23 Eylül 2020 Çarşamba

ÂMÂ İNTİKAM

 

.
Karanlık renkli siyahı gördü bir çift âmâ göz.
Yağmur, renksiz toprağa düşerken yemyeşil bir çürük kokusu yaydı etrafa.
Koyu şemsiyesini tuttuğu eline paslı metal kokusu sindi. Eskiydi şemsiye. Bir çubuğu kırıktı. Bükük duran kısmı, onu yağmurdan korumak şöyle dursun balık gibi ıslatıyordu. Yüzü kuruydu neyse ki. Makyajı olduğu gibi duruyordu. Bu içini rahatlatmaya yeterdi. 
.
Yolda kimsecikler yoktu. Kendisi de... Kendisi var mıydı? Sabahtan beri bu sorunun zaten dopdolu olan kafasının içinde yankılanması onu çok yordu. İstemsizce sarıldı kırık şemsiyesine. Kendini zor attı dışarıya. Dışarı! Temiz hava iyidir.  Havanın bile rüzgarı siyah esti tenine. Diken diken battı tüylerine soğuk. Öyle alelade bir kaçıştı bu. Çıkarken omuzlarına bir şal atmayı kim düşünsün? Kaçış dedim. Arayışlar çoğunlukla kaçışlara bilet olur. Ve buluşlara. Kime ne anlatıyorum onun bulduğu tek şey mütemadiyen siyahtı!
.
Güneş ışıdı yavaşça griden beyaza dönüşen bulutları peşine takıp. Anbean yükseldi parlaklığı. Onun gözleri zerrece kamaşmadı. 
Yanından bir çocuk geçti kıkırdayarak. Ses uzaklaşmadı. Dikkat kesildi. Sağ arkasından nefes alış verişi duyuluyordu. Belli ki uzaklaşmak yerine oyun oynamak istiyordu. Gülümsedi dudaklarının sol kenarıyla. Fark etmemiş gibi davranmaya karar verdi. Yürümeye devam etti. Çocuk ağır adımlarla hedefini takip etmeye koyuldu. 
.
İşin aslı, bu sabah kafasına o muamma takılmadan yarım saat kadar öncesinde meydana geldi. Hizmetçisiyle sudan bir sebeple biraz fazla limonlaştılar. Ondan sonra da olan oldu. Hizmetçi, Hanımefendinin makyajını kendisinden intikam alırcasına çirkin yapmıştı. Komik görüntüsüne kıkırdayan ufaklığın hakkı vardı. Nevar ki hiçbir şeyden haberi olmayan Hanımefendinin hiçbir çekincesi de yoktu mutlu olmak için. 
Siyah... Ne kadar güzeldi! Simsiyah bir çocuk sesi! Dudağının sağ kenarını da kattı gülümsemesine. Neden sonra çocuk bu takipten sıkılıp bıraktı sessiz oyunu ve yürüyüp gitti kendi yoluna. Hanımefendi "ben kazandım işte" dercesine yine tek taraflı sırıttı kurnazca bir gururla. Klasik çaybardaklarını andıran zarif bedenini biraz daha dikleştirip muzafferce yürüyüşüne neşeli bir türkü mırıldanarak devam etti.
.
Dünyanın bütün renklerini görebilen hizmetçisi, Hanımefendisine küf kokan bir tuzak kurmuştu rahatını bozup aklını başına getirmesi için. Fakat işler tersine dönmüş, doğduğu ilk günden bu yana siyahtan başka hiçbir renkle tanışmamış olan bir çift âmâ göz, mutluluğun büyük resmini görebilmişti.
.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT 
FZA

22 Eylül 2020 Salı

TRAMVAY DURAĞI 12.BÖLÜM


Tramvay Durağı isimli bir gözlem çalışması yapıyordum instagramda bir ara takip edenler bilir. Nedense bugün tramvay durağından (Kayseri Cumhuriyet Meydanı Durağı) kilometrelerce uzakta (Akdeniz' in bir yaylasında) olmama rağmen yazasım geldi. İşte 12. bölüm İSİMSİZ DURAK...
.
Tavanın tam ortasındaki avizeden şiddetle vuruyor ışık. Bakışım bulanıyor göz kapaklarım sendeliyor ve kapatıyorum gözlerimi. 
.
Üşendiğimden, henüz sözlük anlamına bile bakmadığım "Pandemi" adında bir süreç yaşıyoruz şu sıralar. Üniversitem, henüz alışmaya başladığım yeni şehrim, henüz sahiplenmeye başladığım sımsıcak arkadaşlıklarım, henüz hayranlığımın sevgiye dönüşmeye başladığı hocalarım... çok uzağımda kaldılar. Online eğitime mecburuz malum korona var. Ah ki tramvay duraklarım da orada kaldı.
.
Kapalı gözlerimi araladım ve hayal meyal gördüğüm isimsiz bir duraktan yazıyorum size. Önceki bölümlerde olduğu gibi kimsesiz sokak çocuklarından, alışveriş çantalarını güçlükle taşıyan kırmızı bereli sarışın bir anneden, parkta karşılaştığım ihtiyar bir amcanın torunuyla oynadığı oyunlardan ya da şiddet gören bir kadından söz etmeyeceğim. Cami kubbesini mekan tutan güvercinlerin Türk bayrağının dalgalanışıyla ritim tutarcasına kanat çırpışlarını da daha önceden biliyorsunuz zaten. 
Şimdi neler mi görüyorum? Önümde uçsuz bucaksız bir tarla var. Kupkuru. Otları sarı, başındaki güneş sarı. Tarlada çalışan işçilerin alnında tere dönüşen sıcak sarı. Toprak kahve sanki.
 Burada geçen her saniye yorgunluk dolu. Tramvay ne gezer! Bir traktör geliyor karşıdaki yoldan. Sürücüsü genç bir kızcağız. Ayağında şalvar. Başında kundak yapılmış bir yazma. İğne oyası da allı morlu. Bir termos dolusu buz gibi suyla bir çıkın peynir ekmek zeytin getirmiş. Bekleyin! 
.
Bu ses de ne? Tramvay mı? Tramvayın burada ne işi var? Sivas Caddesinden geçip meydana doğru ilerliyor. Peşinden koşuyorum. Çok hızlı. Yetişemeyeceğim galiba. Nefes nefeseyim. Hayır yavaşlıyor. Güvenlik görevlisi düdüğünü son ses öttürdü. Tramvay kendine has tuhaf bir edayla kornaya bastı. "Sarı çizginin gerisine" çekildi duraktakiler. Tramvayın kapıları açılıyor. Kim çıkacak içeriden? Bir genç kız çıkıyor. Ayağında şehirlilere has bir pabuç, yüzünde "terlemekten canın çıksa bile sus ve soluk alıp verme" diyen bir maske var. İndi. Bana doğru yürüyor. Yanımdan geçti şimdi ama beni fark etmedi. Traktör? 
.
Köylü kızcağız kontağı kıvırıp atladı kızgın toprağa. Koyu mavi lastik ayakkabısı toza bulandı. Sağ eline suyu, sol eline çıkını alıp işçilere doğru yürümeye başladı. İşçilerden biri kızın geldiğini fark etti. Ellerini çarçabuk boynunda atılı olan yarı kirli havluya sildi. Kara şalvarının cebinden bir kibrit bir de çıra çıkardı. Kuru tarlanın tam ortasında endam gösteren ulu ağacın altına kadar yürüdü. Boynundaki havluyla bu defa alnını sildi. Gölge de ne serin ama be! Hafif bir meltem esti ılıktan hallice. Yanından yöresinden birkaç çırpı toplayıverip kaydı ateşi. Ateş kor, kor köz oladursun, köz çaydanlığına su kotarılmıştı bile. 
.
Gözlerimi yeniden kapatıyorum. Bomboş bir durak var önümde. Dijital tabelada isim yazmıyor. Şu bana doğru gelen tramvayın şoför kabininde kimse yok. İçinde yolcu var mı acaba? İşte durdu. Kapılar açıldı. Size bahsettiğim iki genç kız yan yana iniyor tramvaydan. İki farklı dünyanın insanı! Maskeli olan gözleriyle gülümsüyor maskesiz olan al yanaklarıyla. 
.
Aklına hemen "maske takmadığı için sağlık kurallarına uymadı onu hemen hapse atalım" gibi düşünceler gelen evlatlar! Bir sakin olun önce :) gülümserken maskeli olan kızımız tedbiri, maskesiz olan kızımız tedbirli olmanın sonucunu temsil ediyor olsun dedim.
Koronalı veya sağlıklı, bütün günlerimiz her ânımız kıymetli. Ne yaşıyor olursak olalım iyi günde kötü günde hep dost gönüllerimiz bir olsun. Ne "sosyal mesafe" ne de zaman giremesin aramıza. Sevgiyle yoğurulmuş dualarımıza katık edelim ümit aşlarımızı. Kimler utansın biliyor musunuz? Bizi kendi gönlümüzden, kendi insanımızdan kopardığını zanneden enayiler utansın. 
.
Bir konudan yola çıkıp birkaç meseleye atıf yaptım bu yazımda. Her biriniz kendi ihtiyacınız olan kısmı anlayacaksınız. Benim de bütün bunları yazan kişi olarak hepsine ihtiyacım vardı galiba. İçimizdeki ortak manalarda buluşalım inşEllah.
.
Sonuna kadar okuyan evlatlar! Yazıyı uzun bulduğu için okumayan evlatlara selam söyleyin :) yoo hiç de üşenmiyormuş yazarken deyin :) 
Saat şu an 00. 52 ve ben uyuklamaya başladım. Düzeltme yapmadan anlık yazdım bu yazıyı. Küçük detayları siz ekleyiverin zihninizden:) bak işte buna üşendim. Hiiç de yazamam şu an. Saat 00. 59 oldu. Hadi eyvallah.
.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT 
FZA

12 Eylül 2020 Cumartesi

EN ESKI YAZILARIM (2)

.
Korku. Kor dediğin ateşin alevli közü.
Ku… dediğin belki kul belki kuş belki kum.
Korda yanan kul,
Kordan kaçıp uzaklara uçan kuş,
Korla kızmış ayak kavuran kum.
Korku. Kork dediğin emirdir.
u… dediğin belki umut belki uyku.
.
Çocuk olmak güzeldi her şeye rağmen.
Fakat büyümeye başladım.
Değiştim.
.
Ne oldu bana? 
değiştim. 
Doğru olanı bilmek zormuş. 
Ne özleyebiliyorsun ne de unutabiliyorsun. 
Hem hayatına son hızla gelişerek devam edebiliyorsun 
hem de hep geçmişte kalan bir tarafını teselli etmeye çalışıyorsun hala. 
başka bir hayal kurabiliyorsun onsuz. 
Hem buz gibi hem hala sıcaksın. 
Fakat değiştim. 
Etkilenmemeyi, umursamamayı öğrendim. 
Yaprak döken tarafım cennete ısmarlarken eskiciye sattığım hayallerimi,
bahar bahçe yanım aynada kendimi görmemi sağladı. 
Cehennemimden utanmamayı öğrendim. 
Cenneti özlemek yerine cennetin Sahibine güvenmeyi ve sığınmayı öğrendim.  
.
Yabancı biriydi bunları düşünenler. Kesinlikle ben değildim. Nasıl olur? 
Daha önce hiç görmediğimden eminim. acı biber sürülmüş çocuk ağzı gibi kızarıklığı etrafına yayılmış bir ağız, dudaklarının arasında çalıntı gibi duran çatlak ses… hayır, ses çıkarmadan konuşuyordu. dili kara yılan sinsiliğinde kıvrılıyordu dişlerinin arkasında. Dokundum omuzlarına. Ürperticiydi soğukluğu mu demeliyim sıcaklığı mı, tuhaf hissettiriyordu. Aynaya hohlamışım da sıcak nefesimin buğusu soğuk aynayı ılıtmış gibi. Ne öfkeleniyordum ne de rahatlıyordum. Yoruyordu. 
Her neyse. Kimi kandırıyorum. Evet. Hepsini ben düşündüm. Kesinlikle o bendim. Nasıl mı, yorgundum. Hala yorgunum gerçi. Derler ya “ hayat!”…
Açıklayayım, aynaydı. Karşısında durdum öylece ve sadece gözlerime baktım. içine, tam göz bebeğine. İçimde kalanları gördüm. 
Yıkıldı yıkılacak bir sokak duvarına yaslanmıştım. Oturur vaziyette, dizlerimi kucaklamışım. Gözyaşım sümüğüme karışmış, yine çocukça bir şeylere içlenmiş ağlamışım. Ne zaman ağlasam dudaklarımın kenarı kızarır. Boğulur boğazım, titreyip durur anlatmak istediklerim. Yine donmuştum işte. Kim olduğu fark etmezdi aslında sadece sarılmak istemiştim sıcak bir kucağa. Ben bırakana kadar da gitmesin…
Gelmemişti kimse. Ben de anlatamamıştım. Koşa koşa doğru caddeye… yok, intihar değil, hıh, hatırlıyorum tabi ya, camını sileceğim bir araba durur da üç beş kuruş alabilir miyim diye kırmızı ışığı beklemeye koyuldum. Yandı kırmızı. Camı karartmalı, lüks bir araba durdu önümde. İyi temizlensin diye hohladım. Yanmıştı nefesim. Buz gibiydi cam. Sildim. Ayna gibi olmuştu. Kendimi gördüm. Gece düşmüştü çoktan gözlerime. Yorulmuştum. İşin garibi aracın sahibi yaptığıma kızmamıştı. Lamba hala kırmızıdaydı. Zaman mı durmuştu ne?  
.
Ne zaman büyümek istesem 
çocukluğumu özlüyorum
Ne zaman hatırlasam o günleri
Acı anılarım düğümleniyor nefesime
Büyümüş hissediyorum kendimi
Ağlıyorum çocuk gibi
.
Gülmek zorundasın mutlu olduğunu ıspatlamak için.
Ütüsüz çarşaf gibi kırışmalı göz çukurların.
kirpiklerinde debelenmeli yüzünde huzur bulmak isteyen.

Ağlamak zorundasın acının dokunulabilir olması için.
akmalı tuzlu kanın yanaklarına kavisler çize çize
kesik nefesinden dağılan alevle terlemeli saç tellerin
dinlemeli ve “anlamalı” acını paylaşmak isteyen

ara sıra mutlu olmalısın sıkılmamaları için 
acını paylaşmalısın samimiyetine inanmaları için.
Sakın ha!
Sakın içimde kalsın deme. 
Diyemezsin. Duymalılar. 
Korkuyorlar bilmedikleri her şeyden anlasana.
Dost olduklarına inanmazlar sonra.
Sadece susmak ve sarılmak…
Çok şey istiyorsun. 
Bu öyle zor ki.

Konuşmak zorundasın sana yardım edebilmeleri için
Muhtaç olan sensin nihayet!
Sakın ha!
Sakın düşme bu tuzağa!
Bırak kalsın…
Bilseler ne olacak?

Kendin olmak zorundasın hayaller kurabilmek için
İstemiyorsan atma kahkaha, bakma kimsenin gözlerine
İstemiyorsan sakla yaralarını içinde, açma kimseye
İstemiyorsan sesini çıkarma, bak göğün derinliklerine
İstiyorsun biliyorum.
Sadece sussun ve sarılsın birileri.

Sakın ha!
Sakın bilmesin bunu kimse.
Sarılacakları birkaç dakika…
Susacakları, seni sevdiklerini söyleyene kadar.
Yine konuşacaklar.
Senin de konuşmanı isteyecekler karşılık olarak
Mutlu olduğunda gülmeni,
Acı çektiğinde ağlamanı bekleyecekler.

Biliyor musun?
Yaşamak zorundasın güzel ölmek istiyorsan
Yaşamak istiyorsan katlanmak zorundasın.
Katlanabilmek için bilmelisin ki 
Onlarla yaşamayı öğrenmek zorundasın.
Ve sakın ha!
kimse sonsuza kadar susamaz ve sarılamaz.
İsteme bunu kimseden.
Bekleme kimseyi bunun için.
Bırak, içinde kalsın.
.
Geçmişteki hatalarımı telafi etmeye karar verdiğimde, 
İçimdeki bir ses diyor ki; yüzün var mı?
Diğer ses de diyor ki; başka yolu var mı?
Ve her yeni hatamda birinci ses daha da güçleniyor;
Af dilemeye yüzün var mı?
Diğer soru içimde kıvranıyor;
Allah’tan başka kapın var mı? ...
.
Kovarım asamla gitmez penceremden sinek gezer odamın küflü kokusu. Hey gidi… başım taptaze karabiber dökerdi aşıma. Yumak yumak kireç düşüyor şimdilerde ne çare… tünerim bir kanepeye dalıp gider gözlüğümden kırıp camlarını firar eden kör bakışım. Kara bıyık altından sırıtır romatizma yüklü bulutlar. Geçen gün komşular mavi gök sarı gelin almış dediler. Hayırsız… bir ütü basmaz suratımdaki çaputa ah. Ağırlaşmış kulağımda kemiklerimin çıtırtısı. Ağzımdaki son değirmen taşı da öğütmez bir daneyi. Vallahi garezinden! Tutturmuş gider bir deprem şarkısı ellerimden. Derken acı acı tüter güya ısınmış yemek yanığı. Tencere derdine kim düşsün al etmişken yağmur feryat figan koparır dizlerimin tellalı.
.
Rüzgarın salladığı salıncağımda nefesim kesiliyor
Kanayan burnum oluyor
Kan kokusu üşütüyor yüreğimi
Daha hızlı sallıyor, esiyor, estikçe uçuyorum
Kanatlanan ruhum oluyor
Başım…
Toprağı öperken bedenim ürperiyor
Kalkmaya çalışıyorum.
Sallanmaya devam ediyor, çarpıyor, ağrıyan başım oluyor
Durmuyor, elimi kaldırıyorum, dur!
Kemiğini sızlatıyor parmağımın
Ağlamaya başlıyorum bağıran içimdeki çocuk oluyor
Ben susuyorum gözlerim konuşuyor
Dinleyen sadece salıncağım oluyor, bekliyorum
Yavaşlıyor ninni gibi, duruyor.
Sanki acımı uyutmuş çağırıyor beni
Binen ben oluyorum, sallasın diye rüzgarı çağıran…
Burnundaki kanlı sümüğü içine çeke çeke gülümseyen
İçimdeki çocuk…
.
Ve hırçınlaşır ansızın durgun deniz. o anda yemyeşil bir bahçede bulursun kendini. Rüya bu ya tam koklayacakken çiçekleri uyandırıverir seni perdesi kapalı pencerenin boğucu gölgesi.
.
insanları yargılamadan önce dinleyin. Yoksa sözlerinizle infaz ettiğiniz birinin suçsuz olduğunu öğrendiğinizde bir ölüyü yeniden hayata döndürüp ondan özür dileme yetkisini kendinizde bulamayınca vicdan azabı çekersiniz.
.
ne yapabilirdim ki 
dövüyordu fırtınalar yaprakları meyveler feryat ediyordu 
namusuna son bahar estikçe kanıyordu ağacın dalları
ağlıyordu dimdik gövdesi kuruyordu göz pınarları
zalimdi fırtınalar ne yapabilirdim ki
ölüyordu mevsim gülmekten
zevk alıyordu fırtınayı azmettirmekten
tohumlar… toprak sarıyordu yaralarını
kuşlar yalıyordu cerahatini sen yem yiyorlar sanıyordun
hayır alnından öpüyorlardı geride kalan tohumların
sen güneş açıyor gökte sanıyordun
hayır o başını okşuyordu doğmamış yavruların
ne yapabilirdim ki çürüyordu etleri meyvelerin 
soyuluyordu yaprakların derisi
yetim tohumlar…
onların kemiklerine sarılıp onları özlüyordu mezar başında
dudakları kurudukça gözyaşı döküyordu biri ötekilere
hüzün damlıyordu diğerlerinin boğazına
karınları hasretle doyuyordu
ne yapabilirdim ki savaştı bu
doğacaklardı ve öleceklerdi onlar da bazı çocuklar gibi kimsesiz
kim niye dertlensindi onlar günahsızdı
cennete gideceklerdi nasıl olsa…
.
hani çocukken de aslında her şeyi anlıyorsundur. Fakat yetişkinler bunu görmezden gelir. çünkü onlardan küçüksündür. Bir yetişkin olduğunda da hala o her şeyi anlayan çocuksundur. Fakat çocuklar bunu görmezden gelir. çünkü onlardan büyüksündür.
.
dinlediğin müziğin feryatlarını dahi duyamazsın ya zihninin gürültüsünden…
.
uzun bir zaman geçer güneşin önünden 
gölgesi ömrün olur kısacık…
.
Özlemek uzakları
Bulutların akına karışmış karlı dağların arkasından
Çıkıp gelivermeyen birileri buğusuna karışmış 
Gözlerinde yağmurun ıslağından
Penceresinde odanın sıcağından
Ellerine damlamış yaşı
Tutamamak ışıkları
Gecenin ardına saklanmış güneşin utancından
Gülüvermeyen çehreleri 
efkara dalmış dumanında katil öksürüğünden 
yakışında çay bardağından maşukları
.
Yetmediğini anlamak yetişmeye çalıştığın her şeye…
.
Kul, yar hatrına yaşayacak kadar bu dünyadan ölecek.
.
Kanatları titrer mi kelebeklerin de uçmaya başlarken…
.
Büyümelisin çocuk
Bedelini ödemelisin saflıklarının
Kötüleşmeden güçlenmelisin çocuk
Elini tutmalısın saf insanların
Vefakar olmalısın çocuk
Yıllar geçse de 
Elinden tutanların halini hatrını sormalısın
Hayırlarını ummalısın
İyi olmalısın çocuk
.
Kızmamalısın çocuk kırılmamalısın
Her kaşını çatan kötü değil inan
Dinlemelisin sevmelisin bazen sadece
Bir gülümser yüz değmemiş gözler var
Anlayışlı olmalısın rahat bırakmalısın

Gülmelisin çocuk neşelenmelisin
Hayat ihtiyarlamış
Hüzne boğabileceğin kadar ömrü kalmamış inan
Yaşamalısın tadını çıkarmalısın sadece
Bir iyimser söz değmemiş kulaklar var
Hoş konuşmalısın 
şiirlerin ardından Şarkılar yazmalısın

Durmamalısın çocuk kımıldamalısın
Ölüler yalnızca kabirde yatmıyor inan
Canlanmalısın elimi tutmalısın sadece
Kalkıp rüzgarın sesiyle ritim tutup
İki tur halay çekmemiş ayaklar var
Bir türkü tutturmalısın
.
Bir fani ateş ki cehennem olur
Kul acınası
Bir ilahi aşk ki
Ateşine pervane olunası
.
Kelebek
Gündüzün gökyüzünde mavisin
Gecenin karanlığında kara
Gözlerine baksan bir çiçeğin, neşesin
Kapasan gözlerini, yara
.
Tekerrür eden tarihleri var şu kısacık ömrümün
İstikamet üzere istikrar isterken yollar
Ben sessizce beklerim şu anımı Kovalarken yıllar
.
Baktıkça hatırla ne kadar korkaksın 
Ne kadar cesaretin var düşlerinde
Nasıl da mahzun göçmüş çocukluğun şu anına 
Başını okşa umutların
Gözlerinde şefkat açsın
Sen hayal kur
Nasılsa dünyanın güveni gurbete göçmüş

Baktıkça hatırla ne kadar siyahsın
Ne kadar saklı güneşin var
Nasıl da gölge çökmüş üstüne
Işık tut dağılsın
Cehenneminde cennet açsın
Sen gülümse 
Nasılsa dünyaya kasvet çökmüş

Baktıkça hatırla ne kadar kalabalıksın
Ne kadar bir başınasın
Nasıl da birikmiş anılar gözlerinin altına
Gökyüzü yaş döktükçe yıkansın
Çorak toprağı duyguların
Sen hatırla
Nasılsa unutanı çok dünyanın 

Baktıkça hatırla 
ne kadar ateşsin ne kadar güneş
nasıl da yapışmış yakana dünya
nasıl da yakışmış yüreğine dualar
sen acizliğinin farkında ol
nasılsa herkes hakimi dünyanın

Baktıkça hatırla 
ne kadar boşvermişsin Ne kadar umursayan
nasıl da şikayetçi herkes her şeyden
nasıl da onlar gibisin
herkesten mükemmel
nasılsa birkaç parça beze sarılıp
bir avuç toprağa sığacaksın
kim seni nereden bilecek yıllar sonra
sen kendini akışına bırak
istersen rezil ol
kim ağası olmuş bu dünyanın
kim veziri olmuş hangi padişahın

Baktıkça hatırla 
Korktuğun nedir neye cesursun
Ne kadar memnunsun halinden
Ne kadar kızgınsın diğerlerine 
Nasıl da dışındasın sahnenin
Sahnenin tam ortasındasın
Nasıl da yanılıyor kafanın içindeki koca ses
Sen tıka kulaklarını git
Bak göreceksin 
Umrunda değilsin kimsenin
Rahatlayacaksın…
.
Zorlandığında hatıralara dön 
yüzünü ekşit
Zira eşit değil bu hayatta imtihanlar 
kimi cahile göre adil de değil
beklentilerini eksilt 
Kabul et! 
Eksiksin acizsin 
varlığın bir deri bir kemik ve
ruhuna tercüman bir yürekten ibaret
...
Bu kendine yaşattığın zorunlu hafıza kaybı
Rahatlatır evet
Lakin insaf et biraz kendine acı! 
İnsansın yalnızsın bu nefsinin aybı
Bilirim ruhunda kaynatır kazanları 
sanırsın ki cehennem azabı! 
birilerini yada bir mucizeyi 
beklemekten vazgeç
Beynindeki ıstırabı 
anlatamazsın sabret! 
...
Unutmakla teskin oldum zannedersin
Nafile! 
Bilinçsizce gömersin derinlere
Bilmeden aldatırsın kendini 
Aldanırsın kendine saklanırsın 
yinede sobelenirsin
Yenilirsin 
Kaybedersin güveni
...
Aradığın sıcacık bir sarılmayı 
bekleyemezsin kimseden
Elini koy kalbine 
unuttur kırılmayı kızmayı
Kimselere söylemeden tek kelime 
Kaybolmayı dene ama ölmeden! 
Yaşamayı dene gizlice 
Sarıl doyasıya sol yanına
teselli ol kendine 
...
Yalnız mısın, sanmam !
çek içine okkalı bir nefes ümitlen! 
Tek günahkar sen değilsin
Bir silkelen! 
Gözlerinden tek dökülen yaşlar değil
Yakala! 
Yanaklarına düşmesin manalar 
tut hepsini bakışlarında kalsınlar
...
Hatırla ki imtihanlı bu dünya
Tek kaybeden sen değilsin 
Düşün insanları, yaşadıklarını-haketmeyen tek sen misin 
Sor kendine verilen nimetlere şükretmeyen sen değil misin?
.
Haramlar dolaşıyor gözlerime 
Gözlerim ah çok acıyor
Günahlar sarmaşıyor ellerime
Ellerim kapatmıyor gözlerimi
Gözlerim kayıyor cehenneme
Cehenneme dönüyor hayatım
Ayaklarım emekliyor cennete
Cennete gidemiyor yüreğim
Yüreğim, hep arafta kalıyor.
.
gözyaşımla doldurduğum kadeh !
İçmek için koşacağım sana lakin 
Bir ihtiyar kadar ölgün adımlarım .
Ve ölmüşüm gibi donmuş suretim .
Geçmişim kadar sahte bir hayat bu
Ve ben sarhoş olmak için seçilmedim 
Yaşamak arzusundayım aslında ben 
Lakin gömmek istiyor bilinmezliğin .
.
Yüreğimden kopan bir çığlık kadar sessiz haykırışlarım.
Gözlerimden yağan sağanak bir yağmur kadar ıslak...
Ellerimden tutan şu rüzgar kadar serin Hayalin 
Ve inad edercesine hislerime tutsak...
Düşlerimden seçilen kabus kadar karanlık mı kaderim? 
Bilemem, susar birgün belki sayıklayışlarım.
Sevemem isyanı, ümid ederim, lakin
son nefesim gibi yorgun yakarışlarım.
.
Dertsiz görünür asi kulun sözde rahat yaşar dinden ahlaktan bihaber. İsyankardır üstüne üstlük. Lakin hidayet nimetine en muhtaç odur Rabbim. Ruhu sensizlikle azaptadır. Senin firakında gurbettedir. Sabreder farkında bile olmadan. Esirdir nefsine. işkence eder şeytanlar kalbine. Yaradır her zerresi.sıkılır gönlü her gecede. Acır soluğu zikrinsiz. Çilelidir başı. Sana sığınacağını bilmez. Kimsesiz sanır kendini. Yapayalnızdır Rabbim. Senden gafil kalan kulun Senden uzak oluşunun zulmü altındayken mazlumdur. Yardımına muhtaçtır. Yardım et Rabbim.
.

Bir bebek masumluğundayken sofi, bataklıkta hisseder kendini. Çünkü pişmandır. Varlığının şükrünü, derdinin sabrını eda edemediği için. Nazlı nazlı ağlar, anasına şefkat veren mürşidine yetmiş katını veren Rabbine dönerek.
Merhametin de yaratıcısı olan Rabbi, sever nimetiyle, imtihanıyla.
Her defasında ya düşer ya kalır sofi. Döner ağlar, saklanır ağlar, ağlar, ağlar… gözyaşına kevser döken peygamber olur. Başını okşayan bir ramazan rüzgarı. Cennet ipekleriyle saranı, cemaliyle sarılanı Rabbi olur. Bilmez sofi. Ağlar da ağlar.
.
Yarım kalan her adımda yolda kaldığımı hissediyorum... 
Tökezleyip düştüğüm her kaldırıma sarılıp ağlıyorum...
Başımı çarptığım her taşa bulaşan kanımı,
Ne kadar uğraşsamda silemiyorum...
Kalkmak istiyorum ayağa, dimdik! 
Bacaklarım titriyor ayakta duramıyorum...
Neye kızmalıyım şimdi atamadığım adımlara mı? 
Öfkemi kime vurmalıyım Kaldırım taşlarına mı?
.
Dili yok mudur acının,
Neden anlatamıyorum? 
Sesi yok mudur ki,
Kimseye duyuramıyorum?
Tadı yok mudur ki tatsınlar?
Bilseler ya ne kadar zor .
Kokusuz da mı yoksa bu? 
Verdiği ıstırabı bir anlasalar...
.
gözlerimdeki feryadı dinliyorum, dargın...
zorla susturulmuşum.
dudaklarımın sıkılışına bakıyorum, kızgın...
zorla güldürülmüşüm.
Susuyorum, madem öyle istiyorlar...
susunca da kızıyorlar, anlamıyorum.
dayanıyorum, madem üzülüyorlar...
gözyaşlarım darılıyor bu kez isyan ediyorlar...
gülümse diyorlar, sana gülmek yakışıyor!
ağlamayı kim ister ki?
ya ben anlatamıyorum
ya da onlar...
hayır, anlamıyorlar...
.

Boyacı çocuk sıcak bir yaz günü çadırına dönerken, kendisini terlettiği için güneşi cezalandırmak istedi. Kara lekelere bulanmış elindeki, boya sandığını bir kenara bıraktı. Düşünmeye başladı. Onu dövsem bu zalimce olur bana yakışmaz, kızarsam da kalbi kırılır dedi kendi kendine. Sonuçta güneş kötü biri değildi. Cebinden pembe çizgili beyaz bir mendil çıkarıp terini sildi. Kaşlarını çattı. Mendile de boya bulaşmıştı. Sokağın başındaki hayrat çeşmesinde yıkamalıydı. Boyası çıkmazsa… hayır, kirli mendille gezemezdi. Üstü başı kapkara boyaydı. Ne var ki o mecburiyetti. Mendilse karakterini yansıtıyordu, kirli olmamalıydı. Derin bir nefes alıp verdi çocuk. Gözlerini kısıp güneşe bir yan bakış fırlattı. Kalkıp sandığını yüklendi. “hadi yine iyisin ki ben iyi bir çocuğum. Şimdi eğer ben kötü bir çocuk olsaydım seni çoktan yere indirmiştim. Yat kalk dua et bana” deyip gülümsedi. Güneş de ona gülümsedi. Güneş hakikaten hatasını anlamış olmalıydı. Çünkü kış geldiğinde mevsim boyunca utancından olsa gerek hiç ısınmamıştı. Çocuk çadırın yırtık yerinden gökyüzüne bakıp “aferin, dedi. Şimdi üşüyor olsam da sözümü dinlemen hoşuma gitti”
.
Cehennem mi yakmış da ateşiyle tehdit ediyor canımı
Cennet mi gel diyor cilvesiyle kendine çekiyor canımı
Hesabımı onlar mı görmüş de böyleler
Nereden biliyorlar sol yanımı 
Belki umursamıyorum canımı
Ben beni değil cananımı …
.
gece güneş gündüz ay olur
karanlıkta ışıklara 
sabahlarda umutlara 
bakma yalancılar
.
Toprak! Hiçbir yağmur seni böylesine tuzlu bir suyla sırılsıklam etti, şişirdi mi?
Allah beni topraktan yarattı.
Elim topraktan, gözkapaklarım topraktan, yanaklarım topraktan…
Gözlerimden yağan yağmur öylesine sağanak ki 
yanaklarım tuzlu su yutmaktan şişti, şişirdi gözlerimi, kaşlarımı, dudaklarımı…
aahhhh… çok yorgunum!
.
Onlar, içlerindeki taşı saran birer şeker kabuğu. Sen üstü tozlanmış bir şekersin. Onlar rengarenk yüzleriyle ÜSTler. Sen, üstündeki tozlarla pasaklı, aşağıda. Onlar adaletsizlikten vazgeçmeyecekler. Sen, arındıkça tozlarından, iyisi de gelecek kötüsü de gelecek tadına. Gülümseyeceksin. Onlar, şeker olduğunu zannettikleri taşlarıyla ezdiklerini zannedecekler seni. Sen parça parça olsan da her zerrende tatlı olacaksın. Sen ezildikçe, onların sertliğine bulaşacaksın. Ancak o zaman sızlatacak adalet, onların taşa doymamış damaklarını. Senin, ömrün tükenecek yalakaların ağzında. Eriyeceksin bulaştığın taşların tozunda. Yine de tadını korumakla, onların, kabuklarından çıkıp dürüstlüğü görmelerine vesile olacaksın. Şeker kabuklarının cazibesine aldanma. Saklanma, şeker kal, tatlı kal… güçlü yetişkinler anlamasa da şu çocuklar anlayacak seni. Tozlarını temizleyip öpecekler alnından.
.
anlatıyorlar. dinliyorum. 
Bıksam da belli etmiyorum.
Oysa az daha yesem kusacağım kadar yediğim bir yemek gibi her kelimesi. 
Dudaklarımı zorla gülümsetiyorum. Yahut şaşırmışçasına açıyorum gözlerimi.
Zaten can atıyorlar ya işe yarıyor ve daha hararetle anlatmaya devam ediyorlar.
Sonra nazikçe “anlıyorum” diyorum. 
Bu çoğu kez tatmin ediyor. Geçici de olsa susuyorlar.
.
Yazmak ve düşünmek istiyorum.
Bununla ne elde edeceğim?
Bir şey elde etmem gerekmiyor ki
Hayatımı bununla geçirmek istiyorum.
Gezeceğim, göreceğim, okuyacağım, gözlemleyeceğim…
Yazacağım ve düşüneceğim.
Yazdıklarımı okuduğumda “kendimi bulabiliyorsam” amacıma ulaşmışım demektir.
Kendimi mi arıyorum?
Neredeyim?
Böyle soruları kendine hiç sormadan yaşayan INSANLAR var.
Ve oturduğu yerden yahut (çalışma,eğlence… çoğaltabilirsiniz) masasından kalkıp,
düşünen İNSANLARa sesleniyorlar:
“Çok düşünürseniz aklınızı kaybedersiniz!”
Ya aklımı kaybettiğim yerde ruhumu bulursam?
Ya ruhumu bulduğumda bedenimin farkına varırsam?
Bedenim…
Kimine gore güzel kimine göre çirkin.
Ama bana göre kesinlikle “lüzumlu”.
Ruhumun tahtırevanını taşıyacak bir hamal lazım değil mi?
Ruhumu bulmak ve sevmek istiyorum.
Ya ruhumun da bulmak ve sevmek istediği başka bir şey varsa?
… (bunu kendiniz itiraf edin)
Yegâne cevabı bildiğim halde neden hâlâ böylesine durgun ve boşluktayım anlamıyorum.
Neden dalgalanıp doldurmuyorum kıyılarımı?
.
Yürümek istiyordu. 
Hüzünlüydü. 
Üzerindeki siyah kaşe palto hoştu. 
Yaprak dökmüş çıplak ağaçlar da tamamdı.
Fakat elinde kırmızı bir şemsiye, ayağında kırmızı bir bot yoktu. 
mesela, paltosuyla uyumlu, klasik tarzda şapkası olan 
bir beyefendi…
Nasıl bir tablonun düşüydü bu böyle? 
Evet rüzgar titretiyordu dişlerini. 
Estikçe, dudakları kuruyor çatlıyordu. 
Burun kemikleri donuyordu doğru.
Fakat yağmur bile yağmıyordu ki ne şemsiyesi… 
.
Asfaltın buğulu gözleri sıcak bakıyordu katilin çatık kaşlarına.
Gözlerinin kısılma noktasına yağlı terler akıtıyordu güneş.
Hararetle alıp verdiği nefesin arasından simsiyah çürümüş köpek dişi rahatlıkla görülüyordu.
Dili damağı kurumuştu. Küçük dilinin deve dikeni gibi boğazına yapıştığını hissetti.
Küfredecek oldu vazgeçti.
.
Gök severdim eskiden. Yıldız, bulut, yağmur… deniz seviyorum şimdilerde. Toprak, çiçek, insan… gök; nefesti, umuttu, ağıttı. Yer; ölüm, solmak, efkar.
.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT FZA
.
DEVAM EDECEK...







EN ESKİ YAZILARIM (1)


.
Uyduruk Mezar !
Bu garip...
Geçmiş hafızamdan silinmiş gibi.
Geleceği kendim korkutup kaçırmışım gibi.
Şu an kendime anlam veremiyorum.
Sanki gözlüğüm karanlığa bulanmış da
Gözlerimi kör olduğuma inandırmışım gibi.
Neden ki ? Belki...
Toprağından çıkarılıp
maziye gömülmüş, ümîdin cenazesi
Kokuşmasın diye tütsü yakılıp
Yalanla dondurulmuş çaputlara sarılmış.
Sanki...
Aynada gördüğüm mezarlığa
Düşlerimi kaçırmışım da
Kandırıyorum çocuk kalbimi
Ölüm cennet demekmiş gibi!
.
Saçmasında vurulduğun mazi namın olur
Denizinde sarıldığın sinsi ahın olur
Fırtınasında savrulduğun serseri zamanın
Toprağında kuruduğun mezarın olur 
Dünya
Sağından fısıldayan bülbül olur da 
Solundan parıldayan ışığın sebebi olur
.
.
Bu gece dokunmayın!
Yazasım var bu gece kuralsızca
Şiir gibi derin ya da mani kadar saçma
Anlamsızım bugün anlayamadım
Ağlasam gülesim,
Gülsem ağlayasım geliyor.
İfadesizim bu gece
Gözlerim ne çekiliyor gülerken
Ne de şişiyor ağlarken.
Yazdıklarımı silesim gelir belki ansızın
Sonra tekrar yazmak ister, vazgeçerim.
Aşasım var bu gece tüm engelleri
Engebeli dağlara çıkasım var
Engin deryalarda yüzesim...
Tüm ağıtları kahkahamla boğasım...
Doğasım var yeniden
Her şeyi sil baştan...
hayır öldüresim...
Gömesim gelir nedensiz
yaşama sevinci denen şeyi.
Anlayasım gelir anasız bebeği
Sırtıma alıp taşıyasım gelir
O rüyadan bu rüyaya!
Sallayasım gelir ağladıkça
Ona eşlik edesim...
Yazasım var bu gece umarsızca
Su gibi aziz olasım var
Toprak kadar...
Ölmek mi yine ?
Daha demin doğacaktım ya ben!
Gülsem mi ağlasam mı bir bilsem!
Gece kara, sabah ak öyle mi?
Sabaha yetim doğan çocuk
Gülsün öyle mi?
Özlemesin toprağın kaçırdığı anasını,
Telli duvaklı kefeninde gelin ya,
Günler aydın ya gülsün,
Karanlığın ayazında hislenip ağlasın
Sessizce üşüsün, gizlice...
Gizlice ölsün öyle mi?
.
.
HANGİ YÜZLE...
Ölmek ister bir yüzüm, hüzünvâr karanlık
Toprak mezar geceme, kızıl kor dağılır
Solmak ister sözüm, çiğnenmiş gövdesinden
Kalmayan suretimde pişmanlık sararır

Doğuma sancılanır günüm, gülistanlık
Öbür yüzüm ümitvâr, tan yerinden ağarır 
Konmak ister can tenime, ruh kafesimden
Fersiz gölgem, yüzüm arafında alarır
.
Yakamozunda seyrettiğin güneş hayalin
Ya büyüme ya da yetiş;
Güneşinde kemale erdiğin meyvesin
.
Bir şiir söyle sokak kedisi
Sözlerinden şarkı yapayım
Bak mevsim bahar senfonisi
Gözlerimden çiçek açayım
Patilerinle tut ellerimi
Sonra sen kovala ben kaçayım
ya da
Bir şarkı söyle sokak kedisi
Sözlerini ben yazayım.
Kısma öyle boncuklarını aç
Kapı önlerinde
sütler bekler seni bak
Dinle, pisi pisi diyen bücürü, kaç
Sevinsin, peşinden gelsin badi badi
Çık şu ağacın en yüksek dalına
Sonra düş dört ayağına
Övünsün seninle, işi rast gidenler
Zengin bebeleri yumak yuvarlasın
Sen bırak onu bunu da gel
Yolunu gözler toz toprak çimenler
Bir şarkı söyle sokak kedisi
Çağır çöp kenarından yavrularını
Her mırıltına ritim tutsunlar
Bakayım ben de boncuklarına
Baharımdan çiçek koklasınlar
Boşver halılarda kıvrılıp uyuyanı
Gel çıkalım sokaklara
Çağıralım çocukları
Evlerinden süt getirsinler
Bir şarkı söyleriz hep beraber
Akşam ezanı okunana kadar
Anneleri çağırınca
pıflayışlarını seyrederiz
Onlar gidince paydos eder,
Bulduğumuz yere seriliriz
.
ÖYLE ŞARKILAR VARDIR
Anlamını bilmediğin şarkılar vardır
Birileri kadar yabancı
Birileri kadar tanıdık gelen ...
Birilerini kendinle karıştırdıkların vardır.
Gitarla davulun kavgasını ayıran piyano
Birilerinin çığlığıyla yeniden kızışan sesler
Seni de nefeslerine çekmek isterler
Burunlarından üfürmek dumanını
Ağırlığıyla ezmek isteyen yavaşlığını ...
Birileri kadar vurgulu susarlar
Susar ve izlerler yaralananları.
Anlamını umursamadığın şarkılar vardır
Birileri kadar olmazsa olmayanlar
Birileri kadar olmamakta direnen...
Birilerini yok eden acımasızlar
Birilerini hayata döndüresiye iğneleyen ...
Gökyüzüne uçurup karanlığa sokan başını
Çıkarıp yeniden bataklığa batıran ayağını...
İşkenceyi Fizan’dan getiren şarkılar
Hemşireyi rüyalardan tutan illegal.
Birileri vardır her tınıda seni dinler
Minneti duyurur kulaklarına hakareti...
Hakirliğini anlatır benliğine
Fakirliğini siler kendi çöplüğünde
Kral eder, kölenin emrine verir seni
Kâh soytarısı olursun kâh akıl hocası
Hasılı, Şarkılar vardır;
ses yok, gürültü gırla azizim!
.
Noktalı yerleri sen tamamla!
Hep aynı terane şiirler,
Şairin kustuğu işte!
Hayat başka mı sanki,
Yaşayıp öldüğün keşke!
Aradaki yedi farkı bulan, yazar!
Acı...
Demir acısı.
Ağır...
Geçmeyen baş ağrısı
Mide bulantısı düşünceler!
Kara...
Gece karası sıradan!
Yürek karası acımasızlar!
Eksiltili cümleler
Anlaşılmazlarsa yorarlar!
Sır...
İçinde kalmışları insanın.
Kelimelerin arkasında saklanır.
Sobeleyen ebe!
Baştan say çocuk!
Elma dersen çıksınlar
Armut dersen...
Elma demeyesin e mi,
Bırak, içimde kalsınlar...

Ve gülememişsin...
Sen karanlıkta yıldız ararken 
Bakmışsın ki 
Zaman ağarmış!
Bilememişsin 
Hesabı ağırmış 
Kendi açtığın yaralarını 
Yine kendin sararken 
Ağrıdığın zamanın...
Gaflete terketmekle
Nefsine zulmederken ;
Kalbinde kayan yıldızları 
Günahın karasında aramış,
Bulamamışsın.

.
IHTIYACIN OLDUĞUNDA...
"Hiç olmaman gereken bir yerdesin"
Nasıl bir kafes bu
Nasıl böylesine daraltır nefesi ?!
Neredesiniz
diye sorası geliyor insanın
"Ne zaman ihtiyacın olursa..." masallarına
Kaçsa kaçamıyor, kalsa orada...
Neden gelesi gelmiyor
bir Allah kulunun?!
Elini ayağını bağlamış, etrafını sarmışlar
Bir başına bir yamyam tenceresindesin.

Nasıl bir ateş bu
Nasıl da pişiriyor buz gibi esen rüzgarı
Hâr ı söndürmesin diye,
Hani, çiğ kalmayasın diye
Duyduğu her ayak sesine
"Sen misin" diye
umutlanası geliyor insanın.
Korku kapatmış gözlerini
titrerken kirpikleri
Baksa bakamıyor gelene
Gelmeyeni hoş görse, gönlü kırgın...
Neden bir el veresi gelmiyor kimsenin ?!
İş kıymete binince
"Hiç kimsesin" herkesin gözünde düşünsene ! hiç...


Birkaç kimsenin
gönlü yumuşasa diyorsun
Biraz su serpse diğerleri fark etmeden...
O acıyla ateşe diye
gözünden yaş süzülse bile faydasız,
Ağıdın tencereye dökülüyor,
tuzuyla tat katıyor yahnine !
Etin kemiğinden ayrılıyor
sen kendinden... de
Kimin umurunda?!
Geçiyorsun candan anlasana
Pişiyorsun korkundan
Boş veriyorsun kim gelmiş
kim gelmemiş yardıma


Kimsesizsin o an...
Yitip gidiyorsun kimliksiz...
Kimdin yaşarken,
kimdin ölürken
Hiç "Kimseye"...
gereksiz...
.
ILKOKULDA ÖĞLENCIYKEN...
Bomboş gökyüzü 
Hiç kuş yok, yıldızlar var.

Evler uzakta.
arabalar garajında olsa gerek,
Insanlar misafirlikte!

Sokak lambaları loş.
Mavi önlüğümün rengi 
Mora çalıyor sanki.

Gelirken yollarda 
bir tanecik kedi bile yoktu.
Sokak köpekleri de uyudu belki.

Rüzgâr uğuldamıyor,
Ses yapmasın diye 
Ay dede ona kızmış olmalı.

Annemin deyişiyle;
Çantam deve yükü gibi!
O kadar kitabı ne demeye...

Neyse ki yemeğimi yedim,
Büyüdüm,güçlüyüm...
Sahi annem 
ne pişirecekti bugün?

Eve varmama az kaldı.
Yağmur yerlere göl durdurmuş!
Gider gitmez 
Ayağımı sobaya dayayıp 
Çoraplarımı kurutayım.
Evde yapıştırıcı var mıydı?
Görüyor musun, yine açılmış!
.
Salla beni rüzgâr!
Hareketsiz kalbim.
Dök yapraklarımı 
sarardı benzim. 
Dolunay!
Parlat bakışını 
gölgemi okşarken.
Çalkalan deniz!
Hışıltınla ninnimsin.
Kapan gözlerim!
Ben yaşını silerken.
İpimi tutan ince dal!
Kırılma, düşersem 
incinirim.
Ey karanlık, saklan!
Bulursam seni 
kendime küserim.
.
Şu klozet...
Sifona dokununca
üzerine yüklenen tüm elemleri
sinesine çekebiliyor.
Hem de kime ait olduğuna bakmadan...
Usanmadan hep aynı iş!
Dinliyor her geleni.
Derdini anlatan içini boşaltıp
rahatlıyor ve gidiyor.
Ne bir teşekkür ne minnet!
O beklemiyor.
Şu klozet diyorum
tanıdığım bir çocuğa çok benziyor.
Onun da kimseye,
sinesine çektiği elemlerin biriktiği
lağım çukurlarından
Bahsettiğini  göremezsiniz.
Kendisi bile bilmez fakat ben bilirim.
Öylesine çürük kokan
öylesine mide bulandıran
Lağım çukurlarıdır ki bunlar
Gençlik gibi, ömür gibi, ölüm gibi
Bir çocuğa yakışmayacak kadar iğreti...
.
Şu dal, barışın simgesiydi güya. Mutluluğu çağrıştırırdı.
Vefasız bir yaprak tarafından terkedileceği kimin aklına gelirdi?
Oysa dal “ gitme” demişti yârine. “ölürsün, yanarım…”
Uçurtması güneşe kaçan bir çocuk vardı.
Gözyaşları içinde uçurtmasını tutsun diye yalvarmıştı dala.
Dal o sırada kendini yaprağının cilvesine kaptırmış;
Hoş kokulu çiçeklerin, sevimli meyvelerin hayâlini kuruyordu.
Yapraksa rüzgârın, iki âşığın sigarasından çalıp getirdiği
tutkunun büyüsüyle raks ediyordu. Yanağında kızaran
nazlı edalar gizli sevdası rüzgâraydı aslında.
Dal, kendini öyle salmıştı ki hayallerine ne yaprağın
nifak girmiş yüreğini ne de çocuğun hıçkırıklarını duyuyordu.
Rüzgâr zalim ve sinsiydi. Uçurtmayı güneşe üfürmüş,
çocuğun umutlarını söndürmüştü. simdi de yaprağın
gönlünü çeliyordu. Dala acı çektirmek istiyordu. Sırf o,
tüm gücüyle esmesine rağmen kırılmadı diye. Sözü vardı rüzgârlığına. Dalı en derinden; yüreğinden kırmalıydı.
Bir sinüzit gibi başını ağrıtan zihnini tıkayan bu
gurur meselesini çözmeliydi. Beklemeye tahammülsüz,
koştu yaprağa:
_ “gel kaçalım. uçalım uzaklara!” çılgınca bir özlemle:
_ “ es öyleyse”diye fısıldadı yaprak.
Dalın feryatlarına karıştı rüzgârın kahkahası.
Cız edivermisti yârin ayrıldığı yer.
_”ah” diye inledi dal. “Gitme yârim. Ölürsün, yanarım.”
Yaprak, rüzgârın kollarında bir o yana bir bu yana savruluyordu.
Bir cenazenin külleri gibi. Çoktan anlamıştı uçamayacağını.
Bir uçurtmaya özenmemeliydi. Bir uçarı rüzgâra aldanmamalıydı.
Öyle sadık bir yâri aldatmamalıydı.
Toprak… ölmüştü yaprak. Kurumuştu dal.
Ta yüreğinden kırılıp düşmüştü vefasız yârin mezarı üstüne.
Birkaç adım ötede, sigarasından dumanı çalınan iki âşık,
Ateş başında birbirine sarılmış şiirler okuyordu. Neden sonra
ateş titremeye başladı. Yakacak bir şeyler bulmak gerekiyordu.
Belli ki hissetmişti gönül;
Ölmüştü yaprak ve yanmıştı dal.
Son…
.
Anladım, dünya boş ve değersiz
İnsan bir hamal sırtı eğersiz
Didinir durur bitmez çırpınması
Nihayetsiz sanır bu hayatı
Bilmez, o bir kuyudur ki dipsiz…
Yutuverirse seni kalıverirsin kimsesiz
Ne bir mal ne de itibar kalır, 
Yok; kifayetsiz!
.
Allah'a emanet ettiğim seni,
Her baktığımda içimde buldum.
Yumdum gözlerimi şimdi
Kendimi de emanet ettim... 
Ölmedim korkmayasın
Güleryüzlüyüm hala 
umursamaz takılıyorum.
Yaşıyor muyum diye de sorma 
Onu ben de bilmiyorum.
Bildiğim tek bir şey var:
Rabbime hasretliğiyle 
Güç bela ayakta ruhum...
.
İfadesini kaybetmiş suretim 
Bana dert değil
Okuyacak olan gözlerimden okusun 
Adımı deli koydular suskun diye hislerim 
Sıkıntı yok! 
Dinleyen sessizliğimden dinlesin...
Görmüyorsan baktığım manayı, 
Duymuyorsan anlattıklarımı
bari sus da eziyet etme, anlamıyorsun. 
Bir nefeslik ömrüm var zaten 
Bırak beni kendi halime, 
Kar kış etkilemez beni.
Güldürmeye çalışma gülmem!
Ağlatmaya çalışma ağlamam! 
Kızdırmaya çalışma kızmam! 
Sevdirmeye çalışma... 
Bıktırdılar anlıyor musun?
Bilmiyorsun...
İçimde kalıyor hepsi, herşey!
İçimden gülüyorum, içimden ağlıyorum,
İçimden kızıyorum, içimden seviyorum,
İçimden acıyorum 
kendim gibi birini görünce...
İçimden çekiyorum yalnızlığımı 
Baktığım hiçkimse de 
kendimi göremeyince...
.
İnsan sabaha doğar 
İçinde bi yarın kaygısı 
Bir melek kapıyı çalar 
zilin sesi ölüm şarkısı 
Ve doğan güneş batar 
Düşer yarınlar toprağa 
can verir insan solar 
Dökülür yaprakları sonsuza
.
Bütün kelimeler isyan edercesine suskun
Sevgim ölgün, nefretim yorgun
Hissiz gibiyim , gülüşlerim solgun 
Ağlayışlarım sessiz, ümitsiz gibiyim...
Bu bana yakışmaz bilirim
Baksana, zaten bu ben değilim 
Benden içeride bir ben var 
Bazen böyle beni benden çalan... 
Peki ya dışımdaki ben kimim? 
...Sorular var bir yığın 
Cevabını bildiğim ama anlamadığım.
Bu imtihanı bana bir yaşatan var 
Kaybettiğim her sonuçta sığındığım.
.
Bir nefes sonramdan bihaberim Madem 
Daha ne üzülür gam çekerim? 
Bir asır mı yaşarım bir saniye mi Bilmem
Bir bilinmezin içinde ömrederim
.
Diyorum ki bulutlara 
bana da öğretin ağlamayı
Sonra sakinleşip susmayı
Bana da öğretin 
Güneşle dost olmayı
Yağmur sonrası 
gökkuşağı açmayı 
Diyor bulutlar 
dertsiz ağlanmaz 
Tesellisiz susulmaz 
Derde rağmen gülebilene 
Dost olur güneş 
Hem hüzne hem ümide 
Boyanabilende açar gökkuşağı 
Boyanabildiğin kadar renklisin 
Korkuya,sevgiye,mora,pembeye...
.
Ay karardı bakışlarımda lakin güneş doğdu ferine 
Bir yıldız kaydı gecemden lakin Ümit durdu vecdime 
Lakin ey! çare 
Gül sarardı bahçemde lakin hazan yeşerdi gönlümde
.
gözlerimdeki feryadı dinliyorum, dargın...
zorla susturulmuşum.
dudaklarımın sıkılışına bakıyorum, kızgın...
zorla güldürülmüşüm.
Susuyorum, madem öyle istiyorlar...
susunca da kızıyorlar, anlamıyorum.
dayanıyorum, madem üzülüyorlar...
gözyaşlarım darılıyor bu kez isyan ediyorlar...
gülümse diyorlar, sana gülmek yakışıyor!
ağlamayı kim ister ki?
ya ben anlatamıyorum
ya da onlar...
hayır, anlamıyorlar...
.
KARANLIK BU,
ÇİLİNGİR SOFRASI
İçiyorum şehrin ışıklarını sarhoş etmiyor
Dikiyorum güzellikleri kafama kâr etmiyor
Sıkıyorum alnımda yumruğumu
Yumup gözlerimi
Söylediğim türküler feryadımı
Dillendirmiyor.
Ayyaş desinler gönlüme fark etmez
Sarhoş olam zaten ancak unuturum  
Gözlerimden acı şarap akarken
Hüzün niyetine
Kafası güzel desinler
Boşver alışırım.
Gecenin bağrı soğukmuş meğer
Köprü altı sıcak
Karanlığın kucağına bağdaş kurarım
Önümde dertler çilingir sofrası
Bakarım gökyüzüne ara sıra
Belki birkaç yıldız görüp
Umutlanırım.
.
Yarım kalan her adımda yolda kaldığımı hissediyorum... 
Tökezleyip düştüğüm her kaldırıma sarılıp ağlıyorum...
Başımı çarptığım her taşa bulaşan kanımı,
Ne kadar uğraşsamda silemiyorum...
Kalkmak istiyorum ayağa, dimdik! 
Bacaklarım titriyor ayakta duramıyorum...
Neye kızmalıyım şimdi Atamadığım adımlara mı? 
Öfkemi kime vurmalıyım Kaldırım taşlarına mı?
.
Yüreğimden kopan bir çığlık kadar sessiz haykırışlarım.
Gözlerimden yağan sağanak bir yağmur kadar ıslak...
Ellerimden tutan şu rüzgar kadar serin Hayalin 
Ve inad edercesine hislerime tutsak...
Düşlerimden seçilen kabus kadar karanlık mı kaderim? 
Bilemem, susar bir gün belki sayıklayışlarım.
Sevemem isyanı, ümid ederim, lakin
son nefesim gibi yorgun yakarışlarım.
gözyaşımla doldurduğum kadeh !
İçmek için koşacağım sana lakin 
Bir ihtiyar kadar ölgün adımlarım .
Ve ölmüşüm gibi donmuş suretim .
Geçmişim kadar sahte bir hayat bu
Ve ben sarhoş olmak için seçilmedim 
Yaşamak arzusundayım aslında ben 
Lakin gömmek istiyor bilinmezliğin
.
Aynamdan gözlerime yansıyan 
hüzünlü halim! 
Yavaş bağır zira tek kelime duymaya 
yok mecalim!
.
BİLİR MİSİN?
Kömür mü, deniz mi, yosun mu, ela mı yârim gözlerin?
Zehir midir, bal mı bilmem kelam-ı sözlerin?
Yeşili- kırmızıyı sever misin bilmem;
yeşil vuslat, kırmızı aşktır bilir misin?
Hasretlik mi, kara sevda mıdır çektiği gönlümün?
Yağmur mu, gözyaşı mıdır çağladığı gözümün?
Üzerine çakılan; şimşek midir, acı mı göğsümün?
Çıkardığı kıvılcımlar gecemde yıldızdır bilir misin?
Meltem midir, fırtına mı, sevdam nefesin?
Okşar mısın, savurur musun bedenimi?
Hançer misin, ateş mi, ben bilemedim.
Yüreğimi yakar mı, deşer mi sevdan çözemedim…
Zengin mi, Miskin mi, yoksul musun sevdiğim?
Kimsen öyle kal, kalbimdeki bronz taht senin...
Be sevgilim ;
Aşktan kim ölmüşte ben öleyim!
Aşktan ölen şehit değil mi?
Şehitler ölmez bilmez misin?
.
saklamaya calistigim bir ates ki;
kor tutmus icimde...
sondurmeye kiyamadigim bir ask ki;
yanar durur icinde...
sevmeye doyamadigim bir yar ki;
gunes kadar uzak...
soylemeye korktugum bir itiraf ki;
vuslat kalbime yasak!!!
.
adresi bir hayaldi sadece
gonderemedigim mektuplarimin
hanceri mesafelerdi belki de
icimdeki hasret yaralarimin
yaş icirerek doyurdugum gozlerimin
hic kimsesi yoktu belki,kim bilir?
yalnizlikla hukumluydu kalbim
hak muebbet istemistir belkide 
kim bilir?
.
Yetim ufuklara çökünce gecenin hicranı
Sensiz parıldayan yıldızlara kızarım!
Dayarım hasret silahımın namlusunu
Sensiz doğan güneşin alnına, sıkarım!
Azgın bir yalnızlık fırtınası,
Sardı hayatımın dört bir yanını
Sen yoksun ya hayallerimin yaldızı
kilitsiz mapuslarda, Kalbim esir kaldı…
Uzun yaz günleri, uzun kış geceleri…
Hayatım sona ererken sevgili!
Yanımda olmandır tek dileğim…
Uzun kış gecelerinden, uzun yaz günlerine…
Ahir zamana ererken hayatım,
Hasret eker Gönlüme sadece kaderim!
Yoksun yine sevgili! Yanımda…
Bir başıma kalmak zorunda mıyım, Dünyada?
Dikenlerin büyüyüp, etrafı kapladığını izlerim
Sıra halinde uzanırlarken acı veriyorlar…
Uçları zehre bulanmış,
Batmaya kurban arıyorken, 
Ben, Nasıl içlerine girebilirim?

Duyuyor musun yağmurun ayak seslerini
Üzerindeki deniz mavisi kubbecikten
Bir şarkı gibi dinle ki, onlar;
Duyduğu her sözde seni arayan
Hüzne dökülen bir aşkın izleridir…
Gel ki gülsün prensesin hisleri
Gül ki dinsin gözlerinin yaşları
Sönsün kalabalık şehrin ışıkları ve
Efsun gözlerin aydınlatsın karanlıkları
.
HÜZNE TUTSAK
Feryadı yüreğimin ta ezelden 
kanayan yarasına şöyle bir bak
hüzün bulutları çökmüş üzerine 
kan ağlayan gözlerine bak 
gel ilaç ol acılarına tez elden
canhıraş sancılarına bak
hicranını dindir, hadi tut ellerinden…
kara dumanlar sarmış dört bir yanı
rengi solmuş güle şöyle bir bak
hüzzam hastası tüm çiçekler
güneşi tutulmuş umutlarıma bak
dileğimi tutan yıldızlar da yandı
karanlığa tutsak mehtap
afitabını yak!
Geriye tek sen kaldın…
.
Ellerimin saklısısın. 
Titreyip yazamadığı ruhu göklerde sözlerisin. 
Damla damla düşerken yer yüzüne her bir harfi; 
bulutları seyreden gözlerimsin
.
Boğazı düğümlü gözyaşlarım boğulur yürek selimde.. 
sızı görünümlü dertlerim sancılanır sesimde… 
çağırmayı denediğim her türküde yârimsin, 
dinlesen de dinlemesende…
.
Seni görünce Hecesi küle dönerdi söyleyeceklerimin. Gecesi güne sönerdi göklerin. Secdesi güle çökerdi için için ve ahdesi vefaya söylerdi dileklerimi, rabbe yalvarırken. Diken diken batardı toprağa kirpiklerim. Fenası bekaya çıkarken ruhumun, aşkım Rabbime dönerdi, sen muhabbetim olurdun.
.
Rüzgarın öpmeye doyamadığı gözyaşım!
Soğuk vurmuş eline yüzüne
Kalbimin kurutmaya kıyamadığı gözlerim!
Hazan vurmuş her mevsimine
.
Hayallerden daha uzaklara dalmış
İki göz,
Ulaşılmaz duygulara tercüman 
Sağır ve dilsiz.
Ruhunun derinliklerine sığınmış
Aşkı sensiz.
Karanlık bağımlısı, kötümser
Ve ümitsiz.
Rüyalardan daha güzel gelir olmuş 
Kabusları
Korkutur olmuş gecelerini 
Toz pembe hülyaları
En fazla ölüme kadar giden
Dua ışıkları 
Yalnızlık, gözyaşları 
ve sönmüş umutları...
Baldan daha tatlı 
düşüncelerle boğuşmak.
Zehir kadar da acı
Duygularda boğulmak.
Nefsini dinleyip de 
yanlış yollara sapmak 
Günah, isyan ve 
Kendi kalbinden kovulmak...
Yeni bir başlangıç
Sondan daha ulaşılmazdır.
Vuslat ne kadar uzakta ise 
Firak o kadar yakındır
Hayata karşı mücadelesi
Cevapsız sorulardır
Yaşam kavgası, bir hayal çıkmazı 
Ve sırlardır...
Sözde dostlardan daha candandır 
Kalem ve silgi
Bir parça kağıttan başkası yok 
Sırtını vereceği
Toplu tüfekli savaşlardan geri değil 
İçindeki
Dünya, ahiret ve 
kararsızlık seçimleri...
.
Bu hayata nefesi son çekişim ey rüzgar! 
Bugün aldığım nefes bile terkeder beni
Son nefesim olur, alamam geri.
Ağladığım son günüm bu ey yağmur! 
Kaynağına dönmez akıp gitmiş yaşlar.
Faydası yok ne hüznün ne acının...
Bazen ağlatır gülümserken hatıralar.
.
ne yaşamayı becerebildiğim ne de ölmeyi becerebileceğim hayat! senden çok özür dilerim. insan vesvasları ile tıkış tıkış, şeytan kadehleriyle dopdolu, çaresini bulamadığım derdim! çok üzgünüm...
.
Sonbaharın baskınıyla üşümeye başladı yüreğim.
şimdi altına dönüştü zümrüt yeşili çimenler.
sararıp soldu renk cümbüşü çiçekler.
kuş cıvıltılarının bıraktığı sevgiler yok artık.
hazan vurdu, şimdi nefretli bu gözler.
eylülün rüzgarıyla savurdum umudu.
sevdayı, özlemi, dünyayı, mutluluğu...
geriye, bir ömür dolusu hüzün ve
bir yürek dolusu nefret bıraktım kendime.
acılar mı, insanlar mı, gerçekler mi?
canımı yakan, sevgi mi yoksa nefret mi?
sonbahar mı yaşamaktan nefret ettiren?
soldurduğu yapraklar mıydı sevgim?
isyanım mı yoksa beni benden eden?
neden yaş yerine asit damlıyor gözlerimden?
duygusuz bakışlarımın, ağlayışlarımın sebebi...?
hissiz, karanlık, karamsar kalbimin katili kim?
.
Devrilmiş bir cümle kadar dengesiz geçirdiğim zamanımı ölçemeyen saatler…
.
Sanki içimde biriken devasa bir çığlık var. Arasında eziliyorum boz renkli sislerin. Sözleri olmayan bir feryatname okuyor gözlerim. Dudak hareketleri kulağımı çınlatıyor. Olmayan sesi içimde yankılanıyor harflerin. Ağırlığını kalemin, taşıyamıyor dizlerim.
.
Gece yarılınca gider karanlık.
Gün ağardıkça unuturum seni.
Gün batarken özlerim.
Gece yarısında gelir gam geri
Adını yıldızlara söylerim
.
Bilmediğim manalar var dilimin ucunda. Yetiremiyorum kelimeleri.
.
Hayat beni çağırıyor duyabiliyorum. 
Her sese kulak verecek kadar güçlü değilim.
Ölüm sadece bakıyor gözlerime aynadan 
Yansıyan yüzümdeki serinliğe sahip değilim
.
Kayboldum özleminde şu anın.
gözyaşımın çizgisinden yarılmış yanağımı görmüş olmalı yağmur.
Bilememiş güneş misali doğduğumu. Gün batımında büyüdüğümü. Vakit gece sanmış olmalı, baktım, gök kuşağında siyah pek mağrur. Unuttum sanmış günün ağarışını. Yıldız açmış zift karanlığında beyaz. Uyumak istesem yüzüme şarap serpecek uyanayım diye zaman. Sarhoş ettiğini bilmeden dünya, kısıp gözlerini yine de bakacak yorgun düşmüş hafızama. Mayhoş tadıyla karışık duygularımın, naralar atıyorum içimin sokaklarında. Sokağımın lambaları yanıp sönüyor. Sanrıları düşüyor peşime geçmiş anıların. Göz kapağım devrilip geri dikiliyor.
.
Güzel insanlar biriktirmek istiyorum hazine sandıklarımda 
umursamadan kim ne demiş. Saklamak istiyorum her birini ruhumun en derinlerinde kendilerinin bile bulamayacağı yerlere.
.
Bazen ruhu karmaşıktır insanın. Neyi nereye koyacağını bilemez.
.
Rüzgarın saçlarını okşadığı uysal göllerden birisin işte. Tam alnının ortasında şirin mi şirin bir adacık var. Tam kalbinde vatanımın bayrağını taşıyorsun. Yanaklarından süzülen parlak tüylü ördekler şu ilerideki sandalla yarışa girmeye kararlı görünüyorlar. 
Gökyüzü de hayli şefkatli bugün. Bana annemi özletti. Gözlerim ılık ılık doldu duygulandım. Baksana nasıl kollarını dünyalar kadar açmış kocaman sarılmış sana. Sen de manalı bakıyorsun hani. Şefkati ve güveni en derinlerinde hissetmiş gibi masmavi.
Biliyor musun şu an içimde bir yerlere vuslat destanı yazıyorsun bu masum halinle. Ardındaki ağaçlarla yemyeşil bir huzur türküsü söylüyorsun özlemimi teskin etmek için. Teşekkür ederim. 
A! Bayrağımın yanıbaşında dikilip duran sıska sokak lambasını yaktılar. Biraz ışığa ihtiyacım vardı iyi oldu. Işığın ihtişamıyla gözümü alıp almadığını mı soruyorsun. Hayır, bayrağım daha göz alıcı. 
Hey! Sağ tarafına bak. Bak siyahlı beyazlı yavru ördekler defileye çıkmış endan sergiliyor. Öyle hoşlar ki güzelliklerinin silüeti kalıyor geçtikleri her yerde. Hani sevinç gözyaşları sımsıcak bir gülümseyişin üzerine iner ya salına salına. Öyle nazlı yürüyorlar. 
Havanın beti benzi attıkça gölgeler coşuyor. İyi dinle sana gördüklerimi anlatıyorum.   
.
Bakma aynaya zira aksi düşen suretinde günahın var. Siretinden utanmalısın. Ağlama öyle sessizce. Duyabiliyorum gözlerinde çığlık var. Ve görüyorum ahlı nefesinde bir yangın… iyice aç kulaklarını göğsünün ki kafesinde gönlün ve onun içindeki ses var, dinle. Öyle ki pişmanlık sözlerinde karanlık bir gece var. İsyan olmalı bu. Saklanmalısın. Hayır, endişelenme Yare sığın. Yıldız doldurur yar gönlüne iki kaşı arasından yatıştırır karanlığı. Lakin dikkat et de sen günahlarını yıldızların nurunda yakıp aydınlığa çıkayım derken Yarin narında kavrulmayasın. İsyandan saklandığın sokaklarda divaneler gibi dolanıp da sonra bildiğin yollarda kaybolmayasın.
.
kocaman soru işaretlerim var. kırışmak istiyor göz altlarım. bükülmek istiyor belim. nefesim daralmak, gözlerim kararmak… şiirleri, geceyi solumak istiyor kelimelerimin. şarkıları, sabahın ilk ışıklarını gıdığından öpmek… güldürmek istiyor beni zaman, en zarif hülyamdan gıdıklamak... izin vermek istiyorum hayata. Ve kendime bir şans daha... şimdi, burada, sadece biraz daha kalmak...
.
Gözlerinde kaybolmayı dilediğim nehir! Akma bu tarafa bulamazsın kendini.
.
Günahkarlığımı bile bile cehennemin sahibine sığınmak. Yaramazlık yapan bir çocuğun dövüleceğini bile bile yine ana babasına sığınması gibi.
.

Bir nefes var boğazımda tetikte. Çıkmaya hazır, girmeye hazır, düğümlenip kalmaya hazır, yokluğa hazır… varlığı nimetimken neden?
Bir ruh var göğüs kafesimde. Bir de kalbim sol yanımda. Savaşmaya hazır, kazanmaya hazır, kaybetmeye hazır, ölmeye hazır… nefs ve şeytan düşmanımken neden?
Bir mezar var kaderimde. kazılmaya hazır. Tenim renginde toprağım. çiçekler açmaya hazır, alevler saçılmaya hazır. Akıbetim cennet olmaya cehennem olmaya hazır. Azrail bir melek iken neden?
Bir dünya var gözlerimin önünde. Görmediğim bir inanç var içimde. Hissedişimin huzuruyla gönlüm; yaşamaya razı, ölmeye razı. Varlığım yokluktan gelmişken yokluğa dönemeyişim neden? Varlığımın kıymetini bilemeyişim?.. 
hiç işte, bir hiçim.
.
Uçmak değil marifet, yere çakılmamak…
.
Susmayı öğretir ilim. Susamıyorsan cahilsin. Susabiliyorsan alim.
.
Ruhum feryat figan içinde. 
İçimdeki isyankar kan ter içinde. 
Kendimde değilim. 
Dünya gurbet, gaflet zehir, 
ölüm hastalığında kalbim. 
Hayır, bu ben değilim.
.
Hangi kafiye uyduracak içimdekileri kağıda kaleme?
Hangi nakaratta takılacağım senin adına yârim?
Hangi kulak dinleyecek yazsam seni gözlerime?
Hangi yaş sızlayacak yanağımdan yoluna doğru?
Hangi rakkas oynayacak hasretimin türküsüyle?
.
Bulutların yağdığı, koyu bir hüzün var
Benim duyduğumsa onun tınısı 
Umutların çaldığı, efkarlı bir türkü var
İçime çektiğim ses onun yankısı 
Bu musikiye eşlik eden bir his var
Söylemeye çalıştığım bir dert şarkısı...
.
DUYGULARIN AĞLAYIŞI
Saat dün sularında bir hüzne tutuldu güneşim
Ortamın karaltısında görünmez oldu zaman
Siyaha gark oldu aydınlık ışık hüzmeleri…
Hedefini bulamadı Pertev mızrakları
Saplandı bir kuytu köşeye ve
Kanlı yaşlarla söndü afitabımın ateşi
Aşık pervanelere mezar oldu alevleri…
Feza okyanuslarına varıyordu al ırmakları
Bir yıldız kaydı tuzlu suların arasından
Ve karaya çıkamadan battı karanlığa…
Bir lodos fırtınasıyla savruldu yapraklarım
Toprağın cazibesine yenik düştüler
Birer birer döküldüler yokluğa…
Koşmaktan bitaptı gözbebeğim
Yorulmuştu hep uzaklara adım atmaktan
Gri hicranları seyretmek acıtıyordu
Göz kapaklarının arkasına saklandı son çare
Bir çözüm değildi bu da
İmkansızları, hayal ediyordu şimdi de…
Kirpiklerini yararak çağlayan şelaleleri
Damlıyordu gamzelerime doğru
Acılı bir tiyatro oynuyordu ağıt sahnesi…
Duygularım gece siyahında dostsuz ve dertliydi
.
disarida yagmur, iceride ben,
gozlerimde yas,bende sevda var.
gozyasimda ask,sevdamda karalar var.
gonlumde huzzam,
ellerimde kalan;
bir avuc hicran var....
.
Kendimi sensizliğe terkettim sevgili
Nefsimi yalnızlığa hapsettim
Hiçliğe tutsak ettim duygularımı
Her saniye biraz daha gömüyorum kalbimi
Hiç kimsesiz, tek başınalığa…
Acı, keder, üzüntü, gam…
İki kaşımın arasından yükselen
Kapkaranlık dumanlar…
Hangi güneşi söndürecek 
şimdi geçmeyen zamanlar…
Ölümcül bir hüzzam hastasıyım
Umutlar; sanki lanetliymişim gibi
Can havliyle kaçıyorlar benden…
Gitmek istiyorum dünyadan…
Kendimden ve arzularımdan kaçmak…
Nefsime inat, yarsız kalmak istiyorum…
Anlıyor musun sevgili,
Sadece rabbimi istiyorum!...
.

Gecenin ruhuma doldurduğu karanlık! 
Yırtıl artık yırtıl ki, ışık sızsın ruhuma.
Ey şu gece ruhumu sızlatan ışık! 
Kısıl artık kısıl ki, gönlüm kamaşmasın.
Ey karanlığı yırtık gece!
Yaman artık yaman ki, yıldızlar düşmesin.
Ey şu ruhumun yamandığı secde!
Sarıl artık soluma ki, titriyor, üşümesin.
Ey içimde sızım sızım, ışık içen karanlık!
Seril artık yerlere ki ruhum çok yorgun.
Ey sol yanımda uyuklayan gönlüm! 
Uyan artık gör ki her yer aydınlık!
Ey yıldızlı gecenin umut sızıntısı! 
minnettarım benimle olduğun için 
Ey aydınlanan ruhumun gözyaşı ! 
Akarken neden ılık ve sakinsin?
Oysa nekadar da heyecanlıyım ben
Artık gönlüm özgür ,ruhum coşkun.
Geceme gün doğarken seyret beni
Nasıl da mutluyum gör 
ve nasıl da huzura doygun...
.
Susmak ne güzel kelam imiş 
Gözler ne güzel tercüman.
Dinleyebilmek gönül işi imiş
Okuyabilmek ise pek yaman.
Dertliyi söyleten dert, 
şifasız, merhemsiz bir yara imiş
Bak hale ki, susturan dert ise 
dumansız, dermansız yakan...
" Ah" etmek yaraşmaz imiş 
Derdi nefesinden üfleyene .
Tek seferde içine çekmek imiş mesele.
İyi edecek ilaç, söndürecek yel sormadan 
Kanamak, yanmak gerekmiş
O'ndan başka dert-tabip aramadan.
.
Kendini bir şey sanma güneş!
Isıtamıyorsun işte 
yağmuru benim yanağımda.
Hep soğuk,
Hep kuru izler kalıyor.
Hep ışık, Hep bahar değilsin 
Yalan söyleme!
Kavuruyorsun umudumu 
Hep yanıklar, çizikler kalıyor.
.
KANAMAK VE …
Susmak ne zormuş böyle içinde feryatlar koparken
Konuşmak ne zormuş hiçbir şey olmamış gibi gülücükler saçarken
Kalkabileceğine inanmak ne zormuş böyle her düşüşte 
Yaraların kabukları soyulurken.
KANATMIŞ OLMAK…
Ve ney zormuş ki söyle
Kanattığın bir yaraya merhem olsun diye Allaha yalvarırken canın yanması kadar
Kim demiş vicdan yok! 
Hangi merhem iyidir ki pişmanlığın akıttığı şifa kadar gözlerinden?
Hangi cinayet ağırdır bir yarayı kanatmaktan
Merhem bulamadıkça Allahtan şifa umarak ağlamaktan…?
.
Dili yok mudur acının,
Neden anlatamıyorum? 
Sesi yok mudur ki,
Kimseye duyuramıyorum?
Tadı yok mudur ki tatsınlar?
Bilseler ya ne kadar zor .
Kokusuz da mı yoksa bu? 
Verdiği ıstırabı bir anlasalar...
.
Tıkırtı… sessiz ve karanlık bir kimsesizliğin ortasında bir çocuğun oyun oynarken çıkardığı tıkırtıları duymak. Bu kadar masum muydu içindeki çocuğun kalbi? Oysa o hep günahkardı çocukken.
.
Zaman aktı gözlerimin altından. 
Damla damla yağdı yanaklarımdan.
çizgi çizgi kader üşüştü alnıma. 
Yazgısında keder düştü bahtıma.
.
Bir günah işlersin. Pişmanlık rabıtası yaparken bilmeden isyan edersin. farkına vardığın an nefsinden daha da korkarsın. O öyle merhametli affeder ve yardım eder ki günahı da tövbeyi de isyanı da unutur, Yare dalarsın.
.
Dertsiz görünür asi kulun sözde rahat yaşar dinden ahlaktan bihaber. İsyankardır üstüne üstlük. Lakin hidayet nimetine en muhtaç odur Rabbim. Ruhu sensizlikle azaptadır. Senin firakında gurbettedir. Sabreder farkında bile olmadan. Esirdir nefsine. işkence eder şeytanlar kalbine. Yaradır her zerresi.sıkılır gönlü her gecede. Acır soluğu zikrinsiz. Çilelidir başı. Sana sığınacağını bilmez. Kimsesiz sanır kendini. Yapayalnızdır Rabbim. Senden gafil kalan kulun Senden uzak oluşunun zulmü altındayken mazlumdur. Yardımına muhtaçtır. Yardım et Rabbim.
.
Artık  bütün taşlar yerli yerine oturmaya başlıyordu. Kelebek, içindeki sessizliğe anlam verebilmenin heyecanını yaşıyordu sonunda. Toz kanatlarındaki ihtişamın ve hassaslığın sırrına da vakıf olmak üzereydi. Hissediyordu. Geçmişi, şimdiyi ve ihtimali var ya da yok bir geleceği. Kelebek, aynaya baktığında sonsuzluğa giden kapıları görebiliyordu. Bir tanesi yangın bir tanesi ışık bir tanesi de boşluk. Şu kadarcık zamanda ne kadar da büyük bir mana inşa edilmiş meğer içimde ve dışımda diye şaşkınlığını dile getirdi kelebek. Haklıydı. 
Üç beş yaşlarında gördüğü bir rüyayı anımsadı. Sonra geçenlerde gördüğü bir tanesini ve yaklaşık iki yıl önce sadece gözünde canlandırdığı uyku uyanıklık arası bir şeyi…
Sanki geçmişte yaşadığı her şey iyiliğiyle de kötülüğüyle de hakikati anlamasını kolaylaştırmak adına başına gelmişti. Gayet intizamlı ve kusursuz bir şekilde parça parça ayrılıp binlerce pazılın bir bütün oluşturduğu dev bir resme dönüşüyordu hayatı. Kadere inancı artıyordu. Zira ruhundan gelen bu tarifsiz senfoni alelade bir şekilde maymunun, çam ağacının, gökyüzünün yahut toprak ananın ortaya koyabileceği bir senfoni değildi. 
Bir yaratıcının varlığına inanmamak elde miydi? İmkansızı mümkün kılan bir inanca davet ediyordu bütün bunlar onu. Hiçliğinin farkına vardıkça korkularını imha ediyordu kelebek. Ne ölümden ne de yaşamaktan korkuyordu. her şeyden, beş duyuluk gerçekliğin lezzetiyle beraber ruhunun azalarını keşfettikçe kat kat daha fazla haz alıyordu. Çünkü büyük resmin her parçasında yegane bir gerçeklik seziyordu. 
Aciz fakat harika bedeni, ruhuna mükemmel bir çerçeve olmuştu. Beş duyuluk gerçekliğiyle dünya da bedenine çerçeve olmuştu. 
Peki ya büyük resimde, bütün çerçevelerin ötesinde nasıl bir hayat ya da ölüm vardı? Kelebek, sonsuzluğa açılan asıl kapının eşiğinde gibi hissediyordu kendini. Şu muhteşem yaratıcı için, alacağı tek nefesten dahi firar etmeye hazırdı. Delicesine, aşıkçasına O’na kavuşmayı diliyordu. 
.
Aşağı, en aşağı yerim.
Çıkar çıkar yükseğe, en tepeden düşerim.
Himmetiyle teselli olur kalkarım.
Teslim olamazsa kalbim, yerin de dibine düşerim.
.
Ruh nefse aşık olur. Buradan kalp doğar. Kalp kimin tarafına meylederse insan ona çeker.
.
Bahçen çiçekli mi saklı mı? Suluyor musun kilitliyor musun? Saksı mı sandık mı? Bahçen hangi renk? Rengarenk mi iki renk mi, tek renk mi? Gök kuşağıyla mı sınırlı yoksa? 
İnsan bazen beyaz kadar özgür ve bilgedir. Bazen siyah ve beyaz kadar kuralcı. Bazen gök kuşağı kadar uyumlu. Bazen de hayat kadar süprizdir. 
Bahçende yaşıyor musun gömülü mü?
.
Tek kelime…
Senden duymak istediğim tek bir kelimeydi benden esirgedin.
Tek kelime etme ve git.
Tek kelimeydi sevgiye ve nefrete yeten.
Kırgınlıktı içindeki.
.
Görür gibi hissedebilir mi insan?
Öyle! gözü fersiz, önü ışıksız...
Duyar gibi dinleyebilir mi insan?
Anlatsa anlaşılır mı?
Cümle harfleri hiçe sayıp, sessiz kelamsız...
Ne hayaldir ne de hayat yaşadığı.
Yakaza halli bir duygu, dua olup 
gerçekleşebilir mi yersiz zamansız?
Gerçeği bile boşverebilir mi insan? 
Fikri yere serip, beden başı akılsız...
İnanınca böyle nazlanır mı insan?
Çelimsiz kulluğuyla, biçareliğine rağmen
Vuslat arzularken "sanki dertli" fakat
Sonsuz Kudretiyle Merhametine yaslanıp 
Yar'e sığınmakla bu insan
" sahiden gamsız"...
Nasihati oldur ki kulun verilenden çıkardığı;
Acizliğince fakirdir insan, günahkardır.
Vacip olur gözlerine 
Pişmanlığa sabır ile ağlamak.
Eşref-i mahlukattır.
Rabbin lutfuyladır insan.
Her nefesini şükr ile O'nun zikrine bağlamak
Her vakit üzerine vacip olur.
O halde var sen düşün âkil insan! 
Seni dahi bir hikmete binaen Yaratan'a 
Senin için yarattığı her bir ânâ
Rıza göstermen, Hak üzere sana lazım olur.
.
Havanın sıcaklığını betimleyecek olsaydım bunun yerine alnımdan damlayan teri kalemime mürekkep edip yazarkenki halimi görmenizi dilerdim.
.
Bakma aynaya zira aksi düşen suretinde günahın var. Siretinden utanmalısın. Ağlama öyle sessizce. Duyabiliyorum gözlerinde çığlık var. Ve görüyorum ahlı nefesinde bir yangın… iyice aç kulaklarını göğsünün ki kafesinde gönlün ve onun içindeki ses var, dinle. Öyle ki pişmanlık sözlerinde karanlık bir gece var. İsyan olmalı bu. Saklanmalısın. Hayır, endişelenme Yare sığın. Yıldız doldurur yar gönlüne iki kaşı arasından yatıştırır karanlığı. Lakin dikkat et de sen günahlarını yıldızların nurunda yakıp aydınlığa çıkayım derken Yarin narında kavrulmayasın. İsyandan saklandığın sokaklarda divaneler gibi dolanıp da sonra bildiğin yollarda kaybolmayasın.
.
Bir günah işlersin. Pişmanlık rabıtası yaparken bilmeden isyan edersin. farkına vardığın an nefsinden daha da korkarsın. O öyle merhametli affeder ve yardım eder ki günahı da tövbeyi de isyanı da unutur, Yare dalarsın.
.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT FZA
.
DEVAM EDECEK...








YENİ YAZIMI OKUMAK İSTİYORSUN

DEĞİSİR İNSAN ZAMAN VE MEKÂN (32)

İnsanın kelimesi kalmaması nasıldır bilir misin? Bilirsin elbet. Birçok kereler yaşadın böyle zamanları. Ve inanırım, senin imtihanın da sen...