25 Ağustos 2020 Salı

BELKİ HAÇÇE NENEYE KAHVE ÇARPINTI YAPIYORDUR

 


Hadi biraz özeleştiri yapalım. İnkar edecek değilim insanlardan biraz güzel yorum alınca bu çok hoşuma gitti. En çok da kendi gönlümden kopanların bir tane bile olsa başka gönüllere de dokunmuş olması beni çok mutlu etti. 

Benim kalemim çok mevsimlidir. Bazen gördüğüm kadarıyla çoğunluğun duymak istediği görmek istediği gibi neşelidir. Çoğu zaman da sorgularla düşüncelerle derin izdihamlı serin kara kıştır. 

Yazmak benim hayatımın ana damarlarından biridir. Ruhumun özgürlüğünün mekanıdır. Kendimce merak ederim kendimi, hayatı, insanları… Zamanla değişirim gelişirim. Bazen düşerim. Bazen düşmekten korktuğum olur. Bazen çıktığıma sevinsem mi sevinmesem mi şaşırırım. En son da yolu kendimi rahat bırakmakta bulurum. Yeminle, dünyanın en kötü felaket senaryolarını çize çize kendime zalım cellat olduğum olmuştur. 

Bir şey söyleyeyim mi hocam çok fazla özeleştiri de vesveseye kaçıyor bir süre sonra. Bu defa hiçbir icraate geçemiyor insan. Dedim “fza nolacaksa olur. Yaşayarak öğren. Üzgünsen üzül. Mutluysan gül yani. Kime ne zararın var? Ne yaparsan kendine. Bir faydan bir gönüldaşlığın dokunacaksa da bir insana ne âlâ.” Böyle böyle hata yapma izni verdim kalemime. 

Valla yürümeyi öğrenirken adım atar ya bebekler. Arada bir de çişli bezinin üstüne bi düşüverir. Tıs tıs geri kalkmaya uğraşır. Yine düşer derken başlar sizin benim gibi yürümeye. Onun gibi yani. Şimdi yetişkinler yürümeyi biliyor da hiç mi kapıya duvara çarpıp merdivenden koltuktan (çift taraflı anlayın bu kelimeyi) düşüp yaralanmıyor? Hayır efendim, takılıyor da düşüyor da yaralanıyor da. Siz napıyonuz onları yaralanınca? “Bak bak şuna gözün kör müydü de düştün!?” diye azarlıyor musunuz? Yoksa ona sağlık ocağının hastanenin sınıkçının (kırık çıkıkçı demek) yolunu mu tarif ediyorsunuz? 

Ya şimdi her açıdan bakmak lazım olaya. Belki yaralanan kişinin hatalarından alacağı dersler var. Belki Allah onun bir şeylerin farkına varmasını istiyor. Belki bu konu sadece takıldığı malzemeyle falan değil de bambaşka bir şeyle alakalı. 

Neyse işte hasılı kelam, rahat yazmaya karar verdim arkadaş. Zaten defterlerim bilir en rahat olduğum yer kalemimle defterim klavyemle bilgisayarım. Şimdi böyle bazen yazılarımı insanlarla da paylaşmaya başladım ya biraz çekindim önce. “Edebiyatın iletişimin bilmem nelerin kuralları gerekleri vesairesi var malum. Şöyle acık usturuplu yaz” dedim kendime. Sonra baktım olmuyor 🙂 Alışık değilim öyle yazmaya. En son da dedim işte ” okumayacak olana okutup da ne yapacaksın? Rahat bırak şu insanları relax ol. Sen yaz. Burası senin arka bahçen. Çayını kahvesini alan gelsin oh hoşbeş muhabbet tamam. (Bu arada havam ancak yazıya. konuşmak yorucu yaa) Bütün mahalleyi nasıl razı edeceksin? Hayır yani belki Haççe Neneye kahve çarpıntı yapıyor. Belki çay Abuziddin Emminin uykusunu kaçırıyor. Belki Huriye Ablayı kaynanası göndermiyor yani nereden biliyorsun değil mi ama. İyisi mi sen koy ateşe içindekileri, at sandalyeyi arka bahçeye, gelene “hoş geldin” de gelmeyene hoşça kal rahat ettiğin yerde kal” de. Hoşgör kendini. Hoşgör insanları. Üç günlük dünya evlat” falan dedim. 

Heh heh 🙂 tabi bu da kaç gün giderse. Bi melankolik meltem esince hepsi tersine dönebiliyor. Bu defa olay ” kızım ölsene sen. Niye yaşıyorsun” lara falan dönüyor. Tabi takmıyorum ve yazıyorum. Yazmak güzel. Yazmak iyidir. Yazıp rahatlayınca her şey All is well 🙂 Üç idiotsu izlemiş miydiniz? Neyse ne alaka şimdi? Dağılıyor bizim mevzu. Fza kaçar. 

(Bu arada Allaha şükür, babamın telefonundan bağlandım internete ley ley ! Dün de arkadaşımdan bağlandım loy loy! Sonrasına da Allah Kerim ahey ahey!)

.
FATMA ZEHRA AKYIGIT
FeZA

4 yorum:

YENİ YAZIMI OKUMAK İSTİYORSUN

DEĞİSİR İNSAN ZAMAN VE MEKÂN (32)

İnsanın kelimesi kalmaması nasıldır bilir misin? Bilirsin elbet. Birçok kereler yaşadın böyle zamanları. Ve inanırım, senin imtihanın da sen...