18 Ekim 2020 Pazar

İNSANI SEVMEKTİ YA BİZİM DERDİMİZ, HA IŞTE


Şimdi, muhtemelen bundan bir sonra paylaşacağım yazım hakkında düşünüyorum. O yazım, bunlar gibi anlık yazdığım durum yazılarımdan olmayacak. Üzerinde çalıştığım bir şeyler okuyacaksınız.
Bir röportaj. Hayır, ünlü bir aktörle, başarılı bir iş adamıyla veya bir bilim kadınıyla konuşmadım. 
(Belli mi olur belki bir gün şu acemiliği üzerimden atarım ve kendisiyle konuşulan bir yazar olurum. Ne hayal ama :) hmm, tuttum bunu) 
Kiminle röportaj yaptım biliyor musunuz, bedensel engelli bir okurumuzla... SORULAR HAYATTIR projesini emin adımlarla büyütmek istiyorum. Şimdi yazmak istediğim, daha doğrusu yazarken düşünmeye çalıştığım şey de bununla alakalı. Ben... bu röportaj metnini düzenlerken duygularımı biraz sahte hissettim. Nasıl mı? Bilmiyorum yani bu yazıyı hazırlamak gündemime gelene kadar engelli kardeşlerimizle ilgili neredeyse hiç düşünmemiştim. Hani biliyordum evet, dünya engelliler gününde elimize birer pankart alıp yürüyüş yapmayı, sosyal medyada gündemi takiben duyarlılık mesajları paylaşmayı falan... Ama hiçbir zaman derdim olmamıştı böyle bir konu. 
İnsanları sevmekten söz ediyordum bir ara, bilirsiniz. Insanlar kimdi? Yazılarımı okuyan sizlerden bahsediyordum ya bilmeziye, sizler kimsiniz? 
Bu yazıyı okuyan kardeşlerim! Hepimiz engelliyiz galiba. Bunu slogan olsun diye söylemedim. Ben mesela, nefsimin kötü arzularıyla engelliyim. Sizden biri, elalem ne der'le diğeri karamsarlıkla diğeri daha fazla zenginlik ve başarı hasediyle diğeri ... Hangimizin eli kolu bağlı değil ki korkularımızdan dolayı mesela? Hangimiz başedebildik içimizi kemirip duran ne üdüğü belirsiz karmaşalarla? Bilmiyorum işte, elim ayağım gözüm kulağım elhamdülillah gayet sağlıklıyken bir anda gözle görünmez engellerim olduğunu fark ettim. Ve bir de diğer mesele işte! İnsan deyince aklıma neden sadece bedeni sağlıklı ruhu bin dallılar geliyor ki? İnsan dediklerinin arasında içi dışı şöyleydi böyleydi ayırt etmeksizin "insanlar" var. engelliler de var hastalar yaşlılar yolcular düşkünler çocuklar da var. Çöp toplama görevlileri, sağlık çalışanları, güvenlik görevlileri, inşaat ustaları, el emeği göz nuru el işi yapıp satan süt sağıp peynir yapan kadınlar, yazdığı şiirlerden uçak yapan yazdığı romana ateş basan yazarlar, sokaklarda iş arayan tövbekar gençler, meydanlarda mızıka çalan ufaklıklar... Kimler var! 
İnsanı sevmek. 
Okur yazar olmadığı halde ömrünü yaz kış bir yaylada hayvan güdüp bekçilik yapmakla geçirmiş bir amca var. Dinleseniz filozofları psikologları cebinden çıkarır. Okumamış diye küçümsediğiniz bir cuma namazı müdavimi dede var. Dinleseniz imanıyla bin kitap yazmış akademisyene bütün literatürü tek kelimeye indirtir. Allah dedirtir. 
İnsanı sevmek.
Parasını alın teriyle kazanmış zengin mi zengin bir İstanbul Hanımefendisi bir Istanbul Beyefendisi var. Kimseciklere göstermeden infak ettiği varlıklarıyla nice mazlumun yüzünü güldürmüşler.
Bir sokak kedisi var. Kedi dediysem, bildiğin sokak kedisi olmuş ergen çocuğun biri işte. Her gece uyumaya gittiği mezarlıkta kaç yasini şerif okumuş, sizin yanlarına bayramdan bayrama gittiğiniz ölülerinizin ruhuna, bir bilseniz... kim attı o çocuğu sokağa? Kim almadı o çocuğu sokaktan? 
İnsanı sevmek.
Sevmemek de gerek bazen biliyorum. Mazlumun olduğu yerde zalim, kurbanın olduğu yerde suçlu da var. 
Sevmek zor iş. Allahı sevmek lazım. Yaradandan ötürü yaradılanı. Allah sevmedi diye mesela sevmemek de lazım. Ama daha kendi kabrimizi görmeden Allah sevdi mi sevmedi mi bilmeden de kimsenin niyeti akıbeti hakkında hüküm vermemek lazım. 
Dağıldım yine ben üzgünüm. Engelli kardeşlerimizi düşünmekten çıktık yola yine kendimize döndük. Hepimiz "bir" değil miyiz nihayetinde. "Bir" olanın kuluyuz. Tek kişilik kabir sonumuz. Aynıyız hasılı...
.
FATMA ZEHRA AKYİĞİT 
FZA 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YENİ YAZIMI OKUMAK İSTİYORSUN

DEĞİSİR İNSAN ZAMAN VE MEKÂN (32)

İnsanın kelimesi kalmaması nasıldır bilir misin? Bilirsin elbet. Birçok kereler yaşadın böyle zamanları. Ve inanırım, senin imtihanın da sen...