27 Şubat 2021 Cumartesi

DEĞİŞİR İNSAN ZAMAN VE MEKAN

 

Sıfırı tükettiğimde kayboldum. Kaybolduğumda aklıma geldi kendimi aramak. Aramaya başladığımda buldum her bin parçamı bir yüzümden düşerken. Düşerken gördüm, kıyısında ölümü beklediğim uçurumdan uçarken buldum kendimi. Yere yapışmaya ramak kala havalandığımı gördüm. Çok sert düştüm sonra toz pembe hayallerim morardı çok ağrıdım. Umursamamayı öğrendim. Ölü bildim kendimi, ölüler hissetmez, hissizleştim. Kendimi buldukça içimden çıktım. İçimden çıktım şimdi evet, olmadığım yerlerdeyim şimdi. Bedenim serbest, ruhum özgür, siyah benim, yeri geliyor renksizim, pembe benim, gri ben… Beyaz sizin olsun tüm renkler benim. Kendimi seviyorum. Bir ölüden nefret etmenin anlamı yok ama bir ölüyü sevin. Ondan sessizi yok! Sessizliği seviyorum. Beni ziyarete gelirseniz gülümseyin ben ölürken gülümsüyordum. Dünya kabristanında yaşıyorum şu an adresim belli. Gelin. Gidin de isterseniz. Fani bedenimde ruhum için sonsuzluk şimdi başlıyor. Siz de ölmek için ölmeyi beklemeyin o çok geç geliyor. Gelmiyor bile. Kendinizi öldü bilin. O zaman siliniyor tüm korkularınız. Siliniyorsunuz ve baştan yazılıyorsunuz. Her azaptan sonra yeniden doğuyorsunuz.

.
FATMA ZEHRA AKYIGIT 
FeZA

HIÇ UÇURUMUN KIYISIYLA TANIŞTINIZ MI?


“Uçurumun kıyısında hissederken mutlu rolünü oynamaktı beni yoran, hasta eden. FZA 10 YIL ÖNCE


 Evet bunu yazan bendim. Şimdi değiştiğimi söylememi bekliyorsunuz değil mi? Değiştiğim doğrudur. Yine de geçmişimin şimdimi terk ettiğini söylemek, dürüstlüğümü gölgeler. Hiç yalan söylemediğimi mi sanıyorsunuz? En az sizin kadar çok yalan söyledim. En çok da kendime.  Uçurum diyordum sahi. Bilinmezlik, öyle aniden, beklenmedik bir şekilde geliveren şeyler… Bir haber bir hayal kırıklığı bir hüzün bir umut bir değişim bir insan -belki daha fazlası- yeni bir bakış açısı… Kabullenmek? Bunu sonra konuşalım. 

Kıyı diyordum. Ne karar vermişim ne vazgeçmişim, son vermeye ya da başlamaya yahut sadece durup izlemeye. Hissetmek. Bunu da sonra konuşalım. 

Mutluluk bir rol mü dersiniz? Suratınızdaki dudak kaslarının kulağınıza doğru gerilmesi ve göz kenarlarınızın ütüsüz bir çarşaf gibi kırışması falan. Her zaman gülesi mi gelir insanın mutlu olunca? Mutluluktan ağlarken bile suratınız bu haldedir, hiç aynaya baktınız mı? Bir de kıyısında dururken gözlerinizin mütemadiyen seyrettiği uçuruma bakarkenki görünüşünüz var, o zamanki gülüşünüz… O anı önünüze getiriniz lütfen. Korkuyor musunuz, cesaretiniz sizi korkutuyor mu, ağlıyor musunuz yoksa, oysa ben güldüğünüzü zannediyordum. Hastalıklarınızı yeterince tanıyor musunuz, onları neden sevmiyorsunuz? Yorgunluk… Bunu da sonra konuşalım olur mu?

.
Fatma Zehra Akyiğit 
FZA

19 Şubat 2021 Cuma

DEĞİŞİR İNSAN ZAMAN VE MEKAN



Dün, paylaşmak için yüz gülümseten bir cümle aradım defterlerimde. Yoktu. Hep yaralıydı kelimelerim. Kendime ve yaralı olduğunu bildiğim insanlara kalemimle sarılmak istiyordum sadece. Hüzünlüydü bu yüzden yazdıklarım.
Fark ettim ki yaralılar bazen de yara bandına ihtiyaç duyuyordu. Günlük hayatı bir şekilde "yaşayarak" geçirebilmek için. Kendi içlerinde defalarca ölüyorlardı zaten. Bazen yaralı sözler duyup yalnız olmadıklarını bilmek iyi geliyordu. Bazen de unutmak istiyorlardı işte. Öyle havadan sudan da olsa bir şeylerle oyalanmak, güzel şeyler duymak istiyorlardı. Haklılardı.
Tekrar baktım defterlerime sonra zihnime. Yine bulamadım gülümseyen bir harf bile. 
Şimdime baktım. İyi yaşıyorum. Geçmişten bugüne çok şey değişti. Önümdeki buğulu cam silindi. Her şeyi ayan beyan görüyorum. İyiyim. Yetenekliyim. Çalışkanım. Özgürüm. Seviyorum hayatı yaşamayı. Seviyorum Allah'ı ve beni O'na götüren ne varsa kim varsa hepsini. Güzel insanlar var etrafımda. Her şey yolunda. 
Halâ cümlelerimin gün batımını sevmesi şimdime göre biraz tezat gibi görünebilir. Yine de beni o cümleler büyüttü. Bundan olsa gerek gün batarken yürümeyi hep seveceğim belki. Her ne kadar şimdi, gündüzün tatlış mavi bulutlarını ağzım kulaklarımda seyretmeyi sevsem de, ben hep en az sizin sabah güneşini özlediğiniz kadar karanlık gecenin boş yollarını, içi dolu insanlarını, sokak lambalarını ve hayal yüklü yıldızlarını özleyeceğim. 
.
Fatma Zehra Akyiğit 
FeZA

YARA'DAN BIR PARÇASI


Daha doğmadan yaşadık biz bazı acıları. Büyüyünce anlayacaklarımızı çok küçükken öğrettiler bize. Bildik. Ama hiçbir zaman anlayamadık. Soramadık. Bir şey de söylemediler. O günlerden sonra karabasanlar hayallerimizi bozguna uğratır oldu. Korktuk. Rüyalarımızın pembesine kanla karışık lacivert mürekkepler döküldü. Sırılsıklamdık. Yar başında rüzgâr sertti. Millenmişti gözlerimiz. Güneşimizin gölgesindeki geceyi gördük hep. Yıldızların arkasındaki karanlığa daldı bakışlarımız. Güneşin parlaklığıyla hiç kamaşmadık. Hiç şımarmadık. Usluyduk. Hüzünlüydük aslında. Nice dağlara küstük heyhat! Bilmediğimiz yollarda koşmamızı isterken havuç değildi verdikleri. Arka bacağı kırık tavşanlardık, kimsenin haberi olmadı. Yaramızla içimizde kaldık. Hiç soran da olmadı. Yardan yuvarlanırken bile sesli ağlamadık. Üzülmeyin istedik. Hiç sesimiz çıkmadı. Gözlerimize bakmak aklınıza gelmedi. Bekledik. Gelmediniz. Yar'a yazdık vasiyet mektuplarımızı. Üzerine mühür vurduk ahlarımızı. Vahlanmayınız. Arkamızdan iten sizdiniz. Biz, nefes alırken bile buhranlı, ecelimizle kol kola cennetteyiz.
.
Fatma Zehra Akyiğit 
FeZA

17 Şubat 2021 Çarşamba

ANLAT!



-Hoş geldin.

-Kimin öğüdünü dinlemeye geldim?

-Benim 🙂

-Tmm, hadi başla. On dk’ya giderim haberin olsun.

-Anlat bakalım, dinliyorum.

-Ne anlatim. Sen anlat işte.

-Ben konuşmayacağım, seni dinlemek istiyorum….

-Kimseye güvenemediğin için, çare olmayacağını bildiğin için ya da kendine göre bir sebepten anlatamadığın yaraların var. Bak, şuradaki kitapları senin okuman için ayırdım. Bunları okuduğunda iyileşmeyecek ama en azından yaralarını tanıyacaksın. Bakış açın değişecek. Yaraların için bir yara bandı bulmuş olacaksın.-İşte en sevmediklerim! -Bunları oku, senden başka hiçbir şey istemeyeceğim desem?

-Olmaz, hiç yolu yok. İmkanı yok okumam. Yalvarsan bile.

-Aklımda kalacaksın ama. Senin acı çektiğini görmek beni üzüyor. Bak, ben de senin gibiydim. Büyüdüğünde, benim yaşıma geldiğinde, benim gibi olmanı istemiyorum.

-Nasıl?

-Öyle olma işte.

-Anlatmıyorsun?

-…

-On dk geçti. Ben gidiyorum.

-(elinden hiçbir şey gelmediği için ağladı, ağladı. Sonra mavi aynayı aldı eline. Baktı. Başından şakaklarına sızan irinli kanı seyretti bir süre.) “Senin kendine hayrın yok, neyin derdindesin? Kimsin, onu bile bilmiyorsun. Olmayıp olmayıp da bir anda şapkadan çıkan tavşan misali dalga geçer gibi ‘ben varım bak yanında’ diyorsun. Kim olduğunu sanıyorsun? Bu zamana kadar yoktun ya.”

Düşündü. Kendini düşündü. Onun yaşındaki halini. Biri dinlemek isteseydi bile anlatır mıydı? Biri onu anlamak isteseydi bu hoşuna giderdi elbet ama anlatmazdı biliyordu. Sadece üstü kapalı sorular sorardı. İçine kapalı sözler söylerdi gülümseyerek. Biri de yanında kalsın isterdi aslında anlatmasa bile. Çünkü unutmak isterdi galiba. Hatırlamak öldürüyordu ama o yaşamak istiyordu. Yalancıktan da olsa sevmek istiyordu hayatı. Kim bilir, belki mişli geçmiş zamanı şimdiki zamana dönerdi sevmesinin. Hayatı seviyormuş gibi yapmazdı, “hayatı seviyor” olurdu cümlesi. Eğer yanında kalsaydı biri, belki çok sonra, unutana kadar anlatmak isterdi her şeyi, eğer bıkmasa ve dinleseydi sadece. 

Akşam haberlerini izliyor musunuz? Hiç cinayet, istismar, hırsızlık, şiddet haberi izlediniz mi? Ilk izlediğiniz günkü kadar etkiliyorlar mı sizi? Böyle mi olmalıydı? Problem yaraları hatırlamak mı? Problem dünyanın acı gerçeklerini görmek mi? Problem birinin yaralarımızı hatırlatıp acımızı tazelemesi mi? Neden haber izliyorsunuz öyleyse? Çalınan malları geri getirebildiniz mi, öleni diriltebildiniz mi, o çocuğu o pisliğin elinden kurtarabildiniz mi, o kadını/adamı/genci o dayaklardan koruyabildiniz mi? Halâ izliyorsunuz ama haberleri. Halâ üzülüyorsunuz ama. Hâlâ elinizden bir şey gelmedikçe zamana/akışına bırakabiliyorsunuz. Eğer biri yanında kalsaydı, bunu yapabilmeyi öğrenecekti belki de. Yaraları, anlattıkça alışıldık şeyler olacaktı onun için. Belki zaman zaman ağlanacak hali, komik gelmeye başlayacaktı. Mizahi karikatürler çizecekti kendisi için. Aynaya bakarken sırıtacak ve “hayat yaşamaya değer azizim” diyecekti.

Ya cevap vermek istemezseniz sorularıma? Ya anlatmak istemezseniz kendinize ait satırları? Ya saklanırsanız siz de bizim gibi? Bir şey demeyeceğim gitmenize. Saygı duyacağım kendi içinize. Bilin ki aklımda kalacaksınız. Çünkü her birinizi, siz buna yalan deseniz dahi, seviyorum. Aynada kendime bakacağım. Siz de hep orada olacaksınız. Ne sizi ne de kendimi anlamam mümkün olacak zira birbirimizden uzaklaştıkça içimizde kalacağız. Gitmenize sesimi çıkarmayacağım. Bir avuç aminle teselli olacağız.

.
FATMA ZEHRA AKYIĞIT
FeZA

16 Şubat 2021 Salı

NEYDİ?


Ölmek miydi tek engeli yaşamanın
Katilim bir melek miydi
Gök nefesimi boğarken

Uçmak mıydı
Serilmek göğsüne durgun zamanın
Durulmak mıydı büyümek
Fırtına mezarıma toz üflerken

Gitmek miydi kaçmak
Adımlarım çukurlara hapisken
Dünya bu denli pis,
Içimin her yeri kara is'ken

Özgürlük müydü
Iyiliği kibre yormak
Kötülüğü nefrete
Seçmemek ahmaklık mıydı birini
Sadece durmak
Ve seyretmek ölü bedenimi üşürken

Uyku akarken altından
Gözlerimi ağlarken yakalamak
Nankörlük müydü gülümseten rüyalara

Istemsizce kapanırken donuk bakışlarım
Körlüğüm karanlığında mezarlığın

Cenazem doğarken
Güneş miydi ruhumu uyandıran
Umutlarım
Idamlık gibi toprakta yatarken

Fatma Zehra Akyiğit
FeZA





14 Şubat 2021 Pazar

BIR HAYAT VARDIR 1.BÖLÜM



Cevabını bilip de ısrarla sordukların vardır
Bazen bildiğin halde anlayamadığın cevapların…
Anlamazdan geldiklerin vardır
Bal gibi de anladığın ama yaşamaya cesaretsizliklerin…
Bilmediklerin vardır sonra
Cevabını duymaya korktukların
Aranıp durduğun cevapların
Merak edip de soramadıkların
Sormadan cevabını aldıkların
Sorduğuna pişman oldukların…
Hayatın dilsiz imtihanları vardır; yaşanmadan anlaşılmayanlar…
Öyle çetrefillidir ki, diller kabul etse de gözlerin şekle muhtaç oldukları vardır
Gizemli sözler duyarsın cevap niyetine; gönlün sorduklarına kifayetsiz kaldıkları vardır
Soruların da cevapların da manaya hapsoldukları vardır
Nasıl yüründüğünü bilip de adım atamadığın gidişler vardır
Neden dendiğinde bir sebep diyemediğin, anlamı bilmem nerede saklı dönüşler vardır
Arkasına bakmadan gidenlerin vardır
Bir veda bile edemediklerin…
Ateşin küllendim derken çıkıp gelen dönenlerin vardır
Artık çok geçlerin, hoş geldinlerin…
Yanında olsun istediklerin vardır seni çok yormalarına rağmen
Terk edemediklerin vardır git demelerine rağmen
Kıramadıkların vardır sadece yanımda kal yeter diyenlerin…
Gitmek zorunda oldukların vardır
Hep gerisin geri giden ayaklarına çaresizliğini söylendiklerin…
Aslında bağırmak istediğin, susmak zorunda oldukların vardır
Biriktirip susturduğun sonra tutamayıp haykırdıkların vardır
Keşke sussaydım dediklerin, artık susmaktan bıktıkların vardır…
Susmakta bulduğun kaygısızlıkların…
Dağları yankılatan çığlıkların boşalttığı sıkıntıların vardır
Anlatışa sığmayanlar vardır
Hiçbir kelimenin anlamını bilmediği hissettiklerin…
Bir hecenin dudaklara ağır geldikleri vardır
Sayfalarca konuştukların vardır
Bir damla gözyaşı sızan gözlerin, yüzüne harf harf yansıyan kelimelerin vardır
Hiç istemeden konuştuklarınla kırdıkların vardır
Onların konuştuklarına alındıkların…
Konuşamadığın için üzülenlere açıklayamadığın huzurların vardır
Bağrına çöreklenen yumru sızıyı kimseden saklayamadıkların…
Silinsin diye üstünü karaladıkların vardır; düzelsin diye yeniden yazdıkların, yırtıp attıkların, yakıp kül ettiklerin…
Bir denize savurdukların vardır, bir toprağa gömdüklerin…
Müsveddelerin arasından kurtardıklarını bir makasla kesip çöpe attıkların…
Dimağında yer etmiş yankılarından çıkarıp sil baştan yazdıkların…
Şairler vardır kafiyesiz yazar şiirlerini
Şiirler vardır kafiyesini ilmekli yaşantılar işlemiş
Çektikleri dilini lal etmiş, ne diyeceğini bilemeyenler vardır
Dursun da biraz dinleneyim dediğin bir dünya vardır
İçinde bir yerlerde sonsuzluğa duyduğun bir özlemin…
Kaçmak istediğin zamanlar vardır kendine
Kendinden saklanmak istediklerin…
Kapanmak istediğin içinde, bir yalnızlık vardır
Bazen de sıkıldığın tek başınalıkların…
Söz geçiremediklerin vardır, sessiz kalan bir şeyler…
İstemsizce yaptıkların vardır
Bazen kendiliğinden gelenler bazen içinden gelmeyenler…
Bazen susar insan, dudakları çatlar susuzluktan
Bazen de susar insan söylenecek çok söz varken bile
Bazen dolarsın, kimse anlamaz
Bazen herkes anlar da senin kendini anlamadıkların vardır
Dünyaya yalnız baktıkların vardır; gece ayazı yatağın, içten içe sancıların…
Hayata nasıl baktığını bilirsen bir an bile yalnız kalmadıkların vardır
Özleyenlerin vardır hepsine birden yetişemediğin
Nefesin kalp atışına tutuklanırcasına özlediklerin vardır
Defalarca gördüğün rüyalarda Siluetinin dahi yanağına dokunamadıkların…
Ne yapsan da can kuşunu konduramadıkların…
Güç yetiremediklerin vardır, elinden geleni yaptıkların…
Önüne geçemediklerinden dahi kendini sorumlu tuttukların vardır
Kıymetini bilemediklerin vardır, başını kaldırıp yüzüne bakamadıkların…
Uzaklara baktıkça dinlendiklerin vardır
Uzaklığa bir yakınlığı vardır gözlerin ve gönlün de
Baktıkça özlediğin yakınların vardır
Zahiren uzaklarda olduğunu bildiğin, canından yakında olanların vardır
Uzaklara bakıp gidemedikçe yoruldukların, sevgiyi hissettikçe dinlendiklerin vardır
İçindeki sesi duyurmasın diye son ses açtığın bir şarkı vardır
İçinden geçeni anlatsın diye başa sarıp, gökyüzüne sarılıp, büyüsüne kapılıp ezberlediğin, başını ağrıtan kulaklığa kızdığın, sessiz sessiz mırıldandığın nakaratlar vardır
Unutmak zorunda oldukların vardır, hiç unutmak istemediğin…
Unutmak isteyip de unutamadıkların vardır
Aradan geçen yıllardan sonra unutmuş olduğunu hatırladıkların vardır
Hala bugün o günmüş gibi hatırasını sayıkladıkların…
Ömür kokan anıların vardır
İçinde bulunduğun anı bir daha yaşayamayacağını hissettiklerin…
Bilmeden girdiğin bir sınavdan kaçamadıkların vardır
Kazanabilecekken bilerek kaybettiklerin…
Kaybedeceğim zannederken kazanmış olduğuna inanamadıkların vardır
Aciz bakıp kendini büyük gördüklerin vardır
Acizliğini fark ettiren imtihanlardan geçer not aldıkların vardır
İnsanı insanlıktan çıkaran sınavlar vardır
Açlık, susuzluk, fakirlik, hastalık…
Yüzünde renk, gözünde fer, gönlünde hal bırakmaz insanın
İnsanı insanlıktan çıkaran vicdansızlar vardır
Zulmü gördükçe kabaran intikam duyguların…
Mazluma kanat germeyen ama zalime kin kusanlar vardır
İnsanlıktan çıkanlara rağmen insan kalmayı başaranlar vardır
Gerçeğini bilip de sahtesinden kurtulamadıkların vardır
Sahtenin gerçek olmasını dilediklerin…
Keşke bir yalan olsaydı dediğin gerçekler vardır
Bir yalan mıydı yani dediğin gerçeklerin…
Cesurca savaştığın cephe tutmuş duygular vardır
Defalarca yara aldığın bir savaşın…
Pes etmemekle kazandığın bir zafer vardır
Bazen şehit olduğun bazen sağ kaldığın…
Tüm zayıflığına rağmen hiçbir yere sığamadıkların vardır
Bacaklarında güç bulamadığın bir anda gitmek istediğin bir yerler vardır
Bir sızın vardır sol yanında bağrına düşen bir ateş vardır
Ansızın çöken bir ağırlık vardır, altından kalkamadığın sorumlulukların…
Bir yük vardır sırtında ki ne yere ne göğe… bırakamadığın…
Yoruldukların vardır küçük şeyler üstüne üstüne geldikçe
Hayrette kaldıkların vardır her biri sırlarını önüne serdikçe…
Gelişleri vardır zamanın ansızın, terk edişleri keyfi yetince, öyle geçiverişleri…
Öpüşleri vardır rüyaların, titreyişleri umutların…
Gülümseyip kaçışları vardır gelir gibi yapanların
Soluna dokunan ağır içişleri vardır serabı
Siliverişleri vardır zamanın kızgınlığını kumların
Öyle hapsoluşları vardır izlerin, geçmeyişleri zamanın, sızına sırıtışları…
Patladıkların vardır ona buna şuna herkese ve her şeye!
Bazen yutamadığın bir öfken vardır boğazında düğümlenen o bir şeye
Serinliklerin vardır hiç takmayan bir kafan hiçbir şeye…
Önüne gelene öğütler dağıttığın vardır
Verdiğin öğütlerden bihaber yaşadıkların…
Kıvrımı bitmez yokuşu tükenmez yollar vardır
Yürümeye başlamadan yoruldukların…
Daha hızlı koşabilmek için takat umdukların vardır
Yıkılmaktan yorulup ayağa kalkamadıkların…
Yine düşeceğini bildiğin halde çıkmaya niyet ettiğin yüksekler vardır
Defalarca düşüp belini kırdığın…
Kırıklarına rağmen dik durmaya çalıştıkların vardır
Yolculuklar vardır kendinden uzaklara
Vardığın her yerde biraz daha aradığın, hiç bilmediğin bir kendin vardır
Başlangıçların vardır havada kalan, yere çakılmakla başlayan sonların….
Ta eskiden beri kalkıp gitmek istediğin uzaklardaki bir yer vardır
Gitmeye her niyetlendiğinde düşüp kaldığın yerler vardır
Kalkman gerektiğini bildiğin halde düştüğün yerde öylece beklediklerin vardır
Yeniden kalkmaya gücün yettiği halde seni kaldıracak bir eli beklediklerin vardır
Düştüğün her bir yerde sırtına yüklenen bahane kılıklı korkuların vardır
Cesaretini korkuların esaretinden kurtarıp cılız da olsa bir ümidin ardına salasın vardır
Bilirsin ki varacağın yerde seni bekleyenler vardır
İstesen kalkabileceğinin farkındasındır
Kalkmayı başardığında senden beklenenler vardır
Gitmek istediğin yere yaklaştıkça yollarda ödemen gereken bedeller vardır
Varacağın yerin hayalini kurar gülümsersin
Henüz kalkamadan düştüğü yerde ölenler de vardır
Derin bir nefes alıp mesafeyi ölçmeye başlarsın
Niyet etmeye bile vakti kalmayanlar vardır
Ya başlangıca döner yürürsün baştan uca ya kaldığın yerden devam eder, yeni bir hayatın başlangıcında olduğunu hissedersin
Kararlı bir inançla ve sevgiyle bakarsın yola
Ne kayıplar verdiği halde vazgeçmeyenler vardır
Varacağı yere sayılı adımlar kala gözyaşları sevinçliyken
Bir lahzacık dinlendiği kaldırımda yığılıp kalanlar vardır
Terini içecek su edersin, hararetini soğuk gecelerine yorgan…
Ciğerlerine doldurduğun nefesi sıcak gündüzlere rüzgar…
Gidebildiğin yerde senin için bir bahar vardır
Hayal ettiği yerin yakınlarında bulunduğu mevsimin tadını çıkaranlar vardır
Mor çiçekli deve dikenlerini kokladıkların vardır
Hayretle bakarsın etrafına, onların özünden bal yapmak için gurbete gelmiş arılar vardır
Neden bir gül değilim diye şikayet etmez deve dikeni
Neden bir çiçek bahçesinde doğmadım diye sızlanmaz arı
Yürüdüğün yollarda hayatta kalman için alman gereken ibretler vardır
Çakıllarla dertleşirken tökezleyen ayakların, çakallarla cenk ede ede cengaverleşen bileğin vardır
Senin varabilmek için canın çıktığı yerde şu perişan haline bakıp gülen yerliler vardır
Vardığın yerde sana gülümseyen güzeller vardır
Belki seni bambaşka biri yapacak sihirli bir değnek!
Belki herkesin mutlu ve huzurlu olduğu bir ütopya vardır!
Kim bilir, belki de tüm bu sonlu güzelliklerin seni terk ettiği bir anda sonsuz bir cenneti sana armağan eden eşsiz bir ölüm vardır!
Bunlar dahi yolun varma noktası değildir belli ki
Yavaş yavaş anlamaya başlarsın
Keşke güzelliğin bile yaratıcısı olan O YEGANE GÜZEL’E varsa bütün yollar dersin…
Anlarsın bunun nihayeti yok
Tam avucuna alıp yudumlayacakken seraba dönüşen göller vardır
Aniden uyanıp kalktığın derin bir uykun vardır, adı gaflet!
Gözlerini açtığında pencereden süzülen gri gölgeler vardır
Tekrar yumup gözlerini görmek istediğin rüyalar vardır
Rüyaların gerçekleştiği bir dünya vardır, adı yürek!
Gerçekleşmek için onun uyanmasını bekleyen bir sen vardır içinde
İçindeki seni yüreğinle konuşarak uyandırmak isteyen nice hikmetli imtihanlar vardır
Uyanmak istersin nihayet!
Her gece daldığın rüyalardan gerçeğine varabilmek ümidiyle her sabah yeniden kalktıkların vardır
Gün ortasında yorgun düşsen bile yüreğindeki sese dayanıp kaldığın yerden devam edişlerin vardır
Ve muhakkak bir gün vardığın yerden geriye dönüp, gelmek isteyen herkesi çağırdıkların, umut var hadi kalkın diye başa dönmüşlere, yolda düşmüşlere gerçekleşen rüyalarından el salladıkların vardır
Ümit etmekten bıktıkların vardır, yüzde birlik ihtimalleri ümit saydıkların…
Almayı beklediğin bir haber vardır iyi ya da kötü fark etmeyen…
Keşke öğrenmeseydim dediklerin vardır, habercinin alnından öptüklerin…
Zorlar vardır imkansızdan acı, tebessümler vardır gözyaşından sancılı…
Pansumanı yapılmamış kesik ümitlerin vardır
Üzerinden kan sıza sıza dua olmuş al çiziklerin…
Hiç dinmesin dediğin yağmurlar vardır
Hiç güneş doğmasın dedirten yıldızların, hiç karanlık olmasın dediğin sabahların vardır
Gölgenden korktukların vardır, gölgenin şahsında kendinden…
Gölgen kendi eserindir bilirsin, güneşin önüne kendin geçtiklerin vardır
Kendini kaptırdığın karanlıktan seni çıkarsın diye duymak istediğin birkaç kelam vardır
Aynadan yağmuru seyredip ruhuna hakikati fısıldayışların vardır
Beyaza koşarken karanlığa düştüklerin vardır, siyahtan yoruldukça yıldızlarla gülüştüklerin…
Hüznü neşeyle örtmek icap eder de bazen güneşin bulutu teselli edemedikleri vardır
Ölüşlerin vardır gözlerin açık renkli, gülüşlerin koyu siyah
Son sözlerin günah içindeki ellerin donuk su rengi içindeki ah
Çözülüşleri vardır kopuk düğümlerin, bedenin taş, ruhun ipsiz seyyah.
Ölümü unutturan güzelliklerin içinde yaşama sıkıca bağlandıkların vardır
Dünyayı fani kılan gerçeğe teslim oldukların vardır
Güzeli çirkin kılan ölüm rabıtalarına daldıkların vardır
Dünyayı köprü bildiklerin…
Ölümü güzel kılacak iyiliklere ömür adadıkların vardır
Bazen durur dünya inecekler iner, o, yoluna devam eder
Durma vakti yakın, yolu uzun olanlar vardır
Kimine ise dünyanın dönmemeye ant içtikleri vardır
Başı ufka daireler çizen, midesi bulanan, dünyanın tuttuğu yolcular vardır
Bedeninde tutsak ruhlar vardır alemden aleme bayrak açan…
Önemsediğin için canını yakanların, bir türlü yaranamadıkların vardır
Güvenemediklerin, elini tutamadıkların…
Ne haliniz varsa görün deyip kendi haline kaldıkların vardır
Boşvermişliklerin, umursamazlıkların…
Bin bir türlü insan vardır; yardım ettiğinden diş bilediğine kadar…
Verdiğin emekleri helal hoş ettiğin, koynumda yılan beslemişim dediklerin vardır
Aklından geçenler vardır; düşünürken içini çektiğin, hafifçe gülümsediğin, kaşlarını çattığın, gözlerinden taştığın…
Şükretmekten aciz oldukların vardır, şikayet etmekten göremediklerin…
Kaderine yazılan mutluluklar vardır, hüzne dalıp bir kenarda unuttukların…
Nimetler vardır, nice gamlar vardır yalancıktan olduğunu bildiğin…
Hikmetler vardır her saniyene gizlenmiş
Geçmeyen zamanlardan bulamadıkların vardır, geçip gitmiş zamanlardan arandıkların…
Yok olanın olmamasını dileyen vardır, dilediğini ol demesiyle var eden…
Bir isyan eden vardır yok diye, neden olmadı diye…
Bir de razı olan vardır, olmayışı dahi O’ndandır diye…
Engel olamadığın isyanların vardır
Sonra pişman olup razı olduğun; varlar vardır yoklar vardır…

FATMA ZEHRA AKYİĞİT

FeZA

11 Şubat 2021 Perşembe

İFADESIZ




İfadesini kaybetmiş suretim!
Bana dert değil
Okuyacak olan gözlerimden okusun.
Adımı ne koydular suskun diye hislerim
Sıkıntı yok!
Dinleyen sessizliğimden dinlesin.
Görmüyorsan baktığım manayı
Duymuyorsan anlattığım kadarını
Sus da eziyet etme, anlamıyorsun.
Bir nefeslik ömrüm var zaten
Bırak beni kendi halime
Kar kış etkilemez beni üşümem
Güldürmeye çalışma gülmem
Güneşin feri yetmez beni ışıtmaya
Ağlatmaya çalışma ağlamam
Mehtâbın al yanağına kanmam
Kızdırmaya çalışma kızmam
Sevdirmeye çalışma...
Bıktırdılar anlıyor musun?
Bilmiyorsun.
İçimde kalıyor hepsi, her şey!
İçimden gülüyorum, içimden ağlıyorum
İçimden kızıyorum, içimden seviyorum
İçimden çekiyorum yalnızlığımı
Baktığım hiç kimsede kendimi göremeyince
İçimden ağrıyorum
kendim gibi birini görünce, anlıyorum.
Sadece anlıyorum ve susuyorum işte.
Dertli insanlar biriktiriyorum içimde,
Umursamadan kim ne demiş!
Saklıyorum her birini ruhumun en derinlerinde
Kendilerinin bile bulamayacağı yerlere
Sonra yazıyorum anladıklarımı her gece
Kalemimle sarılıyorum sessizce.
.
Fatma Zehra Akyiğit
FeZA

5 Şubat 2021 Cuma

YIRTIK KÂĞITLAR VE KELEBEĞİN ÖMRÜ


Bizzat ellerim, bir makas, bir maket bıçağı, bir çakmak, bir teneke dolusu su... 
Bir vaka işlemek için en basit malzemeler bunlardır. En azından benim kullandıklarımın en masumu bunlardı. Maktuller kimler miydi?
.
Yaşlarım. Yedi yaşım, on bir yaşım, on dört yaşım, on altı yaşım, on dokuz yaşım, yirmi beş yaşım... Gözyaşlarımın sayısınca çok ve kabirsiz, ölü defterlerim. Bizzat yırttım konuşan sayfalarımın bazısını. Bizzat kestim, yaktım, boğdum... Susarlar zannettim. Müsveddelerini savururken bile rüzgar, onlar ısrarla anlatmayı istediler. Bakıp kaldım.
.
Baktım baktım baktım...
Ve gördüm. 
çocuktum.
.
Altı yaşındaydım defterime dert neşe yazmaya başladığımda. 
İsmimdeki Z harfini ters yazdığım için adıma "tembel" sıfatını yapıştırdığında 1. sınıf öğretmeni, altı yaşındaydım. 
Yıllar oldu kaçıncı defterimi gömdüm, saymadım.
Şimdi ikinci üniversitemi okuyorum ve bir kitap yazıyorum. 
.
Gönül ister ki güzel ülkemin güzel öğretmenleri güzel izler bıraksın kalemlere. 
O masumlar da susmasın ve konuşsunlar ki sussun suçlulukların sesi. Bıraksınlar Z harfleri ters olsun da gönüllerinde anıları güz değil bahar olsun çocukların. Gönül işte bunun burası, hangi istediği bedelsiz gerçekleşir ki? Bazı çocuklar bedel ödedi ki bazı çocuklar da güzel büyüsün ve güzel büyütsünler dünyanın bütün çiçeklerini. (yaşıtlarım ve o zamanlarda çocuklarına ezberleten ebeveynler iyi bilirler o şiiri DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİNİ DİYORUM)
.
Kelebekler... Derler ki bir gün yaşarlar... Umarım bir gün bütün kelebek yürekli çocuklar özgürce uçar şu göklerde özgürce "yaşarlar".
Bir nefes sonranızdan haberdar mısınız siz öğretmenler? 
Okul dediğin bir beton yığınından ibaret. 
Siz, çevresindekiler! 
Ne yaptınız bu çocuklara?
Neden haberler böyle şeyler söylüyor?
Neden susuyorsunuz? 
Neden bir şey söylemiyorsunuz?
Çocuklar Z harfini ters yazarken bilmiyorlardı "zulmü". 
Siz biliyormuşsunuz meğer. 
Acı şu ki 
o küçük çocuklar 
sizler kadar büyüdüklerinde 
anladılar bu gerçeği. 
.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT 
FeZA 

DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ

"Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin."  --- Köy öğretmeni Şefik Sınıg'in son sözleri.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin...ve sonra öleceğim.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kir ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları
Geniş ovalarda kaybolur kokuları...
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Koy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
Aman Isparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kop dağına göçen,
Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen,
Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencileri istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatimin çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu essiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yasamak istiyorum,
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yasadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Simdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,

Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.

CEYHUN ATUF KANSU








 

YENİ YAZIMI OKUMAK İSTİYORSUN

DEĞİSİR İNSAN ZAMAN VE MEKÂN (32)

İnsanın kelimesi kalmaması nasıldır bilir misin? Bilirsin elbet. Birçok kereler yaşadın böyle zamanları. Ve inanırım, senin imtihanın da sen...