.
Fatma Zehra Akyiğit
FeZA
Bazen ateş oluyordu bazen su…
Kırgınlığım ve kızgınlığımı sevgiye dönüştürdüğümde iki şey oluyor. Mutlu oluyorum. Acı çekiyorum. Acı çekiyorum çünkü gülmekten korkuyorum. Çünkü gülerken bir anda ağlamaya başlamaktan korkuyorum. Ağlarken, gülmekten ümit kesmekten korkuyorum.
Acıyorum gözlerime. Acıyorum sevgime. Sevdiklerim, kırılıp gitmesin benim öfkeli sözlerime. Öfkem kendime. Kızmasınlar, kırgınlığım kendime. Kırmak istemem kimseyi. Kızmak istemezdim kimseye. Ümit etmek istemem. Bu yüzden çok sevmek istemem kimseyi. Ama severim. Çok severim her bir kesi, kimse bilmeden.
Uzunca bir süre, dört yıl kadar, duygusuz biriydim. Rahattı, güvenliydi böyle olmak. Rahat bıraktım insanları zihnimde. Her şey yolunda görünüyordu. Sonra özledim insanları sevmeyi, her şeyleri olan mutsuz insanların yanında buğulu puslu bakan neşeli sokak çocuklarını görünce.
İstedim Allah’tan sevgimi. Verdi tekrar yavaş yavaş. Ve ben anladım neden daha önce hissizliği seçtiğimi. Bir seçimin eşiğindeyim şimdi. A) sevmek ve birer birer gidişlerini seyretmek mi? B) tam ortasında duyarsızca terk etmek mi her şeyi? Gerçekten düşündüğüm, birinci seçenek iken, kendime yalan söylemek ve suçlayıp durmak herkesi ve kendimi!
Kitap yazsam okur musunuz beni? Sizi yazsam, içimdeki sizi? Okur musunuz bizi?
-Hey! Bakın. Buradayız. Nefes alıyoruz, hayattayız hâlâ imdat! Kurtarın bizi. İçimizin kuytularına düştük, sesimizin yankısına gelin, duyan yok mu?
Seviyorum sizi ve bu bana acı veriyor. Sevmek güzeldi hani? Hepiniz birer yaralı çocuksunuz gözümde. Evet bir çocuğum belki ve bunları hissediyorum size karşı. Elimde yara bandım yok. Duyamam da sesinizi, sarılamam da size, uzaktasınız. Gücüm de yetmez sizi vurulup düştüğünüz yerden kaldırmaya. Hatta, korkarım merhem sürmeye çalışırken canınızı daha fazla acıtmaktan. Ama ne yapabilirim, seviyorum sizi. Ve aciz kalıyorum sevince. “Ben varım bakın” diyemiyorum. “Ben varım yanınızda!”… Yokum, hiç olmadım biliyorum. Bu acıtıyor işte canımı.
Ben, hep aradım birilerini. Allah’tan ve beni O’na yaklaştıran Güzel’lerden başkasını bulamadım yanımda. Acizdim ve aciz olmak bir tek orada iyiydi. Çünkü Allah’tı cc mükemmel olan. Kendimi ilk orada sordum. Daha bulamadım cevabımı. Ama bir yoldu. Sevmek için bir yol. Sizi Allah için sevmeye ve acılarımıza Allah için sabretmeye bir yol…
.
Bazı güzel insanların, benim onlara verdiğim kadar kendilerine değer vermediklerini görüyorum. Onları değerli olduklarına ikna etmek çok zormuş bunu anladım. Tıpkı benim kendime değerli olduğumu ispatlayamamam gibi. (Yoksa aynaya mı bakıyorum?)
Olması gereken; iyiliklerimi, yeteneklerimi, başarılarımı, güzel duygularımı, dualarımı, bilgilerimi, hayallerimi vs. olumsuzlayıp bir köşeye atmak ve nefsime ne kadar kötü olduğumu söylemek değildi bence. Hali hazırda Allah bu nimetleri lütfetmişken bütün bunları istediğinde geri alabilecek olan Allah’a şükretmem gerekirken… Şimdilerde böyle düşünmeye başladım. Kendin olmaklık ve terbiye edilmesi gereken nefse sahip olmaklık başka şeyler.
Peki zaman zaman hissettiğimiz değersizliğin, yetersizliğin sebeplerinden biri de yanlış anladığımız dini sözler olabilir mi? Bu zamana kadar okuduğum, dinlediğim bütün dini literatürü sil baştan hatmetmeye ve yeniden anlamaya karar verdim. Bunlara yenilerini de ekleyeceğim, eksiklerimi tamamlama yolunda yolculukta olacağım inşallah. (Daha birçok sorum var bununla alakalı! Konuşuruz yeri geldikçe.).
Herkesi kendisi olarak kabul etmek istiyorum. Kendimi de… Kimseyi benim gibi olmaya veya bir idol gibi olmaya zorlamayacağım. Kendimi de öyle. Eğer biri gibi olmayı istiyorsam, bunu, Allah benim için dilediğinden ve kendim de Allah’ın bana dilediği şeyden razı olduğum için, istediğimden yapacağım. Yahut da Allah O’na kıymet verdiği için, beni de O’na seçtiği için, beni O’na razı ettiği için, O’nun benden razı olmasını dilediğim için… Mecbur olduğum için değil yani. İnsanların da kim olmak istediklerine dair kendi seçimlerine saygı duymak istiyorum. Bu demek değil ki iyiliği emredip kötülükten sakındırmayacağım bilakis, Allah’a inanan hiç kimseden (bildiğim kadarıyla) doğru olanı saklamayacağım. Farklı olarak, bunu yaparken insanların doğru olanı özgür iradeleriyle sevmelerine ve istemelerine müsaade edeceğim. Israr etmeyeceğim. Çünkü herkes için doğruya giden yol farklı olabilir. Bazılarımız öğretmenin gösterdiği formülle buluruz bazılarımız zihinden hesaplarız bazılarımız doksan dokuzuncu defa yanlış yaptıktan sonra buluruz sonucu. Henüz sonuca varamamışlardan biri olarak, gönüllü olduğum bir yol bu. BİRLİK’ te aramak….
Yalnız, tek bildiğim, her birimizin de adımlarımızı bizden önce Allah’ın dilediği. Bizim de küçücük irademizle, yumruk kadar kalbimizle, dağları delecek derece sivri sandığımız aklımızla, kocaman hikmetler dolu sınavlardan geçtiğimiz. Geçtiğimiz yahut kaldığımız… Her ne kadar zaman zaman zorlanıyor olsak da, Allah’ın bize şah damarımızdan yakın olduğu… Onun öylesine merhametli ve affedici olduğu… Biricik yardımcımız olduğu, sınırsız bir güvenle inanılmaya ve ibadet edilmeye layık olduğu… O’ndan gelen her şeyin de bütün varlığımızla razı olunmaya değer olduğu….
Biliyor musunuz, her birimiz, en azından “insan” olduğumuz için çok değerliyiz. İnsanları sevin, insanlara değerli olduklarını hissettirin, insanlara saygı duyun, insanları oldukları gibi kabul edin, insanları hoşgörün. Şunu da hep hatırlayın olur mu; biz INSANIZ. Ve (Allah’a inananlar için söylüyorum) bizler KULUZ. İşte bu yüzden Allah’ın yüceliğinin yanında birer HIÇ’ iz ve yarattıkları arasında Eşref-i mahlukatız, DEĞERLİYİZ.
Karşımda parlayan dolunay sanki ayın on dördü. İlklerini yıldızca kaydı say, içimde umudun son dördü.
Bir, önümde uçlu bucaklı bir hayat var ölümün çok gördüğü. Gözümde çıkışta zalimin hor gördüğü. Özümden düşüşte demin dost bildiğim. Yaşamakla yarışta cani nefse kurban bedenim. Canhıraşça varışta sonsuzluğa cesedim. Cennette kavuşmak istediklerimin; alev kara gömleğini kasıtlı yangınlardan kurtarır öperim. Namlu fırlağı kurşunlar arasından sıyırır taze kanıyla şehidimi bayat toprağa gömerim. Kıymet bilmez gencimin sere serpe yere yığılan uyuşuk ömrüne acırım. Kendi canımı hiçlere harcadığımla durur yürür sancırım. Hayat mıydı birinci umut? Tam ortasından yarıldı ay. Ta başından yarıktı yollar, yarımdı ay.
İki, elimde bir sağlık hazinem var uykusuz gecelerin baltaladığı. Saatlerin daha çok erken saçmalığı falan değil bana bir şey olmaz rahatlığı. Olan olmuş zaten kalemimin her harfine yazdığı… Aslında yalan bu. Bilmezden gelmek düpedüz! Fakat bir gerçek Azrailin bahanelerle can aldığı. Neyin körüyüm? Yetmez mi devekuşlarının kumun altında boğulduğu? Boşuna mı her sabah göğün güneş doğurduğu? Gereksiz miydi ashabın varıyla yoğuyla kıyama doğrulduğu, yiğİt vatan evlatlarının yumruğunu siper yerine koyduğu? Ben böyle gaflet edeyim diye miydi Allah’ın kalbime bir damar kondurduğu? Umarsızca uçurayım diye miydi bir günlük kelebekçe zamanı? Sağlık mıydı ikinci umut? Vahşi ağzını sonuna kadar açıp var gücüyle ısırdı şeytan, bir çelimsiz hilal kaldı ay.
Üç, tutunabileceğim bir pişmanlık dalım var çürük meyvelerin salkındığı. Şahlığını ilan eden bir nefs var sarayımda. Bu oyle bir saray ki, emmarenin, tahtında günahlarla kalkındığı. Tövbe bahane değildi oysa. Sahici bir umut olmalıydı hakikaten. İçimdeki güven arayışının ıspatıydı. Affedileceğine sevildiğine korunduğuna dair ihtiyacını itiraf edişiydi aciz yanımın. Böyle olmasını isterdim. İsterdim ki hiç olmazsa levvame kadar samimi olsun pişmanlığım. Masum muydu tövbelerin bir yanın isyankar iken? Sessizdi bir yanın gözlerin ağlarken. Hissettiğin suçluluğun yüzde kaçı vesveseydi sen acıların çocuğu gibi takılırken? Gönlümden çıkan kanlı yaşlardan haber versem gerek Ya Rabbim’e pişmanım derken yaptığım günahlardan esefle. Af mıydı üçüncü umut? Ay kalmadı desem güneş mahzun yıldızlar mahzun. Ay nerede dersen, tutukladı karanlık bir bulut onu. dördüncü umutla şimşekler çaktı aklım kalbim aydınlandı.
Dört, İman. İslam. Ehli sünnet.
Ve sağ yanağıma bir damla yağmur yağdı.
.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT
FeZA
İnsanın kelimesi kalmaması nasıldır bilir misin? Bilirsin elbet. Birçok kereler yaşadın böyle zamanları. Ve inanırım, senin imtihanın da sen...