp kendimizi affetmeye ihtiyaç duyuyoruz… Nasıl ki pişmanlığın ulvi hüznü ve imanın huzuruyla Allah’ın affına sığınmaya muhtacız… İşte öyle… İçimden geçenleri anlatmak biraz zor benim için. Bazen sadece hissediyorum fakat kelimesini bilmiyorum. Bakıyorum sadece. Okunaklı mı bakışlarım sustuğum zamanlarda? Bunu siz söyleyin. Konuşmak zor benim için. Evet, şu an sizinle bir zaafımı paylaşıyorum. Bunu bana karşı iyi de kötü de kullanabilirsiniz bundan gocunmuyorum. Eğer içimde sayfalarca cümle var da ben onları seslice okuyamıyorsam, susarım. Konuşmaya kalkışsam, kelimelerim titrer. Gidip bir köşemde yazarım. Ama size değil, kendime. Sonra içimde kalanların bir kısmı yazı olur bir kısmı yine içimde… Dokunaklı bir bakış olur aynamda sonra. Bakarım, bazen de bakmam aynaya… Bakın yine yarım kaldı işte anlatacaklarım. Ne diyordum ben, ha, evet, affetmek ve affedilmek ihtiyacımız…
.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT
FeZA
.
15 TEMMUZ 2020 SALI




10 Temmuz 2020 Cuma

GAYYA ÇUKURUNUN ÇİÇEKLERİ




 Burası Sivas Cezaevi. Şimdi size anlatacağım her şeyi baş gözünüzle değil gönül gözünüzle seyretmenizi istiyorum, bunu benim için yapabilir misiniz?   

…Başımı yukarı kaldırdığımda üst tarafını ancak görebildiğim devasa bir kapısı vardı. Kül ve duman karışımı rengi, itiraf ediyordu içindeki yangınları. Ağır ağır, sıkıca kapattım gözlerimi. Alnımdan soğuk terler akıyor, tahayyülümde kıyametler kopuyordu. Cayır cayırdı içerisi. Buram buram pişmanlık kokuyordu bu yer. Başımı indirdiğimde gördüm, durmaksızın bir içeriye bir dışarıya isyan sızıyordu kapının altından. Keskin bir soluk çekip içime, gözlerimi açacak oldum, başım ufka daireler çizdi bir an, midemden ağzıma acı bir tat geldi. Ürperdim. İçeride karşılaşacağım manzaraya dair düşünüyordum. Çarçabuk açığa çıkıyor, aynı hızla kayboluyordu görüntüler. Buraya tekrar gelmek isterken ne vardı aklımda? Ne diye gelmiş olabilirdim ben bu cehenneme? Durdum. Hemen ikaz ettim düşüncemi. “cehennem, bir arınma yeri değil mi? Bir çıra olarak seçildiysen, yanarak arınman ve yakarak arıtman için, bunda yanlış olan ne var? Ateşin kabahati ne? Kendi akıbetinden bile habersizken, güllük gülistanlık olduğundan emin olabilir misin? Sana, bu yere layık olmadığını düşündüren nedir? Cezaevi demek yok, artık ’arınma evi’ de buraya.”      

Naçizane, cezaevi namı diğer, arınma evi vaiziyim. Mahkûmlara insan olmaktan, kulluktan dem vuran bir adamım. İnsanlara hakkı hakikati anlatmayı boynuma borç bilmişim. O gün, insandım ve mahkûmdum işte ben de. Seçtiğim yahut seçildiğim bir kaderle rıza düellosundaydım. Dört duvar arasındaki mahkûmiyetim yıllar önceydi. Şimdi çok şey değişmiş ve ben nefsimle zincirlenmiştim kendi içime. Bulabildiğim bütün anahtarları deniyordum kilidimi açabilmek, özgürlüğe kavuşabilmek için. Yıllar sonra, nereye gitsem peşimden sürüklenen bu demir halka yığınıyla beraber gelmiştim gri kapının önüne. Gafletimden sıyırıp nefsimi, temize çıkarmaya yüzüm var mıydı? Önce kendime sonra da mahkûmlara “Allah” diyecektim. Ve hep beraber, hidayet bulmayı dileyecektik. İşim buydu işte. Osman Yüksel Serdengeçti’nin bir sözü geldi aklıma, şöyle diyordu:

_ “Benim evim, aynı hayata benziyor. Çünkü evimin bir penceresi hastaneye bakıyor diğer penceresi hapishaneye bakıyor diğer penceresi de mezarlığa bakıyor.”     

Bir insanın hayatı da bu üç şeyin etrafına dönmüyor muydu zaten. İyi bir eşiniz, aşınız… Her şeyiniz var, her şey iyi. Sabahleyin arabaya bindiniz, kontağı kıvırdınız, birisine çarptınız; işte arınma evindesiniz (!). biri size çarptı, hastanedesiniz yahut mezarlıktasınız. Hiç kimsenin bir diğerinden farkı yoktu nihayetinde. Allah cc, Külli iradesinde hangimiz için nasıl bir sonu diliyordu habersizdik. Bu bizi daha ümit var kılıyordu. Bir gün, her birimiz, gayya çukurunda açan hoş çiçeklere de dönüşebilirdik. Heyecanımı güzel niyetlere körükleyen bir sebep de buydu galiba.     

Her gün olduğu gibi o gün de arınma evine gittim. Cinayet mahkûmlarının Koğuşuna girdiğimde bir süre arkadaşların toplanmasını bekledim. Mahkûmlardan biri yeni yıkadığı ince belliye, dünyanın en kaliteli çayından doldurdu benim için. Semaverin çeşmesinden kıvrıla dağıla akan kaynar sudan sıçrayanlar, incitmiyordu avuç içinin kalın derisini. Alışıyordu insan her acıya zamanla demek. Omzuna attığı yarı kirli havluya baktım istemsizce. Bana uzattığı çayı “ Eyvallah” diyerek aldım. Bardağa eğilip tavşankanının üzerindeki buğuyu kokladım. “Hiçbir yerde bulamazsın benim demlediğim çayı hoca!” derken kaşlarını gururla kaldırmış, sırıtışını da haline uydurmuştu. Gülümsedim. Bu arada ranzalarında istirahat edenler, bahçede birbirlerine işledikleri suçları ballandıra ballandıra anlatıp sohbet edenler, her çatlağından yosun tutmuş beton zemine dalıp gitmiş bir halde bir o başa bir bu uca volta atanlar, kendi aralarında çocuk gibi oyun oynayanlar… Yavaş yavaş yerlerini alıyordu. Mahkûmların hemen hemen hepsi geldi. Herkes tamam oluncaya kadar gelmiş olanların kafalarına takılan sorularını, kendi aralarında tartışmış oldukları meseleleri, TV’de duyup aslını merak ettikleri haberleri, dertlerini, ihtiyaçlarını, cezaevi yönetiminden taleplerini vs. dinledim önce. Demek kötü bildiğimiz insanların da insanca bir tarafı vardı. Yeri geliyor vatan sevgisiyle coşuyor yeri geliyor ailelerini özlüyorlardı. Kimi zaman kendilerine iğrenç birer yaratık muamelesi yapan insanları bile seviyor, kimi zaman da içinde bulundukları kuyudan çıkabilecekleri bir anı gözlüyorlardı. Aralarında şiirler yazan, yanık sesiyle türküleri ağlatanlar vardı. Buraya geldikten sonra nesi var nesi yok her şeyini kaybedenler, öksüz yetim kalanlar vardı. Bizim gibi, iyiliklerinin yanında nefsi zafiyetleri de olan birer insandılar ve her yanı duvarlarla çevrili bir mekânda mahkûmdular işte. Bizim, herkesten gizlediğimiz günahlarımızla kanunun yakalayamadığı suçlarımızı kapatmak adına vicdanımızın etrafına ördüklerimiz gibi, onların da, yakalandıkları suçlardan arınmaları adına içine konuldukları, dikenli tellerle korunan duvarları vardı. Bizim içimizde firavunlar, nemrutlar olduğu gibi onların içinde de İsa’lar, Musa’lar vardı.      Herkes gelmişti… Derken, muhabbetimizin koyusu, çayın demini aştı, beklenen atmosfer oluştu. Almaya da vermeye de hazırdı gönüllerimiz. İncelikli bir maharetle, onlardan işittiklerim arasından yumuşak bir geçiş yaparak anlatmak istediğim konuyu açtım sonunda. Mevzu namazdı. Sordum:

_”Arkadaşlar “er” kime denir?”

_”Er, erkek adama derler hoca!”

_”Sözünün eri adama derler.”

_…Herkes kendince cevaplar verdi. Bilirsiniz, bulmaca çözerken iki kutucuk boştur. Rütbesiz askeri sorar size. Boşluklardan birine “E” diğerine “R” yazarsınız. Onlara söyledim:

_ “Devletin, kendi güvenliğini sağlayabilme noktasında istihdam ettiği, tüm giderleri devlet tarafından karşılanan rütbesiz askere “Er” denilir. ”Ardından onlara kime “Kul” denildiğini sordum. Onların cevaplarını dinledikten sonra sözü aldım:

_ “Kul, Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarına muhatap aldığı kişiye denir. Kulun erkeği kadını olmaz. Kulun mahkûmu hürü olmaz. Kulun zengini fakiri olmaz. Hepimiz Allah Teâlâ’nın kuluyuz ve O’nun emir ve yasaklarının muhatabıyız. Arkadaşlar! Bir asker ocağına teslim olduğumuz andan itibaren herhangi bir erimiz, komutanların emirlerini yerine getirmek zorundadır. Komutanların emirleri yerine getirilecek ki, bizler burada güvenliğimiz sağlanmış olarak hür yaşayacağız, çoluğumuz çocuğumuz güvenli bir şekilde okullarına gidecekler ve istikballerini kazanacaklar. Örneğin komutan, çok soğuk bir gecenin en geç vaktinde size ıssız bir noktada tek başınıza nöbet tutmanızı emredebilir. Sizin “komutanım ben gecenin o saatinde şu kar kış kıyamette, tatlı uykumu bölüp de oraya gitmek istemiyorum” veya “komutanım izlediğim dizinin en heyecanlı bölümü tam da o saatte. İmkânı yok kaçıramam. Arkadaşlarımla muhabbetim bozulur maazallah, sen şimdilik bir gidiver hele.” deme lüksünüz yoktur. Örnek veriyorum, biz ezan-ı Muhammedî okunduğu zaman ne yapıyoruz? Sabah namazı vakti diyelim “Ya şimdi kim kalkacak da buz gibi suyla temas edecek, şu sıcak yatağımı nasıl bırakırım hem benim uykum kaçarsa tekrar uyuyamıyorum” demiyor muyuz?”   

Ben sordukça, onlar cevaplarını yönelttikçe, kafamızda bir mülahaza bir sorgulama süreci başladı. Sordum: 

_”Sen bir patronsun, yanında çalışan bir adama yapması gereken bir iş için on kere talimat verdin. Ve o yapmadı. O zaman ne yapacaksın?”

_”Maaşına zam işine son veririz hocam.”

_ “İki de tokat vurur öyle yollarım hacı.”

_…Anlattım: 

_ “Rabbimiz bizi “Hayye lessaleh” derken “Haydi namaza” diye müezzinlerin sesinden davet ediyor. Biz ise her gün beş vakit ezan-ı Muhammedî okunurken “yok, ben namazımı kılmayacağım” diyerek direniyor ve emre karşı çıkıyoruz. Hem de Kuran-ı Kerim’de seksen küsur yerde namaz emri varken… Ayeti kerimede “Bir nesil vardı yeni bir nesil geldi. Bir nesil vardı ki, peygamberlerin kendilerine öğrettikleri gibi namazlarını kılardı. Onların yerine onların çocukları, torunları geldi. Onlar da heva ve heveslerine, şehvetlerine uyarak, tembellik yaparak namazlarını zayi ettiler. Biz onları cehennemin gayya kuyusuna atacağız.” diyor. Şanlı önderimiz Efendimiz aleyhissaletu vesselam, o gün sahabilere bu ayeti kerimeyi tebliğ ettiği zaman, onlar diyorlar ki: 

_“Ya Rasulallah, anladık. Bizden namazlarını bu dünyada zayi edenler, cehennemdeki gayya kuyusunun içine girecekler. Bunu öğrendik. Ama biz, gayya kuyusu nasıl bir yer onu bilmiyoruz. Sen bize ilk önce onu anlat” dediler. Bunun üzerine Efendimiz sav. başlıyor anlatmaya: 

_“Gayya kuyusu öyle bir yerdir ki, cehennemin en dip yeri… Cehennemde azap görenlerin kan ve irinlerinin aktığı yerdir. Ve azabı öyle şiddetlidir ki, cehennem bile kendi içerisindeki bu yeri gördüğü zaman ellerini açar ve “Ya Rabbi! Buranın azabından sana sığınıyorum” der.” Mahkûmlar, bu hakikatleri duyunca irkildi ve daha dikkatli dinlemeye başladılar. Devam ettim.

_”Peygamberi Zişan Efendimizin sav Ensar’dan bir sahabesi var. Ubade bin Sabit. Anlatıyor:

 _“Allah Rasulü’nün son günleriydi. Onun yanına geldim. Efendimiz, yaklaşmamı istedi. Yanına kadar geldim. Dedi ki: “Ey Ubade sana vasiyetim var. Yerine getirir misin?”” 

_”Tabi ki ya Rasulalah, elbette ki getiririm!” Dedim. Mübarek elleriyle elimi tuttu, sıktı ve buyurdu ki:

_”Sana birinci vasiyetim şudur ey Ubade; seni kıymık kıymık doğrasalar, etlerini kemiklerinden demir taraklarla ayırsalar da asla Allah’a şirk koşma” dedi.

_”Tamam ya Rasulallah sana söz veriyorum bu vasiyetini yerine getireceğim” dedim. Yeniden elimi sıktı:

_”Ey Ubade, sana ikinci vasiyetim şudur ki, seni kıymık kıymık doğrasalar, etlerini kemiklerinden demir taraklarla ayırsalar da asla namazını kasten terk etmeyeceksin” dedi. Ben de:

_”Tamam ya Rasulallah sana söz veriyorum, asla namazımı kasten terk etmeyeceğim” dedim. Bu, Allah Rasulü’nün bizden son isteği bize son vasiyetiydi. ”Hemen ardından başka bir hadis-i şerifi zikrettim. 

_”Peygamberi Zişan efendimiz “ her kim ki, namazını kılıyorsa Allah’ın zimmeti (koruması kollaması himayesi gözetimi) altındadır. Her kim de namazını kasten terk eder de kılmazsa o, Allah’ın zimmetinden dışarıya çıkar ” buyuruyor. Şimdi kim Allah’ın korumasının dışında kalmak ister? (sessizlik) Arkadaşlar! Bu hadisleri işiten büyük İslam âlimlerimiz hep şunu söylemişlerdir: “kâinatta en büyük hakikat imandır. İmandan sonra en büyük hakikat namazdır.” Yani bir insanın yapmış olduğu tüm hayırlar, güzel işler… Neler varsa, bunların bize ahirette fayda verebilmesi için tek bilet iman edebilmektir. İman ettikten sonra ise bir mü ‘minin en önemli görevi namaz kılabilmektir. İşte en büyük hakikat iman ve akabinde namazdır. Arkadaşlar, size Peygamber Efendimizin sav. başından geçen bir olayı anlattıktan sonra bu sohbetimi sonlandıracağım. Rasulullah’ın sav. vefatından bir hafta öncesidir. Allah Rasulü hastalanmış, mübarek vücudu takatten düşmüştür. Hatta o kadar dermansız bir hale gelmiştir ki, hemen evinin bitişiğinde bulunan Mescidi Nebevi’de namazları kıldıracak kadar güç derman bulamadığı için Hz Ebubekir’den namazları kıldırmasını istemiştir. Peygamberimiz sav. kendi evinde kendi namazlarını kılmaya devam ederken bir gün, sahabe-i kiram içeride ve dışarıda bekleşiyorlar, Allah Rasulü’nün son günleri… Peygamber Efendimiz sav bir gözlerini açar ki, vücudunda bir güç var. Etrafında bekleşmekte olan sahabe efendilerimize döner ve: 

_“Ey sahabem. Sizden bir şey istesem yapar mısınız?” der. Onun her kelamı Sahabe-i Kiramın başı gözü üstünedir. 

_“Ey sahabem beni Baki kabristanlığına kadar götürebilir misiniz?” der. Sahabe efendilerimiz: 

_“Tabi ki Ya Rasulallah” derler. Allah Rasulü o son takatiyle ayağa kalkar. İki sahabe, birisi sağına birisi soluna geçer. Allah Rasulü kollarını onların boyunlarına atıp onlardan destek alarak Medine kabristanlığına doğru yürümeye başlar. Arkalarından diğer sahabeler de öncüleri takip etmektedirler. Nihayet oraya vardıklarında, Rasulullah sav efendimiz kabristanda yatanlara selam verir. 

_“Esselamu aleyküm ey müminler diyarının sakinleri, selam sizin üzerinize olsun.” Selamına şu sözlerini ekler: 

_“Yarın biz de sizin yanınıza geleceğiz. Biz de sizinle birlikte bu toprağın içinde yatacağız” buyurur. Sonra son gücüyle bir kabrin başına kadar yürür. O kabrin başına geldiği zaman, namaz oturuşuyla oturur. Sahabe-i Kiram da uzağa yakına aynı şekilde otururlar. Gözler ve kulaklar Allah Resulündedir. Acaba Rasulullah ne yapacak, ne söyleyecek? (sessizlik) Peygamber Efendimiz sav. yüzü görünmeyecek şekilde başını öne eğer. Belki bir saate yakın, hareket etmeksizin oracıkta bir murakabeye dalar. Uzun bir zaman sonra sahabe-i kiram, Allah Rasulü’nün yavaş yavaş başını kaldırdığını, başını kaldırdığında, gözlerinden inci taneleri döküldüğünü görürler. Mübarek ağzından şu sözleri işitirler: 

_“ Kardeşlerimi çok özledim. Kardeşlerimi çok özledim.” Onu sav bu halde gören Selman-ı Farisi ra. dayanamaz. Oturduğu yerden kalkar ve hemen Rasulullah’ın yanına gider. Onun mübarek dizinin dibine oturur ve: 

_“Ya Rasulallah niye ağlıyorsun? Bak, kardeşlerin olan bizler seni terk etmedik ki. Bu özlem bu gözyaşları niye?” diye sorar. Efendimiz sav ona döner ve der ki: _“Ey Selman sizler benim kardeşim değilsiniz. Sizler benim ashabım, dostlarımsınız. Benim kardeşlerim kimler biliyor musun ya Selman?” Der.

 _“Kimler ya Rasulallah” diye merakını dillendirir Selman ra. 

_“Benim kardeşlerim, beni görmeden bana iman edecek olanlardır ey Selman” der. Selman-ı Farisi ra. sorularına devam eder: 

_“ Peki ya Rasulallah, siz onları görmediniz onlar sizi görmedi. O kıyametin zifiri karanlığında birbirinizi tanımadığınız bu kardeşlerinizi nereden bileceksiniz?” dediği zaman Peygamber Efendimiz sav yeniden Selman’a döner: 

_“Ey Selman, şu anlatacaklarımı bir tasavvur et bakalım.” Selman ra. merakla dinler. Efendimiz sav: 

_“Simsiyah bir at sürüsünü düşün. O simsiyah at sürüsünün içinde tek bir tane at var ki, alnında ak var. Diz kapaklarında ak var. Toynaklarında ak var. O alacalı atın sahibi, o simsiyah at sürüsünün içinde kendi atını tanıyamaz mı ey Selman?” diye sorar. 

_“Tabi ki tanır ya Rasulallah” der Selman ra. Bunun üzerine Efendimiz sav. Buyurur:

_“ Biz namazdayken secde halindeyiz ya, alnımız, burnumuz, ellerimiz, diz kapaklarımız ve ayaklarımız toprağa değiyor ya, işte, secde anında yere dokunan bu azalarımız yarın kıyametin o zifiri karanlığında pırıl pırıl parlayacak ve ben kardeşlerimi o pırıldayan azalarından tanıyacağım ey Selman.” Orada bulunan mahkumlara döndüm ve sesimi biraz daha yükselterek anlatmaya devam ettim. 

_”Arkadaşlar! Kıyametin zifiri karanlığında, bu dünyada namazlarımızı kılmayıp karanlıklar içerisinde kalıp da Allah Rasulü’nün tanıyamadığı o insanlardan mı olmak isteriz yoksa bu dünyada namazlarımızı kılıp ibadetlerimizi yapıp farlarımızı yakıp tabiri caizse “ya Rasulallah! Ben buradayım” mı demek isteriz? Eğer o gerçek kurtulmuş müminlerden olabilmek istiyorsak arkadaşlar, bugün, hemen bir sonraki vakitten itibaren namazımıza başlıyoruz. Şimdi kimler namaza başlamak istiyor?” Dediğimde koğuştaki tüm mahkûmlar birer birer “Ben ben!” demeye başladı. İşte o zaman ellerimi uzattım ve dedim ki “kim?” 

_“Kim bir sonraki ezanda namaza başlayacaksa elimi tutsun, hadi, söz verin bana”.  Koğuştaki otuz beş kırk kişilik gruptan bir kişi hariç herkes ellerini uzattı ve elimi tuttular. O suçlu ellerini, abdest nuruyla arıtmaya yeminle niyet ederek ellerimin üzerine sarılırcasına koyarken her birinin gözlerinde yaş vardı. _”Söz veriyor musunuz arkadaşlar?”

_ “Söz veriyoruz.”

_”Öyleyse bugünden itibaren başlıyoruz. Bu bizim kurtuluşumuza da vesile olsun inşallah.”      

Bir de güzel dua ettirdi Allah cc. Kaynar suyun yakmadığı avuç içlerini, gözlerinden kaynayan şifalı madenler, haşlıyordu adeta. Öyle mutluydum ki… Ölü buzluğunda donuk ruhlardı biraz önce bu insanlar. Şimdi onların gözlerinde ümitli bir yaşam gülümsüyordu. Yanaklarından aşağı süzülen sımsıcak yaşlar, eritiyordu soğuklukları. İrin yerine can doluyordu iman kadehlerine şimdi. Böyle bir manzarayı seyrediyordum işte. Hemen önümde gerçekleşiyordu her şey. Gri kapının önündeki endişelerimden utandım. Tamamen siyah ya da tamamen beyaz değildim. Hiçbir zaman hiç kimseyi hor hakir görecek durumda değildim. Af diledim Allah’tan. Allah Teâlâ, hidayet kapılarını kime açarsa dilediği anda onu en üst noktalara çıkarabilirdi. İnsanın, kemal yolculuğunda asla nefsini temize çıkarmaması gerektiğini, asla da O’ndan ümidini kesmemesi gerektiğini şimdi bir kez daha anlıyordum. Bekleyin! Duraksadım birden. Sol yanıma döndüm yavaşça. Yanımda, üzerindeki her parçası marka olan spor kıyafetlerinin, maddi gücünü teşhir ettiği biri vardı. Bir elini yumruk yapmış, diğer eliyle onu ezercesine ovuşturuyordu. Alnı kırışmış, kaşları çatılmıştı. Bir bacağı mütemadiyen sallanıyordu. Buna öfke denilebilirse şayet, ömrünüzde bir daha göremeyeceğiniz derecede masum bir öfkeyle üzgün ve kırgın görünüyordu. O kadar kişi içerisinden yalnızca o elimi tutmadı. Bu mekânda herkese sözü geçen, birkaç kimsesiz mahkûmu da himayesine alan, baskın karakterli biriydi, biliyordum. O, konuşurken her harfine bastıra bastıra racon kesen ağır abinin dili lal olmuştu. Diğer mahkûmlarla yaptığımız sözleşmeden sonra ona döndüm. Mizacıyla zıtlaşan manalı gözleri, dopdolu. Her an düşecek gibi yığılmış kirpiklerine damlacıklar. Herkes konuşuyor, bir konuşamayacak durumda olan o. Nefes alış verişi bıçaklanmış. Sanki nefes alsa içinde biriken karanlığın ortaya dökülmesinden korkuyor. Sordum:_“Gardaş sen niye elimi tutmadın?” bir anda bulutun sancısı, daralan göğsüne doğru meyletti. Bardaktan boşanırcasına ağladı ve bütün vücudu titreyerek, anahtarını yuttuğu ceviz sandığını açtı. Ağzından dökülen her kelimeyi en derinlerimde hissettim:

_”Hocam ben kılsam ne olacak ya! Kılsam ne olacak? Niye bana böyle soruyorsun? Hocam benim iki tane leşim var. İki adamın canını aldım da ben bu ceza evine girdim. Hadi Allah beni affetsin diyom. Hadi! Allah beni affetsin. Hocam benim dışarıda kulübüm, kumarhanem var. Benim dışarıda eşim, iki tane de kızım var. Başka gelirim yok, o kumarhane çalışacak ki benim çoluk çocuğumun geçimi sağlanacak. O kumarhane çalışacak ki ben şu cezaevinde geçimimi sağlayacağım. Yoksa burada ne bir kimse itibarımı bırakır ne de dışarıda eşim çocuğum doğru bir yolda gidebilir. Kötü yollara düşerler. Ben kılsam ne olur hocam? Şimdi söyler misin bana, yediğim haram içtiğim haram giydiğim haram. Çoluk çocuğuma yedirip içirdiğim giydirdiğim haram hocam. Ben namaz kılsam ne olacak, Allah kabul mü edecek?” Dedi. Konuşurken için için ağlıyordu. Hiç beklemediği bir anda ona sordum:

_”Senin bu gözyaşların yalan mı? Bu ağlayışın bizi aldatmak için mi?” Bu sözlerim ona ağır gelmiş olacak ki, ayağa fırlayıp:

_ “Ne diyon sen hoca!” Diye çıkıştı.

_”Bak gardaş, o zaman yapman gerekeni ben sana söyleyeyim. Ama önce sana başımdan geçen şu olayı anlatayım” dedim. Yavaşça oturdu, dinledi. Ona şunları anlattım:

_”Ben geçmiş hayatımda ticaretle uğraşıyordum. Alanya’da otelim vardı. Otel işletirken, yanımda çalışan personelim vardı. O personelin içinde satın alma müdürlerim vardı. Gelen teklifleri önce müdürler onaylardı. Sonra bir üst yazıyla teklifler bana gelir, kim nereden ne alışveriş yapacaksa diğer fiyat teklifleri arasından müdürlerin de öngördüğü şekilde ben onayımı verirdim onlar da gider alışverişi yapardı. Ama hiçbir zaman, çalışanlarıma güveniyor olsam da, onları kontrol etmekten geri durmazdım. Bu kontrollerim esnasında bir otelciyle tanıştım. Onun da benimkiyle aynı büyüklükte bir oteli vardı. Kendisiyle devamlı konuşmaya başladım. “Sen şunu ne kadara aldın, nereden aldın, niye bu adamdan alıyoruz, servisi nasıl?” gibi. İki otel sahibi olarak maliyet hesaplarını, fiyat karşılaştırmalarını birlikte yapmaya başladık. Bu sayede emrimizde çalışan elemanlarımızı da kontrol etmiş oluyorduk. Zamanla samimiyetimiz o kadar ileri gitti ki aramızda güzel bir dostluk gelişti. Bu arada şunu söylemeliyim, onun oteli Ruslara çalışırdı. Onun otelinde içki su gibi içilirdi mesela. Onlar ful pansiyon çalışırdı. Onun otelinde gece geç saatlere kadar bütün yiyecek içecekler bedavadır. Fuhuş gibi gayri ahlaki ne varsa orada normal bir düzenle işler. Ben, bu ortamlara normalde tiksinerek bakıyorum ama sonuçta iş icabı da olsa bu otelin sahibiyle otellerin mali hesaplarında bir şekilde yardımlaşıyorduk. Yürürken, bu arkadaşın bir bacağı aksıyordu. Bir gün konuşurken onun Kıbrıs gazisi olduğunu öğrendim. Yediği bir kurşundan dolayı da bacağı topal kalmıştı. Onun bir gazi olduğunu duyduğumda hayretler içinde kaldım. “Allah Allah” dedim içimden. Şaşkınlığımı fark ettiğinde bana 

_“Hocam sen herhalde, Ruslarla çalıştığım için, otelimde bu kadar yanlış işler yaptırdığım için bana farklı bakıyorsun” dedi. “ Hocam ben her gün sabah namazımı kılarım. Hiç kaçırmam. Namazdan sonra da bu otelde yaşananlar gözlerimin önüne gelir ve hıçkıra hıçkıra ağlarım hocam. Çok zoruma gider. Ben ki bir Kıbrıs gazisiyim. Bunları mı yapmak zorundaydım? İçki mi içirmek fuhuş mu yaptırmak zorundaydım? İşte hep bunları düşünürüm. Sen de diyorsundur şimdi, sen nasıl gazisin, sende her türlü pislik var! Hocam, ben bu işin böyle olacağını hiç düşünmemiştim. İşte, biraz paramız, arazimiz vardı. Bir teşvikle girdik, buraya bir otel yaptık, sermayemizi de bu işe gömdük. Ama ben burada içki içirip kumar oynatacağımı düşünseydim vallahi bu işe girmezdim. İşin içinden de çıkamıyorum artık hocam.” dedi. Bütün bunları anlatırken gözyaşlarına engel olamadı. Sana sorduğum gibi ona da sordum:

_”Bu gözyaşların yalan mı? Beni etkilemek için mi ağlıyorsun?”

_”Yok, hocam, neler diyorsun? Tüm samimiyetimle söylüyorum sana bunları” dedi. Bunun üzerine dedim ki:

_”Bak, eğer samimiysen, sen artık beş vakit namazını kılacaksın ve her namazın arkasından ellerini açıp “Yarabbi beni bu haramlardan kurtar” diye dua edeceksin. Allah Teâlâ öyle buyuruyor “Allahtan sabır ve namazla dua ederek yardım dileyin”. Sen eğer böyle yaparsan Allah sana daha hayırlı yeni bir kapı açar. İnşEllah bu haramdan kurtulursun” dedim. Daha sonra benim işler ters gitti. Oteli kapatıp memlekete geri döndüm. Altı ay sonra bir gün telefonum çaldı. Baktım ki bu arkadaş arıyor. 

_”Selamun aleyküm.”

_”Aleykümselam.”

_”Hocam, ben senin dediğini devamlı yaptım. Sabah namazımla birlikte diğer vakit namazlarımı da kılmaya başladım. O günden itibaren hep ellerimi açtım dua ettim. Hocam bir gün Rus firmaları, çok büyük miktarda bir para karşılığında beş yıldızlı otelimi devralmak istediler. Devrettim. Şimdi İstanbul’a geçtim. İstanbul’da büyük bir mobilya fabrikasını satın aldım. Allah beni o kötü işlerden bir şekilde çekip çıkardı, o bataktan kurtardı. Mutluluğumu seninle paylaşmak istedim. Sen bana hayırlı bir yol gösterdin, ben de, bir sıkıntın olursa sana yardımcı olmak isterim hocam” dedi.

 _“Allah razı olsun” dedim ben de. Durdum. O mahkûm arkadaşa döndüm ve dedim ki:

_”Bak, eğer sen elini açacak ve dua edecek olursan bir gün olacak ki Allah sana bu kulüpten elde ettiğin gelir yerine helalinden bir kazanç kapısı açacak. Ama sen samimiyet ve sıdk ile Allah Teâlâ’ya dua edeceksin. Ümitsizliğe kapılacak olursan da Mevlana Hz. nin şu sözünü hatırla “Sen o kapıyı çalmaya devam et. Çünkü onun kapısı öyle bir kapıdır ki, devamlı kapalı kalmak onun şanından değildir”. Belki Allah cc sana bir mühlet ve imtihan verir. Belki senin Kendisiyle birlikte olabilmenin heyecanını, hazzını alabilmeni sağlar. Belki daha iyi olabilmen adına seni biraz kapıda bekletir. Ama asla ve asla cevapsız bırakmaz seni. Samimi niyetin vesilesiyle bir de bakmışsın Allah sana en hayırlı kapıları açmış! Sen ümit var olacak ve dua etmeye devam edeceksin gardaşım.”     

Gözlerinden yaşlar umarsızca boşalırken elimi tuttu “hocam, söz veriyorum. Sadece söz vermekle kalmıyorum, bu koğuştaki herkesi sabah namazına da kaldırmak, diğer vakitler de kıldırmak ve onları teşvik etmek de benim üzerimde olsun istiyorum.” dedi.      

Bunun üzerine yaşadığım mutluluğu hiçbir tarife sığdıramam. Hayatımdaki en büyük mutluluklardan bir tanesiydi diyebilirim. İlahi bir gücün, beni yaptığım işe latif ve şefkatli bir çekişle cezbettiğini hissediyordum. İşimi layıkıyla yapmış olmak da ayrı bir haz vermişti. Oradaki hiç kimseye fark ettirmedim ama sevinçle parlayan gözlerimle kendime “İyi iş çıkardın” dediğimde içimde bir soru peyda oldu. Korktum. Sorumun cevabı, zincirimin en kalın halkalarından birini kırabilir yahut ona bir yenisini bağlayabilirdi. Aradım. Kime sorulurdu ki böylesi bir yürek sancısı? Hem dış dünyasında hem de iç dünyasında adaletiyle öne çıkan bir zat olmalıydı sorumu kendisine yönelteceğim kişi. Aradım ve Allah cc buldurdu öyle birini. Sordum kendisine:

_”Hocam, böyleyken böyle… Allah’ın hidayet verdiği insanları öyle güzelleşmiş görünce, işimi iyi yaptığımı düşünüp seviniyorum. Acaba farkında olmadan nefsani mi davranmış oluyorum? Bu beni derin bir kaygıya düşürüyor, siz ne dersiniz hocam?” Bana şunları söyledi:

_ “İnsan bir mücadele verir evladım. Muvaffakiyetten aldığı hazla, şükürden kaynaklı bir hazla seviniyorsa bunun nefisle bir alakası yoktur. Yok, şayet onların hidayet bulmasını kendi nefsine veriyor ve bununla mağrur oluyorsa, nefistir. Tehlikelidir. Var kendini muhasebe et. Senin halin nicedir?” 

SON.

YAZAR: FATMA ZEHRA AKYİĞİT 

RÖPORTAJ KONUĞU: VAİZ M.SALİM NURSAÇAN

.

7 Temmuz 2020 Salı

ÖNCE ALKIŞ SONRA TAŞ MI? (TÜM CEVAPLAR)


SORULAR HAYATTIR fza
.
KONU: insanlar
SORU:"bugün alkışlayan yarın taşlar" dedikleri doğru mu?
Böyle bir tecrübeniz oldu mu?
Sizi önce alkışlayıp sonra taşlayan insanlar olduysa, onlar için neler düşündünüz, hissettiniz?
Peki, taşlayanın kendince geçerli bir sebebi var mıydı?
Sizin de önce alkışlayıp sonra taşladığınız oldu mu?
Olduysa, önceki fikrinizi değiştiren ne oldu?
.
HEM MANİK HEM DEPRESİF 

İnsanlar çıkar menfaat ilişkisine göre hareket ederler.
Ben bugün iyiysem çevremdeki herkes iyi ben kötüyaem herkes kötü.
Senin bu Önce alkışlanmak sonra taşlanmak olayın benim için hayatın bir parçası
.
HANİFE GÜNAL

Kesinlikle katılıyorum.insanoglu sagı solu olmayan bir varlık.yani dengesiz.bir gün önce konuştuğunu ertesi gün inkar eden, bir dönem çok sevdig i şeyiErtesinde nefretle bahseden ve kendi kafasında bitirdyse herkeste kendi gibi nefret etsin diye karalayan taşlyan bir varlık işte .Ne yaparsın!
Kesinlikle oldu
Sonradan duydum ve önce çok sinirlendim,sonrada kendisine iki yüzlü bir insan olduğunu yüzüne söyleyip selamı sabahı kestim
Evet kendince bir sebebi varmış ama o niyeti de kötü bir niyetti.
Benim hatırladığım olmadı
Ama emin ol ucunda dost lugumu kaybet mekte olsa yüzüne söylemeyi tercih ediyorum
Çünkü Allah korkum beni buna itiyor
UZM.ÇOCUK DR. ALI AKYIGIT

 Cok genel bir ifade. Sui zanna sebep olacak bir durum.
.
AYŞENUR ÖZDEN

Her zaman değil. Bence alkışlananla alakalı da bir durum. Eğer ki alkışlanan ilk günkü gibi kaldığı halde alkışlayan taraf yine de taşlıyorsa bu ahlaki değil. Burada alkışlayanın asıl niyeti açığa çıkar ki görüldüğü üzere sadece kendi çıkarları doğrultusunda alkışlıyordur. Bir de alkışlananın destek gördüğü gün ile aynı kalıp kalmadığına bakmak gerekir ki bu durumda eğer ilk günkü gibi değilse alkışlayan artık taşlıyorsa bu ona hak ettiğini yani kendi hakkını vermek olur. İlk durum ahlaki değilken ikinci durum bence gerekli ve olması gerekendir. Hiç taşlanmadım, taşlamadım da. Çünkü taşlayacak kadar bir kişiyi, bir düşünceyi alkışlamadım.
.
Bende tam tersi oldu. Önce taşladılar sonra alkışladılar. Bende süreç şu şekilde işledi, önce yadırgandım... ilginç yazılar falan yazdım... sonra yadırgandığımı farkettim. Benim kulağıma bazı duyumlar geldi. O duyumlarda 'bu ne yazıyor' 'buna niye yazdırıyorsunuz' gibisinden şeyler söylenmiş. Yadırgandım. Sonra alışmaya başladılar. Sonra alkışlamaya başladılar. Aynı zamanda şöyle bir şey var benim alkışlayıp sonra taşladığım oldu mu oldu. Çünkü bazı şahıslara putperest gibi yaklaşıyordum. Ama işin iç yüzünü öğrendiğim zaman... bu tipler hakkında şöyle bir fikir edindim, bir kişiyi herkes alkisliyorsa herkes helal olsun diyorsa iki defa düşüneceksin. Bir kişiye herkes hayirdir lan bu neci diyorsa gene iki defa dusuneceksin. Çünkü deha olabilir o adam da. Genel kitle toplum dedigimiz kitle deha olan insanlara karşı dehanin farkina varma noktasinda yetersiz kaliyorlar. Malum demokrasiden ornek vereyim ben size... peki, eskiden başbuğ ilan edilen ve ülkeler fethedip dunyaya nam salan insanlari düşünün bunlar halk tarafindan mi secilmislerdi? Hayir. Oyle olsaydi onlar yapamazlardi. Cunku dedigim gibi toplum dedigimiz ... dehayı anlayamaz. Kitlelerin dehasi yetersizliklerle doludur. 
Önce tenkid ederler sonra taklid ederler sonra takdir ederler.
.
Doğru. Tecrübem oldu. İnsana insan olduğu için değil sosyal statüsünden değer verdiğini anladım. Hayatta böyle insanların olduğunu ve birçok kere daha bu durumla karşılaşabileceğimi fark ettim. Taşlayanın geçerli bir sebebi yoktu. Sosyal statü kaybedildiği için kendini bir üst konumda gördü. 
Benim de önce alkışlayıp sonra taşladığım oldu. Fikrimi değiştiren sebep, alkışladığım kişinin bence doğru yolundan farklı ve iyi olmayan yolu tercih etmiş olmasıydı.
.
Ben bu söze katılmıyorum. Boyle bir tecrubem de olmadigini saniyorum. Eger her bizi alkislayanin yarin bizi taslayacagini dusunseydik bu korkuyla yaklassaydik yani bu muthis derecede iliskilerimizde supheye sebep olurdu. Insanlar suphe uzerine dostluk samimiyet arkadaslik kuramaz diye dusunuyorum. Belki de hayatimda boyle bir dusunceye yer vermedigim icin boyle bir anım yok. Hani vardiysa da ben farkinda degilim. Iyi ki de degilim diyorum. Eger insan kendi vicdanina sordugunda alkislanacak bir is yaptigini dusunuyorsa ve insanlar da onu alkisliyorsa bunda yarin da beni taslarlar mi diye suphelenmisse bence cok yersiz. Kotu bir is yaptiginda da insanlar bunu yuzune vuruyorlarsa yani yuzune vuruyor olsalar bile olsa bence bu da yerinde bir davranış yani buna kendimiz sebep olduysak bence sıkıntı yok. O yuzden ben bu soze katilmiyorum. Yani belki dogru bir soz degil. Atalarimizin soyledigine de katilmiyorum. Zaten aradim bulamadim. Bu sozu nereden buldun :) kolay gelsin.
.
Genel olarak insanların çoğunda olan bi özelliktir. İnsanlar günümüzde etkiye tepki bir şekilde davranıyorlar işlerine geldikleri şeyleri alkışlarlar ama işlerine gelmeyen bir şeyi yaptığınız anda sizi taşlamaya başlarlar bubbi gerçektir
Taşlayanın da herkes gibi kendince haklı göstericek bi sebebi vardır
Çünkü herkes kendinxe haklıdır
Ne benim ilk alkışkanıp sonradan taşlandığım, be de benim onlara yaptığım olmadı
💁🏼‍♀️😁
.
GSB MANEVI DANISMAN MERYEM TURGUT
 
Evet doğru..zaman zaman yaşıyoruz..çünkü toplum olarak menfaat odaklı yaşıyoruz...menfaatlere ters düştüğü anda taşlamaya başlıyoruz...
 Evet herkesin kendince sebepleri vardır.Ama hiç bir sebep karşımizdaki insanı taşlamak ya da yermek için geçerli değildir...insana insan olduğu için değer vermeliyiz..alkışlamasak da taşlamaya hakkımız yok...
Bazen de bu durumun tersini yaşıyorum.önce taşlanıp sonra alkışlanıyorum..çünkü toplum olarak önyargılı olmayı da çok seviyoruz...onları aşmak hiç kolay olmuyor...
Ama her ne olursa olsun  doğru bildiğimiz yolda yılnadan yürümektir esas olan
Rabbim bizleri doğru yoldan ayırmasın
Paylasabilirsin..benim açımdan sıkıntı yok canım
.
Doğru bir ifade bence. Hele ki günümüz koşullarında yaşanmamış olması imkansız gibi. Dünyamız giderek hızlanıyor. Bu hız içerisinde insan olarak bizler de yıpranıyoruz tabi. Bugün düşündüğümüz, savunduğumuz tüm olgular, yarın tezatlarıyla yer değiştirebiliyor. Bugün alkışlanılacak davranışlar sergilerken yarın taşlanılacak davranışlar içerisinde bulabiliyoruz kendimizi. Aynı şekilde karşımızdaki kişi bugün hayran kaldığı bir durumu yarın basit, sıradan görebiliyor. Kıskançlıklar, çekememezlikler, hep ben dürtüeri, karşımızdakine olan sevgi, saygımızı yitirmemiz de bu durumun oluşumuna sebep olan etkenler diye düşünüyorum.
.
Once tasladilar..atanamayinca sen calismadin dediler.ataninca sen hakettin basardin dediler..
Ogrencilerimi tasladim sirf basarsinlar diye..basarinca alkisladim..
.
Daha önce böyle bir tecrübe yaşadım fakat öyle büyük bir olay olarak değil de sıradan bir olay olarak yaşadım ve bazen bu durum hakkında bazı olaylara şahit  oldum.Ve bu yüzden de bence  bugün alkışlayan yarın taşlar dedikleri söz doğrudur. Çünkü bazı insanlar çıkarlarını ön planda tutmayı ve sadece kendini düşünmeyi severler bu yüzden de çıkarları olduğu zamanlarda alkışlayıp, çıkarı olmadığı zamanlarda taşlarlar. Fakat hayatta böyle çıkarcı insanlar olabileceği güzel ve hakikatli insanlar da vardır. Böyle insanları, bugün alkışlayan yarın taşlar dedikleri sözün dışında tutuyorum fakat  bu insanları bulabilmek çok zordur ve insanların birbirlerine güvenmeleri zaman alır, yani sonuç olarak, insanlar ancak gerçekten güzel insan dediği ve güvenebildiği insanları bu sözün dışında tutabilir ve bu da dediğim gibi çok zordur ve çok zaman alır...
.
Her alkislayan yarin taslayacak diye bisey yok bana göre. Lakin hayatimin en aci tecrübesi olarak hayat defterimde yerini alan, önce alkislayip sonra tașlamanin âlâsini yapan insanlar oldu maalesef hayatimda...
Onlar icin ne dusundum kismina gelecek olursak, yaralandim, üzüldüm hem de çok üzüldüm. Hatta kendimi toparlayabilmem çok u,un bir zaman aldi diyebilirim. Çunku bu insanlar hayatinizda önemli yer tutan 12-13 sene gibi uzun süren dostlarinizsa, can dediginiz insanlarsa, gelecege birlikte maddi manevi yatirim yaptiginizi dusundugunuz insanlarsa çok üzülüyosunuz. Avucunuzdan kayip giden yillara mi vefasizliklara mi,yaninizda dost gibi gorunurken yere goge sigdirilamayip, her iște kullanilmak icin pohpohlanmak ama isler degistiginde bir kenara atilmak mi neye yanacagini bilemiyor insan. Benim icin buyuk bi travmaydi ama simdi uzakta kaldi cok sukur o gunler. Bu yasadigimdan cikardigim ders nedir diye soracak olursan,
1-Her daim anne babalarimizin sözüne kiymet verip bizim goremediklerimizi gorduklerine kesinlikle inanmali ve sözlerini dikkate almaliyiz. 
2-Bir insana ya da insanlara sonsuz guvenmeden önce muhakkak dikkatle irdelemeli aklina takilan,mantigina  uymayan bir konu olursa o dostlugu ilerletmemeli.
3-Din adina yapilan simsarlıklar cok ama cok artmis durumda bu yuzden bilhassa dini kullanarak size çok iyimserlikle yaklasan insanlar varsa muhakkak ama muhakkak önünü arkasini iyi arastirin sonra kararinizi verin derim. Söylenecek cok söz var lakin bu kadari kafi diye düsünüyorum. Bilhassa genclerin kulağina küpe olmasi duasıyla. . .
.
YAZAR OMER FARUK KOTAY

Benim olmadı olduysa da açıkçası hatırlamıyorum ben işime yazarlık yapmaya çalışıyorum meyve veren ağaç taşlanır diyor geçiyorum ama önce taşlayıp sonra alkışlayan var mı? Derseniz var
Taşlayanın geçerli bi sebebi var mıdır illa ki vardır dogru yada yanlış bi sebep vardır eyvallah demek saygı duymak haklıysa hatayı düzeltmek degilse takılmamak üzerinde durmamak lazım😊
.
Çok doğru ama yerine göre değişiyor. Benide önce alkışlayıp işine gelmeyince taşlayan oldu bu gibi insanların işi insan kullanmak😅benim tepkim susmak ve sadece beklemek oldu.ki onun içindeki kirlerini daha net göre bilmemi sağladı🙈🤣ben önce bir insanı alkışlıyor isem sırf safi duygularla gerçek yüzünü görmediğim içindir😂🤷‍♀️🙈😅
 Ama taşlamam havale ederim.sonra bir bakarım zaten başkaları onu taşlıyordur😁
Ama ben geç anlatmışımdır 🤢😂
.
Bu sözü ilk defa duydum ve daha önce de böyle bir tecrübem olmadı o yüzden bu konu hakkında yazmasam daha iyi bilmediğim birşey çünkü🌸
.
insanlarin genel seyinde eger bir terbiye almadiysa yahut bazi insanlarin karakteri de boyle olabiliyor ama genelde bu terbiyeyle olan bir sey. Dogruya yonelmesi gerekiyor. Yani nefsinin hislerine degil de dogruya yonelmesi gerekiyor. Insanlar genelde menfaati ne taraftaysa o tarafa donuyor. Mesela diyelim ki birisini pohpohluyor iyi iyi iyi diyor sonra onu kotu bir sey cikinca diyo ki, ben boyle biliyordum boyleydi, hani hemen geri donebiliyor ya da haklisin ya da menfaatine gore degisiyor. Yani bunun temel sebebinin menfaat oldugunu biliyorum. Ben de tabiki hem alkislayip hem tasladigim oldu. Herkes aslinda bence de bunu yapiyordur. Yani az biliyorsun tam bilmiyorsun ama insanlarda bu var ozguven var tam biliyormus gibi konusuyor. Yani bir tane iki tane bir sey insanda goruyor sonra iyi bir insanla bagdastiriyor bak o da boyle yapiyor o da boyle yapiyor diyor. Yani bir iki sey uc tane bes tane benziyorsa o insan tamamen oburune benziyormus gibi. Hemen onu iyi bir sey le yapiyor. Ben de bu açıdan yanilgiya düştüm. Yani ben de dogruyu soyledim. Ama yanildigim icin hem alkislayip hem taslamis oldum. Ama cogu insan yanilmaktan cok durust olmadigi için yani mesela benim bir tane dedem var kendi kizi diye onun hakkinda hicbir sey demiyor. 
Haksiz oldugu halde. Surekli de pohpohluyor yani onu suçlamiyor. Onun suclarini kapatiyor. Ama hep o kizi ona hep para felan veriyor. Parayi nereden aliyorsa ona gore konusuyor yani baska biri daha fazla para verse yardimci olsa onun tarafini tutar ve ona onu karalar yani menfaatine bunu yapar. 
.
Hatırlamıyorum diye de bi cevap sıkkı olsun😅
.
Böyle bir durumla karşılaşmadım yani Vereceğim bir örnek yok sadece şunu söyleyebilirim Dün alkışlayan bugün taşlar ifadesinden çıkan sonuç olayın tamamen çıkara dayalı olmasıdır Ben Yaşamadım demiştim ama çevremden bazı örneklerini gördüm Olay aslında muhabbetiniz in İyi olduğu zamanlarda insanlar birbirlerini eleştirme zler kötü yanlarını görmezler Tabii Sonuçta çıkara dayalı bir ilişkidir ne zaman bu çıkar ilişkisi biterse insanlar birbirlerinin eksiklerini yanlışlarını kusurlarını görmeye başlarlar Sonuçta insanlar birbirini tanıyamamış tır sağlam bir dostluk sadece o olduğu için kurulan dostluktur dostluklar kurulurken insanların birbirini çok iyi tanıması gerekir😊
.
MERYEM DILER

Güzel soru
Dur bakalım
Düşünmem  lazım.
Bence tabi ki doğrudur.  Çünkü insan bu ne yapacağı belli değil.  Bugün arkanda duran yarın her şeyini , güvenini bisa çıkarabilir. Bu sözleri söylemem bile bunun kanıtıdır.
Böyle bir tecrübem oldu galiba  . Kötü  bir tecrübeydi insani kötü hissettiren , nasıl olur dedirten , kötü bir anı. Yapmaz demedim aslında çünkü insanlara  karşı güvenimi küçükken kaybetmiştim.  Düşündüğümde bazen üzülürüm ama sonra  iyi ki dedim çünkü öğreniyordum bir insanın ne kadar küçük düşeceğini ne kadar kötü olabileceğini öğreniyordum ve öğrendim , bundan dolayı daha temkinli davrandım.
Kendince geçerli bir sebebi olabilir.  Yani ne düşündüğünü neden yaptığını bilemem ama her şeyim sebebi olduğu için onu yapmasının da sebebi vardır.  Bana göre kendini iyi göstermek ya da kendi suçunu örtbas etmek için bunu yaptı .  Yapmaması lazımdı ama kendisi için kendini kurtarmak için yaptı.
Ismimle paylaşabilirsin istersen güzel bulursan yoksa no problem
.
1.soru bugün alkislayan yarın taşlar kardeşim.
2.soru böyle bir tecrübem oldu diyelim.
3.soru onlara sadece acıdım.Kendilerini birşey zannettiler çünkü.Allah in yarattığı bir varlığı kırdılar ve uzduler.Tabiki böyle bir durumda onları alkislayacak halim yoktu.
4.soru onların kendince sebebi olsa idi kalp kırmak üzmek önce sevip sonra tekmeyi basmazlardi.Bu insanlardaki hirstir.
5.soru bu soruya gelince belki farkında olmadan böyle şeyler yaptim ya da yapıyorum.Ama dedigim gibi farkında olmadan.
6.soru dediğim gibi isteyerek ve bilerek birşey yapmam bu yüzdendir ki önceki veya sonraki fikrimin değişip değişmediğini bilemem.
Teşekkürler.
.
Tam olarak bu tabire uygun olmasada buna çok benzer olaylar yaşadım şunun gibi var gününde iyisin yok gününde kötüsün . Ama kendim birine yaşattım mı hatırlamıyorum. Ne hissettiğime gelince mutlu olduğum ve insanlara sadece mutluluğumu yansıttığım sürece aramız gayet iyi, fakat mutsuzsam dertliysem kötü, ben derdimi sürekli anlatarak hafifletiyorum yada unutup dayanma gücü buluyorum . En son yaşadığım olayda bunla ilgiliydi. Çok sevip yakın gördüğüm kişi tarafından eleştirildim belki o anki mutsuzluğumun da verdiği etkiyle çok kırıldım. Sonuç olarak şunun farkına vardım. Dertli bir insanı dinlemekten bıkabilirsiniz fakat onu kırıp incitmenize gerek yok, Çünkü o dertte üzüntüde bitiyor ama siz kalp kırıp inciten olarak hafızada kalıyor ve bir daha aynı samimiyetle yaklasilamayacak insan olarak hatırlanıyorsunuz.
BENİM YAŞADIĞIM BÖYLE BIRSEYDI EN SON.
ISIMSIZ PAYLASILSIN
.
Öncelikle Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah 🌹 Bugün alkışlayan yarın taşlar deyimi bence doğru, övmeyi seven insanlar bazen yermeyide sevebilir. Övmekte övülmekte fazla doğru bir davranış değil. Bir kimseyi gerğinden fazla övmek onu pohpohlamak konumuna getirebilir insanı. Bu deyim genelde çıkar ilişkisi kuranlar  için olabilir. Çıkar ilişkisi bittiği için övmekten yermeye geçiş yapmıştır. Bazı insanlarda eleştirmeyi çok sevebiliyor. Buda taşlamak gibi olabiliyor. Eleştirirken yapıcı eleştiriler kullanmak gerekir. 
Bir deneyimim olmadı hatırladığım kadarıyla. Çok şükür böyle bir davranışımda olmadı yanlış değilsem. 🌼🌼☺️
.
Başka soruda cevap vereyim böyle bir tecrübem pek olmadı ☺️
.
b isimsiz paylaşılsın
Bir yakınım bana prensesmişim gibi davranır her istediğimi yapar, yani kısacası onun göz bebeği olmuştum. Fakat bir vakit sonra başımı örtmeye kendi başıma karar verdim annem de destekledi. Fakat yakınım bunu duyunca hiç memnun olmadı hemde hiiiiç!.
😀
Ben 12 yaşındayım.
.
ŞULE KARABUNAR

Evet beni önce alkışlayıp sonra taşlayan insanlar oldu ve çok aldattılar. Bunlar için naptım, Allaha dua ettim boyle insanlara dogru bir yon olusturması için. Bilmiyorum ya üzülüyorum yani neden boyle bir sey yaptiklari i anlayamiyorum. Iclerinde kiskanclik duygusu olabilir mi ya da hayattan kendileri acisindan memnun degiller. Kendilerinde olan eksiklikleri bende gordukleri icin belki de boyle davraniyorlar. Belki de bilemiyorum ya kendilerinde bosluk hissediyor olabilirler. Sanirim kisiliklerinin oturmamasindan kaynakli bir durum ve ne istediklerini tam olarak bilmiyorlar. Yani ne dogru nasil olmasi gerekiyor bilmiyorlar galiba. Ya net insanlar degillerdir belki de. Bilemedim simdi ya cidden zor bir soruydu ama gercekten boyle insanlar oldu yani. 
Önce yanimda cok iyi hatta yillarimin gectigi insanlar oldu. Sonrasinda gercekten haince saldirildim diyebilirim yani. Ama kotu bir sey ya. Onca zamanini gecirip boyle insanlara guvenip arkasindan boylece birakilmak gercekten zor yani. Cunku o zaman diyorsun o kadar zamani bosuna mi harcadim ben o insan icin. Zor bir durum. O insanlar icin de guzellesmesini hayati kolaylasmasini diliyorum.
.
B: hayat bir seyr bir yolculuktur , her insan her şey yapabilir insanlara takılırsak o insanda kalırız geçmek lazım insandan geçip manaya dalmak .Mana Mevla bizi neyliyor? Bu soruya  dalıp insanın yolun sonunda kendine  varmak gayesi olmalı... vesselam
.
Hatırladığım kadarıyla böyle şey olmadı ama detaylı düşünmek lazım yinede pas diyorum
Başka sorularda görüşelim
.
Bugün alkışlayan yarın elbette taşlar. İnsanoğlu bu. Herşey çıkar meselesi insanların huyuna gidilmediği sürece ne alkışlayacağı ne de taşlayacağı zamanı bilemezsin.
Ne yazık ki etrafımda bu tür insanlar oldukça fazla. Çok affedersin kuyruğuna basılmadığında insanların taşlayıp taşlamayacağını anlayamıyorsun.
Haklı bir sebebi varmıdır dersen; tartışılır. Duruma göre değişir.
.
Evet önce alkışlayıp sonra taşlayanlar oldu hatta en cok ve fazlasıyla övgü yapan sonrada yine beni ayni şekilde herkesin içinde küçük düşürmeye çalışan insan oldu ama bu bir istisna diye düşünüyorum tamamen arkadaşımın kendi karakteriyle alakali çünkü ben her iki davranisida tasvip etmiyorum.
O arkadaşım için düşündüğüm her iki duyguyuda yuksekte sivri noktalarda yaşadığı oldu ve ayrica kendiside ayni sekilde alkislanmak yani övünmek sevgi ve ilgi bekledigi icin;ve bende bunu ona istedigi kadar  yapamadigim için tasalanmaya maruz kaldığımı düşünüyorum.
.
Bu soruya cevap vermede geciktim biraz kusura bakma ya evde temizlik falan yoğundu bu aralar da fırsatım olmadı
Allah a şükür benim oyle bi tecrübem olmadi hiç ya olduysa da ben fark etmemişim 😅 insanlarla zor samimi olan biriyim o yüzden sanırım hiç ders çıkaracağım tecrübelerim olmadı bir zarar gormedim yani insanlardan elhamdulillah
 Ama bu soruya verilen cevaplari okuyarak insanlarin tecrubelerinden yararlanmak isterim 🙃
.
"Bugün alkışlayan yarın taşlar" sözü günümüzde mutlak doğrulardan olmuş bir sözdür.
Günümüzde çoğu insanın değer ölçüsü değiştiği için, önce takdir edilen kişi veya gruplar sonradan eleştirilip taşlanabiliyor.
Çoğunlukla menfaat üzerine kurulan ilişkiler yüzünden böyle olması gayet normal.
İnsanlar artık doğruluk ya da erdemlilikten ziyade maddi bir getirisi olup olmamasına göre alkışlıyor ya da taşlıyorlar.
Dolayısıyla menfaat devam ediyorsa kişi açısından herhangi bir mesele olmuyor.
Ne zamanki menfaat sona eriyor işte o anda meselenin en büyüğü ortaya çıkmış oluyor.
Artık daha önce beğenilen takdir edilen kişi veya gruplar yerin dibine batırılıyor.
Akıl-mantık ve ahlak ölçüsü olmayınca kararlar sadece gelir ve gidere göre hesaplanıyor ve veriliyor.
Bu durumun altında ise "ben merkezli hayat" çizgisi yatıyor.
İnsanlar sadece kendisi için yaşıyor ve menfaatleri ölçüsünde kararlar alıyor.
Bu anlayış fertler boyutunda da siyasi boyutta da aynı şekilde işliyor.
Bunun neticesi olarak da sürü psikolojisi oluşuyor.
Menfaatler doğrultusunda kişiler veya gruplar yüceltiyor ya da alçaltılıyor.

Sadece bu kısma cevap vermek istedim.
Selametle.
.
Bu ifade herkes için geçerli değil.Ama şunu iyi biliyorum; insanlarïn işine geldiğin sürece iyisin.Eğer seni abartı bir şekilde õvülüyorsan sonrasïnda bu akibetten korkabilirsin.Itidal davranan insanlara kulak asmanı öneririm.
 Bu tarz insanlarla karşilaşmayan var mı ki?
.
Bu sözü ilk defa duydum ve daha önce de böyle bir tecrübem olmadı o yüzden bu konu hakkında yazmasam daha iyi bilmediğim birşey çünkü🌸
.
YAZAR SENA TÜTÜNCÜ

Imam Şafii der ki : Bugün haketmediginiz kadar öven yarın haketmediginiz kadar yerer.
Bunu bildiğim için övgü de yergi de eşittir benim için.
Ben ise olcusuz övmedim ki olcusuz yereyim kimseyi.
.
bir seyr bir yolculuktur , her insan her şey yapabilir insanlara takılırsak o insanda kalırız geçmek lazım insandan geçip manaya dalmak .Mana Mevla bizi neyliyor? Bu soruya  dalıp insanın yolun sonunda kendine  varmak gayesi olmalı... vesselam
.
Çok doğru ama yerine göre değişiyor. Benide önce alkışlayıp işine gelmeyince taşlayan oldu bu gibi insanların işi insan kullanmak😅benim tepkim susmak ve sadece beklemek oldu.ki onun içindeki kirlerini daha net göre bilmemi sağladı🙈🤣ben önce bir insanı alkışlıyor isem sırf safi duygularla gerçek yüzünü görmediğim içindir😂🤷‍♀️🙈😅
Ama taşlamam havale ederim.sonra bir bakarım zaten başkaları onu taşlıyordur😁
Ama ben geç anlatmışımdır 🤢😂
.
Doğru diyebilirim ama her zaman geçerli değil diye düşünüyorum. Böyle bir tecrübem de oldu diyebilirim. Şöyle ki bi zamanlar dost olduğum insanlar dostluğumuz devam ederken gayet iyi idi sözdeki tabir ile alkışliyorduk birbirimizi. Ancak dostluğumuz bozulurken elbette ki alkislamadilar ve tasladilar, geçerli bir sebepleri kendilerince olduğunu düşünselerde ben olduğunu düşünmüyorum. Ucu Iftiraya dayanan bir şeyin geçerli bi sebep olması saçma olur. Benim ne düşündüğüm o zamanda kaldı şu an bunun için dökecek kelimelerim yok. Ben onları taşladım mi sorusuna ise vereceğim cevap kısmen. Çünkü kendi içimde taşladım ama etrafta çok değil. Fikrimi değiştiren de tabi ki yaşanan durumlar. Bu durumların getirdiği hayal kırıklığı güven kaybı ve yaşanan dostluğun aslında belki de bir yalan olduğu ihtimali.
.
SORULAR HAYATTIR PROJEME DESTEK OLAN HERKESE TEŞEKKÜR EDERIM. BU CEVAPLAR SIZIN TECRUBELERINIZDEN IZLERI TASIYOR VE BIRILERINE YARENLIK EDIYOR. BAZEN BIR NASIHAT OLARAK BAZEN FARKLI BIR BAKIS AÇISI OLARAK... BAZEN... ASLINDA HER DEFASINDA DA SIZ O ANKİ KENDINIZ OLARAK IÇINIZDEN GELENI YAZIYORSUNUZ. size soracak çok sorum var!
.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT 
FZA












YENİ YAZIMI OKUMAK İSTİYORSUN

DEĞİSİR İNSAN ZAMAN VE MEKÂN (32)

İnsanın kelimesi kalmaması nasıldır bilir misin? Bilirsin elbet. Birçok kereler yaşadın böyle zamanları. Ve inanırım, senin imtihanın da sen...